PERİSKOP Mehmet Uğur CİVELEK
Ekonomist
Hesapsız refah anlayışının sonu!
 
2009 yılı başından bugüne ülkemizde yaşanan gelişmeler ve devreye giren yeni uygulamalar geleceğe yönelik belirsizliği azaltmıyor. Zira küresel krizin etkisi kaybolup, dünya ekonomisi yeniden canlanana ve likidite bollaşana kadar durumu idare etmeye çalışan genel bir anlayış sözkonusu: bir yandan iç talep uyarılarak canlandırılmaya çalışılıyor, diğer yandan döviz kurunda yaşanacak olası yükselişleri engellemek adıan IMF konusu gündemde tutuluyor. Asıl önemlisi söz konusu yaklaşımların sürdürülebilir olmadığı, küresel koşullar düzelmezse çok ciddi sıkıntıların yaşanacağı biliniyor.
Gerek ülkemizde gerekse küresel düzeyde, ağırlaşmış yapısal sorunlar nedeniyle esneklik tümüyle kaybedildiği için kapsamlı politika değişikliği mümkün olamıyor. Başka bir deyişle içine düşülen kısır döngüden çıkılamıyor. Sorunları ağırlaştıran poltikalara devam etme zorunluluğu hareket yeteneğini ve de ufkunu daraltıyor.
Bir anlamda insanlığın aklın yolunu bulması imkansızlaşıyor, zira daha önce alınmış pozisyonlar yapılacaklar ve yapılmayacaklar üzerinde belirleyici oluyor. Hal böyle olunca küresel ekonominin canlı ve likiditenin bol olduğu günlerin geri gelmesi mümkün görünmüyor. Gelir dağılımının bozukluğu ve rekabet koşullarının olumsuzluğu büyürken durgunluğun dalga dalga gelişmesi sistemik riski tırmandırıyor. Menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık fiyatları ile orta vadeli enflasyon üzerinde belirleyici olan hammadde fiyatlarının paralel hareket etmesi endişeleri tırmandırırken güven bunalımını derinleştiriyor.
Varlık değerleri geriledikçe bilançolar yıpranıyor ve kredi krizi genişliyor; ekonomi daralıyor ve işsizlik artıyor. Paralel olarak talep daralıyor, stoklar artıyor, kredi geri ödemeleri aksıyor ve hammadde talebi daraldıkça fiyatları da düşüyor. Deflasyonist kriz kabusa dönüşüyor ve yapısal sorunlar ağırlaşıyor. Kredi krizini sonlandırmak için kurtarma paketleri açılıyor ve menkul-gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerindeki kayıplar kısmen de olsa geri alınarak bilançolardaki batıklar ortadan kaldırılmaya çalışılıyor; fakat bu kez hammadde fiyatlarının yükselmeye başlaması, sabit getirili menkullerin enflasyon endişesi ve tehlikeli hale gelmesi durgunluktan çıkmayı engelleyen ve sorunları ağırlaştıran değişken haline geliyor. Durum böyle olunca Dünya ekonomisinin normalleşmesi mümkün olamıyor, ülkemizde uygulanan politikaların imkansıza bağımlı oluşu da geleceğe yönelik belirsizlik ve kırılganlığı tırmandırıyor.
ABD, AB gibi gelişmiş ekonomilerdeki talebin bir daha eski düzeyine gelmeyeceği gerçeği genel kabul görüyor. Fakat ayrışma yaklaşımı çerçevesinde boşluğu gelişmekte olan ekonomilerin dolduracağı ve yeni bir denge kurulacağı tezi inandırıcı görünmüyor. Zira fiyat hadlerinin zorunlu ihtiyaç maddeleri lehine ve diğerleri aleyhine değişme eğilimi güçleniyor ve ekonomik daralma dalgalı bir şekilde küresel nitelik kazanıyor.
Ülkemizdeyse küresel gerçekler hesaba katılmadan, adeta akıntıya karşı yüzme çabası ön plana çıkıyor. Tüm sektörlerde arz fazlası varken yeni yatırımlar teşvik ediliyor! Faaliyet gelirleri azalan bireyler şuursuzca daha çok tüketmeye özendiriliyor! Zira bunlar olmazsa yaşanacak durgunluğun kamu kesimi ve mali sekötrü yıpratacağı, türk lirasını değersizleştirerek durgunluğu derinleştireceği düşünülüyor.
Atıl yatırımları ve hesapsız tüketimi teşvik etmenin çözüm olmadığı düşünülmüyor; küresel sıkıntının geçmeyeceği gerçeği görmezden gelinerek gün kurtarmak marifet sayılıyor. Bu kafada olanlara soralım, bireysel ve kurumsal düzeyde kullanılan kredilerin geri dönme oranı kademeli olarak azalacaksa mali sektör ve kamu kesiminin durumu ne olur? Korkunun ecele faydası var mıdır?