|
|||||
|
|||||
Ekonomiye ilişkin olarak yapılan tartışmalara bakılınca son senelerde ulaşmaya çalıştığımız fiyat istikrarı yerine hedefi yeniden enflasyona çeviren istekler ve öneriler geliyor olması son derece önemli.
Tartışmalarda getirilen önerilerin ve isteklerin enflasyon yaratacağı ve esasında istenilenin yeniden enflasyonlu bir dönem olduğu konusunda bu fikirleri savunanların ne kadar bilinçli olduğu da anlaşılamamaktadır. Yeniden enflasyonlu döneme yol açacak düşük faiz ve yüksek kur politikası bu önerilerin başında gelmektedir. Türkiye bu politikayı son otuz sene boyunca uygulamış ve yaşamıştı. Aynı dönemde yola çıkan ülkelerin tamamı otuz yıl içinde gelişmiş ülke statüsüne geçtiler, Türkiye ise kamu borçlanmasının sınıra ulaşması yanı sıra, ekonomik büyüme olarak yerinde saydı. Artık günümüzde kur artışları ile sürdürülebilir bir rekabet gücü kazanma, üretimi arttırma ve ekonomiyi büyütme olasılığı bulunmuyor. Bu yöntemi kullanan hiçbir ülke de kalmadı. Çünkü dünya üretimde, ihracatta ve üretime ve ihracata dayalı büyüme de mukayeseli üstünlükler (comperative advantage) yerine rekabetçi üstünlükleri (competitive advantage) kullanıyor. Birinci yöntem veri, yani elinizde ne mevcut ise onu kullanıyorsunuz, ikincisi yani rekabet üstünlükleri ise sizin ülke olarak yarattığınız unsurları içeriyor. Örneğin eğitim seviyeniz, işgücü verimliliğiniz, işletmeleriniz yaratıcılığı, ar-ge gücünüz, yeni teknoloji yaratma kapasiteniz, markalarınız, dünyadaki satış zincirleriniz ve satış gücünüz gibi. Artık dünyada tüm ülkeler rekabeti, üretimi ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi rekabetçi avantajlara veya rekabetçi üstünlüklerine dayandırıyorlar ve tüm çabalarını ve kaynaklarını rekabetçi üstünlükler yaratmak için kullanıyor. Türkiye halen bu gerçeği göremedi veya görenlerin sayısı az veya görenler var ama kabullenmek işimize ve kolayımıza gelmiyor. Rekabetçi üstünlükler yaratmak yerine döviz kurlarını arttırmak ve yeniden enflasyon yaratmak kolayımıza geliyor. Son 30 yıldır kur artışlarının ve enflasyonun ortalama yüzde 50’lerde olduğu Türkiye’de rekabetçi avantajlara da ihtiyaç duyulmadı, ama ekonomi sonunda tıkandı. Şimdi bir değişim süreci yaşanıyor. Ve işletmelerimiz de bu değişim sürecine ayak uydurmakta zorlanıyor. Fiyat istikrarına yaklaştıkça ve rekabetçi üstünlüklere olan ihtiyaç arttıkça işletmelerimizin de kar marjları doğal olarak daralıyor (enflasyon düşüyor) ve ilave sermaye ihtiyacı artıyor. Bu ortamı da işletmelerimiz işler iyi gitmiyor veya ekonomide kriz geliyor diye algılıyor. Tam tersine ekonomi iyileştikçe veya normalleştikçe işletmeler farklı sıkıntılar yaşıyorlar ve bunları yanlış yorumluyorlar. Ekonomide işletmelerin rekabetçi avantajlar veya üstünlükler kazanması ile ekonomide sürdürülebilir büyümenin en önemli gerek ve yeter koşulu ise fiyat istikrarı. Türkiye’nin uyguladığı programın eksiği ise sadece fiyat istikrarına yönelik makro politikalar içermesi. İşletmelerimizimukayeseli üstünlüklerden rekabetçi üstünlüklere taşıyacak bir mikro program içermemesi ve hatta buna ihtiyaç duyulduğunun bile farkında olunmaması. Eğer işletmeler için yine sadece mukayeseli üstünlükler istiyorsak, inişli çıkışlı büyümelere geri dönmek istiyorsak, yeniden enflasyon yaratalım ve bunun için de en yükseğinden kur, en düşüğünden faiz politikalarını uygulayalım. (Esas ekonomik krizi bunları uygularsak 6 ay geçmedenyaşarız) Hayır, işletmelerimize dünya ölçeğinde rekabetçi üstünlükler kazandıralım, sürdürülebilir büyümeye ulaşalım diyorsak, fiyat istikrarını hedefleyelim ve işletmelere yönelik kapsamlı bir mikro programı devreye sokalım. Son söz Hükümete; eğer fiyat istikrarı ve sürdürülebilir büyümeye gerçekten inanıyorsanız siz de işletmeleri yaşatın; bunun için de sadece yakaladığınız işletmelerin boğazını sıkarak ( yüksek kamu yükleri) sağladığınız mali disiplini bu kez kamu harcamalarını kısarak, kayıt dışını kontrol altına alarak, vergiyi yaygınlaştırarak sürdürün ve işletmelere rekabetçi üstünlükler sağlayacak sektörel-bölgesel farklılıklar taşıyan bir mikro program hazırlayın ve uygulayın. |
|||||