|
|||||
|
|||||
Gündemde herhangi bir doğal afet, deprem, sel, büyük bir yıkım - kırım yokken, uzun zamandır beni rahatsız eden bir konu hakkında düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Özellikle bu tür bir sıkıntının hiç aklımızda olmadığı bir dönemi seçtim ki, tamamen gündem dışı olsun ve yazdıklarım herhangi bir yanlış anlamaya sebep olmasın.
Artık hepimizin bildiği gibi Türkiye güçlü doğa olaylarına açık bir ülke, yaşadığımız olağanüstü güzel ve değerli coğrafya için aslında ödemek zorunda olduğumuz bence önemsiz bir bedel bu. Ancak plansızlığımız, ders almayı reddedişimiz ve uzun dönemli hesap yapmayı bütün ağır derslere ve ödemek zorunda kaldığımız bütün ağır bedellere rağmen hala öğrenenememiş olmamızdan dolayı, bu güçlü doğa olayları karşımıza doğal afetler olarak çıkıyor ve malımızı, canımızı, milli servetimizi yıkıyor, kırıyor, eziyor, yakıyor, yokediyor. Bütün yapmamız gereken içinde bulunduğumuz coğrafyanın şartlarına “sadece” uyum sağlamak, onları öğrenmek ve gerekli tedbirleri almak. Bu kadar basit bir konuyu bile; kısa dönem hesap yapmaktan başka bir vizyon geliştiremeyen kendi ve yandaşlarının menfaatlerini vatanının, milletinin menfaatlerinin önünde gören sözde yöneticileri - sahte liderleri eliyle bir türlü çözemeyen ama olağanüstü hoşgörüsü, sabrı ve erdemiyle her türlü sıkıntıya katlanan bu asil milletin çektiği acıların adi ve ucuz sebeplerini gören biri olarak içimin ne kadar acıdığını size anlatabilmem mümkün değil. Bir kuruşluk kişisel menfaat uğruna, tarihte en asil yerlerden birine sahip bu milletin bunca sıkıntı ve acı çekmesini; diğer milletler uzaya giderken, yaşadıkları coğrafyayı bir yeryüzü cennetine dönüştürmek için ellerinden gelen çabayı gösterirken, bizim kördöğüşü içinde birbirimizi kırmamızı, gelecek yokmuş gibi yaşamamızı sizler gibi ben de içime sindiremiyorum. Bugünden alabileceğimiz bir takım önlemlerle, güçlü doğa olaylarını yıkıcı doğal afetlere dönüştürmeden veya en azından çok daha az zararla atlatılabilecek bir seviyede tutmayı başarabilecek bilgiye, teknolojiye ve imkanlara sahipken, bunu basit, cahilce hatta kötü niyetli hesaplar uğruna kullanamıyor olmamızı bir türlü anlayamıyorum. Gerçekte doğal afetlere karşı yapabileceğimiz çok şey var, zannedildiği gibi elimiz kolumuz bağlı değiliz. Kaderimizde ne var ise o olur diyerek işin içinden çıkmaya kalkmak da olmaz, elbette ki herkes gibi biz de kaderimizi, nasibimizi yaşayacağız. Geçmişin en güçlü imparatorluğuyken, bugün hepimizi üzen, hatta utandıran bir haldeyiz, ancak yine de önce tedbir sonra tevekkül. Biz tedbirlerimizi almaya başladığımız gün, kaderimiz de ona göre değişecek yeniden şekillenecek. Geçtiğimiz büyük afetler ve doğa olayları sonrasında hepimizin basından takip ettiği gibi başbakanlarımız, bakanlarımız, devletin değişik kademelerinin ileri gelenleri, konu hakkında hiçbir bilgileri ve birikimleri olmadığı ve çözüme en küçük bir katkıları olamayacağını gayet iyi bildikleri halde, afet bölgelerine devletin en üst düzey imkanları ile gitmekte, boy göstermekte ve vatandaşlarının yanlarında oldukları, acılarını en kısa sürede giderecekleri gibi bir takım kalıp cümleler ederek tekrar geldikleri gibi tozu dumana katarak ayrılmaktalar. Afet bölgeleri artık hepimizin bildiği gibi her açıdan son derece hassas bölgelerdir. İnsanlar acı, korku ve endişe içindedir, canları, malları büyük zarara uğramıştır, çaresizdirler, kaderlerine kızgın, başlarına gelene öfkelidirler. Yaşanan acı olayda kendi payları da varsa bile, olayların acısı ve sıcaklığı içerisinde göremezler ve hep bir suçlu ararlar. Bu psikolojiyi çok iyi bilen yöneticiler de, aslında olaylarda kendi iradesiz, ilgisiz, ve sorumsuz tavırlarının da sorumluluğu olduğunu çok iyi bildikleri halde, bir helikoptere atlayıp afet bölgesinde vatandaşlarının yanında görünmeyi ve bu sayede sorumluluğu üzerlerinden atmayı çok iyi becerirler. Çoğu zaman da bir günah keçisi seçilir ve bütün suç onun üstüne yıkılıp diğerleri aklanır. Bütün bu devletin ileri gelenlerinin bölgeye gelmesi, gitmesi, devletin teamülleri gereği bir takım kurallar ve protokoller üzerinden yapılır. Afet nedeniyle elbette ki bu protokollerde esneklik olur ancak yine de zaten imkanları iyice zarar görmüş, düzeni karmakarışık olan bölgede bu tür bir üst düzey ziyaretin yarattığı karmaşa, bölgedeki arama kurtarma, tıbbi destek, insani yardım, yeniden yapılanma gibi birinci öncelikli bütün çalışmaları sekteye uğratır. 10 yıldan fazladır arama kurtarmanın her türlüsünü, değişik seviyelerde sorumluluk alarak yaşamış biri olarak, bu durumun son derece gereksiz hatta bir çok kayıba yol açan verimsiz bir uygulama olduğunu vurgulamak isterim. Devletin en üst makamlarının sorunları dinlemek, çözüm bulmak amacıyla bölgeye gelmesinin yarattığı duygusal rahatlamanın elbette ki ben de farkındayım ancak sonuca en küçük bir etkisi olmayan sadece görüntüde bir psikolojik rahatlama yaratan bu tür uygulamaların verimsiz olduğunu, hatta işleyişte bir takım kayıplara yol açtığını düşünüyorum. Çağdaş toplumlarda uzmanlar ve uzmanlıklar vardır. İhtiyaç dahilinde uzmanların bölgeye gitmesi ve koordinasyonu gerekirse ellerine almaları veya mahalli idare ile birlikte yürütmeleri en doğru uygulama biçimi olarak karşımıza çıkar. Devlet protokolünün en üst düzeyindeki kişilerin, doğal olarak konumları, birikimleri ve sorumlulukları gereği çözüme hiçbir katkıları olamayacağı apaçık ortadayken, sadece olayı yerinde inceleme gerekçesi ile, yaratacağı bütün kaosa ve sıkıntıya rağmen her seferinde devletin imkanları ile afet bölgelerine gitmelerinin süreç içinde bir çok kayıba yol açtığı için son derece yanlış bir anlayış olduğunu düşünüyorum. Liderlikte ve yöneticikte, bu konumdaki kişinin vasıfları arasında organizasyonel ve operasyonel olarak iki farklı etki alanı vardır. Bu iki alandan son çözümlemede kuruma en büyük faydayı sağlayan alan, liderin operasyonel yetenekleri değil, organizasyonel yetenekleridir. Hatta lider - yönetici operasyonel anlamda ekibindeki herkesten daha yetkin ve becerikli olsa dahi, doğrusu o liderin - yöneticinin operasyonel alanda değil organizasyonel alanda kullanılmasıdır. Çünkü liderin kurumsal yapıya yaratacağı en büyük katma değer, fiili eylemleriyle değil, yönetsel kararlarıyla olur. Fiili eylemi daha alt seviyedeki takım üyelerine yaptırmak ve fiili eylemlerde ekibindekilerden daha iyi olsa dahi lider - yönetici konumdaki bireyin eksikliğinin burada yaratacağı farkın kaybına razı olup, liderin - yöneticinin yönetsel süreçlerdeki üstünlüğünün faydasını tercih etmek son çözümlemede kuruma çok daha büyük bir katma değer sağlar. Bu kuralı uzun yıllardır çok iyi bilen biri olarak, AKUT ekiplerinde gerektiğinde uygulanmasına her zaman büyük özen gösterdiğimizi eklemek isterim. Ekiplerimizin liderlerinin; en güçlü ve en hızlı olsalar dahi, değişen koşullar içerisinde sürekli yeni kararlar verilmesi ve yeni bilgilerin sürekli analiz edilip yorumlanması gereken bir durum sözkonusu ise, yönetsel süreçlerde kalmalarını ve eylemsel süreçleri her bilgiye ulaşacak şekilde merkezden yönetmelerini tercih ederiz. AKUT’un 10 yılı aşan deneyimi ile, bugüne dek tam 334 arama ve kurtarma görevinde sıfır hata ile çalışmasının en önemli sebeplerinden biri de budur. Biz lider yetiştiririz ve güçlü operasyonel gönüllülerimizi bu liderler eliyle çok daha verimli olarak kullanırız. Afetlerden hemen sonra, bölgede arama kurtarma gibi teknik konular, jeneratör, çeşitli malzemeler, çadır, yemek, su, yardım dağıtımı, tuvalet gibi fiziksel ihtiyaçların sağlanması ve daha da önemlisi sağlıklı bir organizasyon kurabilmek için sürekli olarak etkin ve doğru kararlar verilmesi gereken süreçler içerisinde, bölgedeki bütün güçler birinci derece önceliği olan bu tür acil ihtiyaçlarla uğraşırken, devlet büyüklerimizin herşeyi aksatan ziyaretlerinin zamanlamasının iyi düşünülmesi gerekir. Yumuşatılmış haliyle bile uygulanan protokollerin ve bir de onlara hoş görünmek ihtiyacında olan bir dolu kişinin t |
|||||