SİYASİ VİZYON Ural AKÜZÜM
ARI Hareketi Başkanı
Haklar ve Sorumluluklar
 
Soğuk savaş sonrasının değişen dünyasında insan hakları teorisiyle ilgili tartışmalarda yeni bir takım yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımlar ve bu yaklaşımlar etrafında şekillenen tartışmaların temel ekseni “toplumsal sözleşme”yi oluşturmak için egemenlik haklarını devlete veren bireylerin haklarını elde etmeleri karşılığında çeşitli toplumsal, politik ve hukuki “sorumluluklar” üstlenmeleri nosyonu üstüne oturmaktadır.

Sivil Toplum bu doğrultuda toplumsal katılımın önemini kavramış bir neslin oluşması için başta gençlerin olmak üzere toplumu oluşturan çeşitli grupların katılımcılığıyla ilgili çeşitli çalışmalar yapmalı ve projeler üretmelidir. Detaylara geçmeden önce konu ile ilgili olarak gelişen tartışmalara özel olarak Türkiye bağlamında biraz daha değinmek gerekmekte.

Haklar ve sorumlulukların bir arada ele alınması kimi kamu hukukçuları ve siyaset bilimciler tarafından çoğu zaman fiili bir adaletsizlik yaratacağı kaygısıyla tepki ile karşılanmaktadır. İşte burada yerine getirilmesi gereken sorumluluğun da iyi tanımlanmış olması gerekliliğinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Bu sorumluluk nedir? Yerine getirilmemesinin yaptırımı var mıdır? Yoksa olmalı mıdır?

Bu soruların yanıtı AB üyeliği perspektifi ile Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu süreç ve gelişmelere bağlıdır. 1999’da Helsinki Zirvesi ile birlikte Türkiye hem adaylık statüsünü almış hem de Türk Siyasal Hayatına “sivil toplum” Cumhuriyetin hiçbir döneminde olmadığı kadar güçlü bir aktör olarak çıkmıştır. Bu zirveden sonra Avrupa Birliği ekonomik, sosyal, siyasal boyutlarıyla ülkede yeni bir tartışma ikliminin oluşmasına yol açmıştır.

ARI Hareketi, uzunca bir süredir Türk Gençliği’nin katılımcılığını artırmak üzere çalışmalar yapmakta ve Türkiye’nin dört bir köşesinde gençlerle toplantılar düzenlemektedir. Bu toplantılarda yapılan gözlemlerden birisi de Türk Gençliği’nin insan hakları konusunu yeterince benimsemediği olmuştur.Konunun derinine inildiğinde gençlerin insan hakları konusundaki bilgilerinin de sınırlı olduğu ve insan haklarına ilişkin bazı konularda farkındalıklarının yüksek bazı alanlarda ise düşük olduğu görülmüştür. Bu gözlemlerin sonucunda Türk Gençliği’nin insan hakları konusunu daha fazla benimsemesi için insan haklarına ilişkin tüm alanlarda farkındalık düzeyinin yükseltilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Bu çerçevede insan hakları konusunda temel amacı “Türk Gençliği’nin insan haklarının kapsadığı tüm alanlarına ilişkin farkındalığını daha üst seviyelere çıkararak gençliğin insan haklarını bir bütün olarak benimsenmesine katkıda bulunmak” olan bir proje gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.

Herkes İçin İnsan Hakları Projesi’nin temel yaklaşımında iki husustan bahsedilmesi gerekmektedir. Bunlardan birincisi biraz önce gerekçelerini aktarmış olduğum bütüncül yaklaşımdır. Bir normlar bütünü olan insan hakları ancak bu yaklaşımla gerçek değerini yansıtacak ve ancak böylece herkes için insan hakları olacaktır. Dolayısıyla farkındalığın göreceli olarak düşük olduğu ikinci kuşak haklar (sosyal haklar) ve üçüncü kuşak haklar (dayanışma hakları) konusunda bilgi düzeyini yükseltmenin önemine inanıyoruz.

Yaklaşımımızın bir diğer unsuru da insan hakları ve sorumluluklarının birbiriyle ilintili olarak ele alınmasıdır ama bu konuda herhangi bir yanlış anlaşılma olmaması için insanın “insan olma sıfatı nedeniyle bütün temel hak ve özgürlüklere sahip olması gerektiğini, yani söz konusu hak ve özgürlüklere sahip olmanın belli sorumlulukları yerine getirmiş olma koşuluna bağlanamayacağının vurgulanması gerekmektedir. Öte yanda da özgürlük ve sorumluluk arasındaki doğrudan ilişki insan haklarının sorumluluklar ile birlikte düşünülmesi gereğini ortaya koymaktadır. Sorumluluklarını yerine getirmeyen bireylerin haklarını aramakta, hakları ihlal edilen bireylerin ise sorumluluklarını yerine getirmede çok da etkin olamadıkları görülmektedir.

Yönetmek için toplumdan vekalet alanların ülkenin bütün dertlerini halletmesini beklemek, “devlet baba gelsin bizi kurtarsın” şeklinde özetlenebilecek zihniyetin bir sonucudur. Tabii ki siyaset kurumu toplumu en iyi yönetcek kişilerin seçilmesi ve siyaset yapma biçimiyle o ülkenin sorunlarına çözüm bulunması için yapılandırılmıştır. Fakat neticede yönetenler de insandır ve yönetilme sorunu insanların ötesinde sistemle alakalı bir sorundur.

Toplumsal kalkınma o toplumu oluşturan bütün fertlerin iradesi ile mümkün olabilecek bir kavramdır. KENNEDY’nin “Bugün bu ülke benim için ne yaptı sorusundan vazgeçin, bugün ben ülkem için ne yaptım diye sorun” sözü bu anlamda yol göstericidir. Tabii ki artık ülkeler için, devletler için, mensup olunan gruplar için değil “toplum için” ne yapıldığı önemlidir.

İşte bu nedenle toplumsal sorumluluk duygusunu geliştirmek, insanların toplum için, kendilerinden her bakımdan daha kötü durumda olanlar için bir şeyler yapmasını sağlamak misyonu çağımızda yönetenlerle yönetilenler arasında tarih boyunca yaşanan tartışmaların üzerine çıkmıştır.

Türkiye’de Toplumsal Sorumluluk
Türkiye Osmanlı’dan sonra ümmet toplumunda ulus-devlete geçişin sancılarını yaşamıştır. Türk ve İslam kültüründen gelen dayanışma, imece, yoksullara yardım gibi olgular varolsa da bunların toplumsal sorumluluk duygusu içselleştirilerek yapılan sosyal faaliyetler olduğunu iddia etmek güç olacaktır.

Türkiye’de bireyler veya sosyal gruplar “toplumsal sorumluluk”larını yerine getirmeyi ağırlıklı olarak “hayır işleri” ile paralel görmektedirler. Örneğin yoksul bir ailenin karnının doyurulması, bir hemşeri derneğinin o yöreden gençlerin eğitimi için burs katkısında bulunması, bazı geceler düzenlenerek bunların finanse edilmesi toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesi anlamına çoğu zaman gelmektedir.

Oysa toplumsal sorunlar çoğu zaman bireylerden değil “sistemden” kaynaklı olduğundan sistemin işleyişini bozacak herhangi bir davranış da toplumsal sorumluluğun önemsenmediği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Gerçekten Türkiye’nin özellikle 90’larda yaşadığı yönetimsel ve ekonomik krizlerin çoğunun sebebi bireysel değil yapısaldır. Bu da sisteme uyulmaması, değerlere riayet edilmemesi ve hukukun önemsenmemesi sonucunda ortaya çıkmış krizlerin nasıl bir vakit kaybı olduğunun göstergesidir.

İşte bu noktada temsili demokrasinin içine girdiği kriz, hukuku ve kurumları daha belirlenmemiş olsa da bir düşünce egzersizi olarak alternatifini tartıştırmaya başlamıştır. Modern toplum bireyin, bireyselliğin ön plana çıktığı; bireyin kutsandığı, fetişleştirildiği bir yapıydı. Klasik demokrasinin bir boyutu da bireyin haklarını korumak olarak şekillenmişti. Bu bireysellik toplumsal duyarlılığın ve bireyin topluma karşı olan sorumluluğunun arka plana atılmasına neden oldu. Katılımcı demokrasi bireysellik vurgusunu yaparak toplumsal duyarlılığın yeniden toplumun gündemine gelmesini gerektirmektedir. Katılımcı demokraside adı geçen NGO, sivil toplum kuruluşları ya da hareketler gibi sivil oluşumlar toplumun bütününü ya da bir bölümünü ilgilendiren bir konuda ortak duyarlılığa sahip ve bunu kurumsallaştıran bir grup birey tarafından kuruluyorlar. Katılımcı demokraside birey aynı zamanda yurttaşhaline geliyor.

Demokrasi, Yurttaşlık: Hak ve Sorumluluklar
Demokrasilerde hükümetlerin insanlara hizmet etmesi esastır, insanlar devlete hizmet için varolmazlar. Başka bir deyişle demokrasilerde insanlar devletin vatandaşlarıdır, tebaaları değildir. Demokrasi kesin bir biçimde devleti değil insanı ön planda tutar; demokrasinin önceliği devletin değil vatandaşların iyiliğidir. Öte yandan demokratik bir yönetimde sistem vatandaşları korurken onlardan da sadık olmalarını bekler. Bu şu demektir: vatandaşların hakları olduğu kadar demokratik sistemin devamı için bir takım sorumlulukları vardır.

Bu sorumluluklardan en önemlisi ise hiç kuşkusuz modern politikanın en önemli siyasi katılım aracı olan