|
|||||
|
|||||
Bir süreden bu yana rafa kalkmış gibi görünen ancak padişahlık özleminin değişik bir kalıbını oluşturan “başkanlık sistemi” tartışmaları, AB sürecinin hızlanmasıyla yeniden gündeme gelmeye başladı nedense. Belki de bilinmeyen eller, sistemi anlatan kitabın sayfalarını açmaya başladı tekrar. İlk adımı olarak da seçim sisteminin ve sistemin içerdiği %10’luk seçim barajının kaldırılmayacağının gündeme sürülmesi dikkat çekmeye başladı bugünlerde. Hem de bunu adalet işlerini yürüten bir bakanın dillendirmesi ilginç değil mi sizce? | |||||
Parlamenter demokrasiden vazgeçilip, yürürlüğe konulması istenilen “başkanlık sisteminin”başarılı gibi göründüğü ABD de bile önemli eleştiriler varken, bunun yarısının uygulandığı bir kısım Avrupa ülkeleri önümüzde örnek olarak dururken, bizim gibi henüz tam demokratik yaşamı beceremeyen ve toplumsal eğitim konusunda bunca sorunu olan bir ülkede böyle bir sisteme geçiş özleminin özellikle sağ kulvardaki parti başkanları ve sözcülerinden gelmesi düşündürücü değil mi? Devlet yaşamında çok uzun sayılmayacak bir süre önce, yönetim biçimini demokratik bir devrimle, teokratik monarşiden (padişahlıktan) kurtaran ve cumhuriyete dönüştürüp parlamenter sistemi yerleştiren bu toplumu, ulus olmaktan çıkarıp, tekrar ümmete dönüştürmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Her ne kadar bir çok aksayan yanı olmakla birlikte, tek başına iktidar olanların mevcut sistemden şikayetçi olmaları, insanın aklına padişah olma özlemlerini getiriyor. Öyle ya sistemin aksayan yönlerini bir çok güzel örneği ele alarak düzeltmek varken, buna hiç dokunmadan “başkanlık sistemini” istemek akla başka ne getirebilir ki. Bir an bu isteğin olduğunu varsayalım. Arkasından ilk istenecek şey “halifeliğin” tekrar ihyası olacaktır şüphesiz. Bir an Osmanlı padişahlarını düşünün. İmparatorluğu yönetmek için çevrilen saray entrikalarını, çevrilen dolapları, boğdurulan kardeşleri,okuduklarınızdan hatırlamaya çalışın. Hepsi tek başına iktidar hırsı adına yapılmadı mı? Hatta sağlık durumuna hiç aldırış edilmeksizin, çocuk, akıl hastası padişahlar tahta çıkmadı mı? Bu durumun koca imparatorluğu sonunda ne durumlara düşürdüğü bilinmiyor mu? Bu sadece bizde de olmadı. Batının geçmişinde de aynı veya benzeri tek başına yönetimlerin Dünya’ya nelere malolduğunu biliyoruz. Bütün bu deneyimlerden sonra, iktidar erkinin birlikte ve toplum adına birbirini denetleyerek kullanılmasına geçilmesinin bu gün ulaştığı harika sonuçlara rağmen, eskiye dönüşü hızlandıracak isteklerde bulunmak, parlamenter demokrasiye darbe vurma isteğinden başka ne ile izah edilebilir. Denetimsiz olmak ve dikensiz gül bahçesi yaratma istekleri tarih boyunca hep var olmuştur. Önemli olanı düşünceler farklı da olsa birlikte yönetim anlayışı olmalıdır. Bunun en güzel örneği Bülent ECEVİT-Mesut YILMAZ-Devlet BAHÇELİ müşterek yönetimidir. Milletvekili dokunulmazlığını, seçim meydanlarında söylediklerinin aksine, batı standardına getirmekten özenle kaçanların elinde başkanlık yetkilerini düşünmek dahi insanı ürkütmektedir. Hele, adalet bakanının istikrar için bu sistemin gerekli olduğunu dillendirmesi bu ürküntüyü kabusa çevirmektedir. Sanki istikrarın tek yolu başkanlık sistemiymiş de başka bir sürü yolu yokmuşcasına. Yargıyı bağımsız hale getiremeyenlerin elinde başkanlık sistemini düşünün. Kadılara gün doğmaz mı? Aldın mı fetvayı uygula gitsin. Aslında bu durum mevcut siyasal sistemimizin hukuk yapısından kaynaklanmaktadır. Yürürlükteki, anayasa, siyasi partiler yasası, seçim yasası mevcut haliyle devam ettikçe bu dillendirmeler devam edecektir. Sosyal demokrat olduğunu söyleyen partilere de bakın, farklı bir şey göremezsiniz. Sayın Bülent ECEVİT, kendinden sonraki parti padişahını tayin etmemişmiydi? Sayın Deniz BAYKAL, bunca olumsuzluğa rağmen, tahtından ayrılıyor mu? Aslında bu işin sağı solu yok. İktidarı elinde tutmak ve yetki erkini tek başına kullanma arzusu, toplumumuzda belki de her bireyin kafasına kazılı genetik bir alışkanlık. Daha doğrusu demokraside henüz olgunluğa erişememe olgusu. Tabi ülkemizde bu durumun doğmasında, sivil toplum örgütlerinin ve meslek kuruluşlarının, yeterince güçlü olmamasının da payı yadsınamayacak ölçüde büyüktür. 21 yy. sivil toplum kuruluşlarının siyasete yön verdiği bir çağ. Ancak, henüz bizde bu güce ve olgunluğa erişilemediği deacı bir gerçek. Başkanlık sistemi tartışmalarına sadece Barolar Birliği’nden tepki gelmesi bunun en açık örneği. Diğerleri uyuyor mu acaba? Ya da işin nereye gideceğinin farkında mı değil? Belki de onların başkanları da küçük padişah olma özleminde kimbilir... Dikkat “Din Elden Gidiyor” Tutun!!! Ülkemiz siyaset sahnesinde, olur olmaz zamanlarda ortaya çıkarak, sahne alıp çıkıntılıklar yapmakla ünlü kadın evliyamız sevgili Rahşan anamız;kader mahkumlarının afları gibi yine önemli bir konuya parmak basarak, bizleri uyarıyor. “Din elden gidiyor” vatandaşlar. Haydaa, nüfusunun %98’i müslüman olan bu ülkede, nereden çıktı bu demeyin lütfen. Dini bütün kadın evliyamız, vatandaşlarla dini sohbetlerde bulunmak üzere apartman, apartman dolaşırken, bir de ne görsün. Müslüman mahallesinde apartmanlarda kilise oluşmuş, müslümanları dininden döndürmeye çalışıyorlar. İlahi Rahşan hanım, sizin esas göreviniz hep insanların aklını karıştırmak mıdır? Nereden çıkarıyorsunuz bunları allahaşkına? Misyonerlik diye bir kurumun varlığına yeni mi vakıf oldunuz. Tarihler boyu islamın ilerleyişinin önünü kesmek üzere diğer din görevlilerinin yaptığı faaliyetler yeni değil ki. Rahşan hanımefendiye şunu sormak isterim. Siz iktidarda olduğunuz süreçte, bu toplumun insanlarının özellikle gençlerinin mensubu oldukları dinlerini doğru ve hurafelerden arınmış bir biçimde öğrenmeleri için ne önerdiniz ve neler yaptınız. Sakın ‘Laiklik’ ilkesine sığınarak, devlet bu işlere karışmaz demeyin. Tabiki devletin işi değil ama yol gösterme ve gençleri bilgisiz ve ehil olmayan din tacirlerinin elinden kurtarmak devletin görevi değil mi? Yoksa insanların inandıkları dini gerçek anlamıyla öğrenmek hakları mı değil? Siz siyasilerin boşlukta bıraktığı bu kutsal alanı birileri böylece dolduracaktır tabi. “Din elden gidiyor” haykırmasıyla kimi veya kimleri göreve çağırıyor Rahşan hanım, anlayamadım. Bir başka açıdan soruyu yineleyelim. Eğer Rahşan hanımın bu uyarısını sayın Emine ERDOĞAN yapsaydı, Rahşan hanımın bu uyarıya cevabı ne olurdu? Merak ettim. Söz bu konuda açılmışken bir öneri de yaparak bitirmek istiyorum. Elbetteki insanlar inandıkları dinlerini doğru bir biçimde ve akılla öğrenme hakkına sahiptir. Bunu beceremediğimiz için bugüne değin laik antilaik, dinci din karşıtı, gerici ilerici gibi karşılıklı suçlamalarla birbirimizi yıprattık ve halen yıpratmaktayız. Din işlerine devletin doğrudan karışması doğru değil elbet. Devletin işi bu değil. Diyanet işleri denilen bir kurum var ve yıllardır eleştirilir. Artık bu kurum da kendisini yenileyerek, bağımsızlaşarak ayrım yapmaksızın, din tacirlerinin elinden bu işi alarak bilim ışığında insanlara dinlerini öğrenmeleri konusunda yardımcı olmalı ve onlarıaydınlatmalıdır. Aksi halde bırakılan boşluklardan, başka din misyonerleri girmeye çalışarak bırakılan boşlukları kendi lehlerine doldurmaya çalışırlar. Buna karşısadece “din elden gidiyor” yaygarası kavgayı körüklemekten başka hiçbir işe yaramaz. |
|||||