ZİRVE Ali Nasuh MAHRUKİ
AKUT Başkanı
Ulusal Savunmanın En Önemli Unsuru Olan, Tarih Boyunca Öğündüğümüz İnsan Gücümüz Nereye Gidiyor?
 
Her devlet, iç ve dış tehditler olarak şekillenen, bekası ve güvenliği ile milletin refahına yönelen tehditlere karşı, kendi tehdit algılamalarına göre tedbirler almak zorunda kalmıştır. Tehdit değerlendirmelerinin asıl işlevi; belirlenecek tehdit / risklere karşı alınacak tedbirleri içeren milli güvenlik siyasetinin tespitine yön vermesidir.
 
Her ülke, kendi tehdit / risk algılamalarına göre bir milli güvenlik siyaseti belirlemek durumundadır.

Bu tanımdan yola çıkarak “Ulusal Savunma”yı ele aldığımızda şu açılımı yapabiliriz; Yurdumuzu, devletimizi ve milletimizi her çeşit ve her yönden gelebilecek tehlikelere karşı korumak amacıyla maddi ve manevi bütün ulusal kuvvetleri bu uğurda kullanmak için gereken hazırlıkları vaktinde yapmak ve bir gereklilik halinde de bu unsurları en büyük verimlilik ve kararlılıkla kullanarak sonuca ulaşmaktır.

Ulusal Savunma’nın amacı, milli ülkü etrafında tam bir birlik ve bütünlük halinde toplanmış olan ulusun maddi ve manevi bütün kuvvetlerini ulusal savunma uğrunda kullanmaya hazır olması ve gerektiğinde tereddütsüz olarak kullanmasının sağlanmasıdır. Ulusal savunma zaman zaman yanlış değerlendirilerek sadece askerleri ve milli savunma birimlerini ilgilendiren bir mesele olarak algılanır, oysa ulusal savunma milletin bütün fertlerinin, devletin, hükümetin ve ülkedeki bütün birimlerin ortak meselesidir ve tam manasıyla ulusal bir davadır. Ulusal Savunma aralarda üzerinde düşünülecek ve projeleri kağıt üzerinde tutulacak bir konu değildir. Devletin ve yurttaşların her zaman birinci önceliğinde olması gereken ve üzerinde çalışılıp geliştirilerek, her türlü gelişmeye karşı her zaman proaktif / önalıcı olarak hazır olunması gereken hayati bir konudur.

Devletlerin, ülkelerine güvenlik ve refah sağlamak ve bu unsurları geliştirmek olan değişmeyen görevlerinin uygulama aşamasında karşılaştığımız Ulusal Güvenlik ve Ulusal Savunma için kullandıkları güç ve imkanların tümüne Milli Güç denir. Bu milli güç unsurları; insan gücü, coğrafi güç, askeri güç, ekonomik güç, siyasi güç, sosyo – kültürel güç ve bilimsel – teknolojik güç olarak sınıflandırılabilir. Milletlerine sunacakları refah ve güvenlik arasında bir denge oluşturabilmek için devletler, öncelikle sahip oldukları milli güç unsurları arasında bir denge oluşturmak zorundadır, çünkü bu güç unsurları ayrılamaz bir biçimde birbiri ile ilişkili ve karşılıklı bağımlıdır.

“İnsan Gücü”, diğer bütün unsurlarının planlanması ve uygulanması sözkonusu olduğu andan itibaren en önemli faktör olarak karşımıza çıkar. Çünkü doğal bir zorunluluk olarak insanların hayatına ait olan herşey insanla başlar ve yine insanla biter. Diğer güç unsurlarının tamamı insan gücü faktörünün çarpan etkisiyle büyük bir atlama ile son derece etkin pozitif bir bileşen haline dönüşebilirler, yeter ki bu unsurları doğru değerlendirip uygulama aşamasında doğru hamleler yapabilecek kapasitede insan gücümüz olsun. Elbette ki bu denklem tersine de işler, yetersiz ve/veya yanlış insan gücü ile, doğal olarak sahip olduğunuz coğrafi güç bile milli güce negatif bir faktör olarak etki edebilir.

Herhangi bir alanda “İnsan” faktörünü değerlendirebilmek için, öncelikle insanın ne olduğunu, nasıl tanımlanabileceğini kabaca da olsa anlamamız gerekir. Sürekli değişim ve gelişim içinde bulunan, yapıcı - yıkıcı ve yaratıcı - yokedici özellikleri, biyolojik ve kültürel ögeleri, her bireyinde kendine özgülük nitelikleri ile insan, yapısı itibarıyla oldukça karmaşıktır. Doğal olarak yaşamını sürdürme ve diğer canlılara göre önemli bir üstünlük olarak yaşamını geliştirme arzusu ve potansiyeli ile dünyaya gelen insan, bu amacına ulaşabilmek için, kurduğu toplumsal düzenlerde hep bu yönde çalışmak zorunda olmuştur. Aksi taktirde kendilerini bu konuda daha çok geliştiren ve hazırlıklı olan toplumların, tarih boyunca daha az gelişmiş diğerlerine yaptığı gibi yokolmaya veya ezilen, kullanılan toplumlar olmaya mahkum olurlar. Çok basit bir tarih dersi gösterecektir ki içgüdüsel olarak insanlar, dünya üzerindeki kısıtlı kaynakları hemcinsleriyle kardeşçe ve eşit olarak paylaşma konusunda son derece isteksizdirler. Bu paylaşımdan en çok payı alabilmek için de, o günün güç dengeleri, teknolojisi ve uluslararası işbirlikleri çerçevesinde, bundan binlerce yıl önce sahip oldukları vizyon ve önceliklerden ne daha az, ne de daha çok istekli veya daha iyi, daha kötü niyetlidirler. Geçmişin kabileleri, bugünün devletleri olarak bütün insan toplulukları ırksal, dinsel, etnik, kültürel, dilsel veya coğrafi bir takım bağlantılarla kendilerine yakın buldukları diğer topluluklarla birleşerek, yine aynı gerekçelerle kendilerinden uzak olduğunu değerlendirdikleri topluluklara karşı, dünya üzerindeki kaynakların paylaşımı konusunda mücadele etmişlerdir. Kılıçtan nükleer silahlara kadar çok geniş bir yelpazede çağın savaş teknolojileri ve silahları bu mücadelenin sonuçlarını ve ölçeğini belirleyen en önemli unsurlar olmuştur.

Geçtiğimiz yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı ve sonrasındaki iki kutuplu dünya ve yüzyılın son sürecinde tek kutupa inen dünya sistemi herkese göstermiştir ki, artık uluslar topyekün bir harbe girerlerse sonuç harbe taraf olan herkes için geçmiş dönemlere kıyasla çok daha ağır ve acı olacaktır. Öncelikler ve niyetler hiçbir şekilde değişmemekle birlikte, hatta küresel nüfusun artık gerçekten de kısıtlı kaynakları iyice kıymetlendirmesine ve en zengin ve en yoksul devletler arasındaki uçurumun tarihin bugüne dek görmediği ölçeklere ulaşmasına rağmen, bugün için aklı başında hiçbir devlet ve insan sonuçta topyekün yıkıma kadar gidebilecek bu tür bir çatışmayı göze alamaz.

Bu olgular ve zorunluluklar dolayısıyla günümüzde devletler birbirlerine üstünlük sağlama ve sonucunda kısıtlı olan küresel kaynaklardan en yüksek payı kapma konusunda gösterdikleri mücadeleleri caydırıcılık ve meşruiyet yaratma gibi bir takım çatışma dışı metodlarla sürdürmektedirler. Bu metodları en iyi geliştiren, en iyi uygulayan, kendisini diğer devletlere en iyi ifade eden ve bu anlamda en büyük desteği alabilen devletler veya devletlerin oluşturduğu birlikler bu küresel oyunda kazançlı çıkmakta ve kendi kültürlerine gelecekte de varolma imkanı yaratmaktadırlar. Devletler insan topluluklarından oluşur ve devletler ölçeğinde yaşanan ‘Küreselleşme’ adı verilen ve mümkün olduğu kadar kansız sürdürülmeye çalışılan bu mücadelede her devletin elindeki en büyük güç yine insandır.

Devletlerin dünya sisteminde etkinliğini önemli ölçüde belirleyen unsurların başında kuvvetler etkileşimi içindeki rolü ve jeostratejik konumu bir de kültürü gelir. Ekonomi, toplum yapısı, bilim ve teknoloji, enformasyon ve iletişim teknolojileri, eğitim,demografi, insan kaynakları, sağlık, enerji, siyasi yapı, hukuk düzeni gibi alt unsurlar bu iki temel olgudan etkilenerek şekillenir. Bu iki temel olgu ve bağlı – bağımlı tüm alt unsurlar insan faktörü ile doğrudan etkileşim içindedir. Toplumların temel yapıtaşı olan insanı güçlü ve asil ya da güçsüz ve sefil yapan en önemli unsur da eğitimdir. Eğitimi, yetişkin neslin bir plana ve gayeye (Milli Hedefler ve Milli Menfaatler) göre genç neslin bedeni ve ruhi gelişimini sağlaması veya toplumun gereksinimleri doğrultusunda bireyler yetiştirilmesi şeklinde tanımlayabiliriz.

Büyük önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için yetiştirmek zorunda olduğu insan özelliklerine baktığımızda ilk anda şu nitelikleri alt alta yazabiliriz; Kendine güvenen, özgürce düşünen, düşündüğünü eyleme dönüştürebilen, vatandaşlık bilincine sahip, yurtta ve dünyada barışı benimseyen, cumhuriyet yönetimini yaşam biçimi olarak benimseyen, ekonomik yönden yapıcı ve etken, pozitif bilimi esas alan, güzel sanatları seven, fizik ve düşünce yönünden gelişmiş, erdemli, kendi benliğine, ulusuna ve vatanın bağımsızlığına düşman olan unsurlarla savaşma gereğine inanmış, insan - ulus ve yurt sevgisi olan, bağımsızlık onuruna sahip, dogmaya kapalı, bilime ve bilimsel düşünceye açık, dinamik düşünceyi, dinamik devrimi ve açık toplum idealini benimseyen. Kısacası devletimizin bekasını ve güvenliğini ve milletimizin refahını tesis etmek, bölgemizde lider ülke olmak, dünyanın geleceğinde geçmişte olduğu gibi yine etkin aktörlerden biri olmak amacıyla milli güç unsurlarımızdan en verimli şekilde kullanabilmek istiyor