PERSPEKTİF Ali MİDİLLİLİ
TEDMER br> (Türkiye Etik Değerler Merkezi) Başkanı
Futbol Yönetimi Yaklaşımı Yeniden Yapılanmak Zorunda
 
2005 – 2006 futbol sezonuna fırtınalı bir giriş yapıldıktan sonra, bu sayıdaki yazımı Türk futbol yönetimine ayırmak istedim. Benim görüşüme gore, "Temiz Lig" sloganı ile başlatılan kampanyalar, Türk futbolunun yönetimindeki zaaflara ve bugüne kadar "hasır altı" edilmiş sorunların çözümsüzlüğüne gösterilen tepkilerdir. Her ne kadar Fenerbahçe Kulübü bu kampanyada hedef gösterilmiş olsa bile, bu tepki Türk futbolunun artık "idare edilemeyecek" kadar büyük sorunların içinde sıkışmış olduğunun bir göstergesidir.
Bu sorunun çözümünün ise sadece TFF’de olamayacağının, Türk futbol camiasının kurumsallaşması, "etik ve fair play" yaptırımlarının güçlendirilmesi "best practice" örneklerinin, daha sık uygulanmasından geçtiğine inanıyorum. Türk futbol camiası kimler tarafından temsil edilmektedir? Benim görüşüme göre yaklaşık 25 farklı çıkar grubu veya "paydaşı" tarafından temsil edilmektedir. Bunların bir kısmı, "Turkcell Süper Ligi" futbol klüpleri, futbol medyası, profesyonel futbolcular, MHK, TFF, Digitürk, siyasi otorite gibi kurumlar, bu camia içinde daha güçlü ve "lider" konumdadırlar. Bazıları da, amatör futbol klüpleri, dayanışma ve yardım vakıfları, gibi daha az güçlü ve "takipçi" konumda bulunmaktadırlar.
Ne varki bu farklı camia mensuplarının çok "farklı ajandaları" bulunmaktadır. Buna ilaveten futbolun mafya ile olan ilişkileri, siyasetçilerin futbolun özerk yapısına el atmış olmaları, medyada "rating" uğruna yapılan mücadeleler, bahis, kumar ve şikenin giderek yaygınlaşması, futbolda maddi çıkarların süratle büyümesi, ve eşit bir rekabet zemininin oluşamaması Türk futbolunu daha da olumsuz olarak etkilemektedir.
Peki bu sorunları bu camia bilmemekte midir? Neden "yapıcı" bir tutumla ve bir bütünlük içinde bu sorunlarla mücadele edilememektedir? Neden "yapıcı olmayan yaklaşımları" aşılamamaktadır? Genel bir gözlem yapmak gerekirse, özellikle yazılı ve görsel futbol medyası ve "Dört Büyükler" olarak adlandırılan futbol kulüpleri bu konuda isteksiz görünmektedirler. Diğer camia mensupları bir izleyici konumunda bulunmakta ve sessiz kalmayı tercih etmektedirler. Devlet ve kamu kurumları ise bürokratik yapılarının verdiği ağırlık ve hizmet anlayışlarının farklılığından "proaktif" olmak yerine "reaktif" bir konumda bulunmaktadırlar. Bir başka deyişle, "yangın önleyici tedbirler almak yerine, yangın söndürmeyi" tercih etmektedirler.
Dolayısı ile futbol camiası bütününü temsil eden TFF liderliğinde bir şeyleri daha farklı ve daha doğru yapmalıdır. Artık "doğruluk, dürüstlük, şeffaflık, adiliyet, fair-play ve etik, eğlence ve bilinçlendirme gibi değerlerin iletişimi sürekli, tutarlı ve kurumsal bir çerçevede yapılmalıdır. Etkin ve sürekli iletişim kanalları ile futbol camiası içindeki lider kurumlar ve bunların temsilcileri bu değerleri inanarak ve sürekli olarak çevrelerine yapmadıkları takdirde, o camia ve o toplum içinde bulunan diğer insanları ve diğer kurumları etkilemeleri mümkün olmayacaktır.
Futbol camiamızın tüm mensupları ortak değerler ve söylem oluşturma, etkin ve sürekliiletişimde bulunma, doğruları konuşma ve kritik olaylara etik ve fair play’i içeren yaklaşımlar olmadığı takdirde başarılı sonuçlar almak ve çözümler üretmek de o kadar güçleşecektir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen son 10 senedir giderek artan bir sportif başarı futbol camiasını ikiye bölmüş bulunmaktadır. Bir yandan yapıcı, olumlu düşünen, değişim isteyen, doğruların farkında olan, nitelikli, etik, fairplay, ve sportmenliğin bilincinde olan bilgili ve yapıcı bir kesim bulunmaktadır. Bu kesim sadece kurumsallaşmayı, kalite ve verimliği, sportif başarıyı, veya alt yapı yatırımlarını futbol başarısı için yeterli görmemekte, çünkü etik ve fair play değerleri olmadığı bir futbolda kurumsal ve sportif başarınında kalıcı olamayacağının bilincindedirler.
Diğer kesim ise, Türk futbolunun kısa dönemci, sadece sportif başarıya endeksli, kendi çıkarlarını ortak çıkarlardan her zaman üstün tutan, amaç için her yolun araç olabileceğine inanan, futbolu bir siyasi ve ekonomik çıkar aracı olarak gören, ve değişim istemeyenlerden oluşmaktadır. Bunlar için ‘elle tutulamayan’ veya ‘cebe girmeyen’ değerler ve sporun ruhu birşey ifade etmemektedir. Sonuç olarak, Türk futbolu bugün bir "bıçak sırtındadır". Bir taraftan tekelleşme eğilimleri, mafya ile olan ilşkilerin klüp başkanlarına kadar uzanmış olması, giderek artan bahis gerçeği, çoğalan şiddet olayları, çıkar amaçlı taraftar örgütlenmeleri, bölgesel ve kültürel ayrışmalar veya güçbirlikleri, ortak çıkarların bireysel çıkarlara dönüşme riskleri bulunurken; diğer tarafta ise, Türk futbolunun güçlenmesi için uğraşanlar, uluslararası standartlara ulaşmak için ortak çaba harcayanlar ve futbolun herşeyin ötesinde bir spor olduğuna inananlar ve tekrar inanmak isteyenler bulunmaktadır. Bu şekilde baskı altında bulunan bir dengenin uzun müddet muhafaza edilebileceğini düşünmek ise iyimserlik olabilir.
Türk futbolunun, önce Türk toplumuna iyi bir örnek teşkil edebileceği, bununla beraber uluslararası alanda da bir dünya markası olabileceği düşünülüyorsa, en kısa zamanda futbol camiası harekete geçmeli ve Türk futbolunun ortak çıkarları çerçevesinde bir ortak akıl ve hareket planı oluşturulmalıdır.
Yoksa, AB uyum süreci müzakerelerinin resmen başladığı bu günlerde, Türk futbolu da Türkiye Cumhuriyeti gibi kendini müzakerelerde "imtiyazlı üye" statüsünde bulabilir. Yeni UEFA ve FIFA yaptırımlarına ayak uydurabilmesi için Türk futbolunda köklü bir değişim, acilen şarttır.