|
|||||
|
|||||
Gelecekteki maliyetlerini düşünmeden bir şekilde günü kurtarmayı düşünmek tükenmektir, birinci sınıf insanlar gibi yaşamak hedefinden vazgeçmektir. Konuya bu çerçeveden baktığımızda gerek ülkemizde gerekse küresel düzeyde benzer eğilimlerin 2007 yılında daha da güçlendiğini gördük.Hal böyle olunca geleceğini tüketerek tükenenlerin, bu süreci terse çevirmek için mücadele etmeyenlerin 2008’den ne beklediği konusu da anlamsız kaldı. Bu yola düşenlerin amacı bir süre daha günü kurtarmaya devam etmek, sorunların ağırlaşan maliyetini birkaç ay daha ötelemek dışında ne olabilir?.. Kamuoyuna düşen bazı haberler 2008’in nasıl bir dönem olacağının sinyallerini veriyor. Elektriğe gelen zam sanayi için %10, bireysel tüketim için %15; asgari ücrete gelen zam ise %9 olarak saptanmış. Özetle söylemek gerekirse iç piyasada üretim maliyeti tırmanmaya başladı. Hem de iç ve dış pazarda var olabilmek için maliyetlerini aşağı çekmek zorunda kaldıkları bir dönemde. Peki ne olacak şimdi? Ya sorunların iyice büyümesine göz yumularak gün kurtarılacak ya da üretim faaliyeti sonlanacak; öncelik ilk olasılığa verilse bile eninde sonunda diğer ihtimal kapıyı çalacak. Üretim azalırken işsizlik patlayacak başka bir deyişle günü kurtararak tükenmenin hasadı felaket olacak. Ekonomi büyüyemeyecek, işsizlik artacak; makyajla kendimizi olduğumuzdan farklı göstermek pek mümkün olamayacak. Dış piyasa koşulları da günü kurtarmaya yardım edemeyecek; enflasyonda çift haneli seviyeler gündeme gelecek. Biz yine ülkemizdeki küçük orta boy üreticiler açısından 2008 yılına bakmaya devam edelim. Elektrik zammı ve asgari ücret ayarlaması yetmiyormuş gibi sosyal güvenlik priminde gerileme yerine sınırlı bir artış olacağı da kesinleşti. Ayrıca enflasyonun hedeften sapmasını önlemek adına Türk lirasının daha da değerlenmesi için çaba harcanacağı da biliniyor; hammadde fiyatları küresel düzeyde yükselirken sınai ürün fiyatları da arz-talep dengesizliği ve durgunluk endişelerine bağlı olarak gerilemeye devam ediyor. Biz yıllardır yaptığınız gibi soruyoruz. Bu koşullardaüretim faaliyeti sürdürülemez, belki düzelir umuduyla gün kurtarılmaya çalışılırsa da kötü yola düşülmesi kaçınılmaz olur! Gerçekler dile getirilemez, herkes kendini olduğundan farklı gösterir, piyasaya olan borçlar kontrolsüz bir şekilde büyür ve vadeler uyar, kayıtdışılık arar, eninde sonunda verilen sözler tutulamaz… Düşenlerin dostu da kalmaz. Önemli olan basiretli davranıp bu duruma düşmemek adına kararlı olabilmek ve ilkelerden asla vazgeçmemektir. Ama olmadı, aldatıldık ve baştan çıkarıldık; belki bir mucize olur da işler düzelir sandık galiba!.. Üreticilerin bu duruma düşmesine sebep olanlar, başka bir deyişle mevcut ekonomik program uygulamasını hararetle desteklemek durumunda kalanlar bu durumdan etkilenmeyecek mi? Üreticilerin performans kaybı ile birlikte söz konusu kesimler için de zor bir dönem başlayacak; üretenlere reva gördükleri olumsuzlukları kendileri de yaşamak zorunda kalacak. Üreten kesimlerin önemi geç de olsa anlaşılacak: borç alacak zincirinin kırılması, buna bağlı olarak menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlıkların değer kaybetmesi, bilançoların yıpranması, dış finansman imkanlarının daralması ve sermaye hareketlerinin yön değiştirmesi gibi eğilimler gerçeklerin tokadı olarak karşımıza çıkacak. Üreten kesimlerin durumu ülkemizin aynası gibidir, onlar iyiye gidiyorsa geleceğe daha olumlu bakmak için geçerli sebeplerimiz olur, umudumuz büyür, aksi takdirde durumumuzun kötüye gittiği de daha fazla gizlenemez. 2008’e girerken üreten kesimlerin durumu hiç de iyi görünmüyor; asıl üzücü olan ise bu olumsuzluğu gidermek için hiçbir şey yapılmıyor, yaşananlardan ders alınarak yanlışlardan vazgeçilemiyor olması… Yaşadığımız krizlerde üretim aksamış, ama en büyük tahiribat hizmet sektöründe yaşanmıştı; sonuç bu kez de farklı olmayacak. Tarihten ders alamayanlar umduklarını tam aksi sonuçlarla tanışmak zorunda kalacaklar… |
|||||