|
|||||
|
|||||
NPQ Dergisinin son sayısında Jehangir Pocha kaynaklı haber çerçevesinde, son dönemde izledikleri diplomasinin güler yüzlülüğüne rağmen Çin ile Hindistan, ABD’ne karşı dünyanın en can alıcı ekonomik metalarından biri olan petrol uğruna saldırganlık dozu artan bir mücadeleye kilitlenmiş durumda. İstikrarlı ve ucuz petrol akışını güvence altına almak her zaman ABD dış ve ekonomik politikalarının merkezi hedeflerinden biri olmuştur ve Washington’un dünyadaki baskın konumu büyük ölçüde bu politikayı başarabilme yeteneğine bağlıdır. Ancak Çin ile Hindistan, Afrika’da, Güneydoğu Asya’da, Orta Asya’da ve Latin Amerika’da petrol arama haklarını kapmak için ABD ile rekabeti şekillendirmektedir.
Hindistan, küresel ölçekteki bu riskli keşif işine 3 milyar dolar yatırmış bulunuyor ve başarı kazanmak için 1 milyar dolar daha yatıracağını söylüyor. Şimdiye kadar yabancı topraklarda petrol arama işine 15 milyar dolar yatırmış olan Çin’in önümüzdeki on yılda, bunun on katı kadar daha harcaması bekleniyor. Beijing Teknoloji Enstitüsü’nde enerji araştırmacısı olan Zheng Hongei’ye göre, Çin’in ve Hindistan’ın artan enerji gereksinmesini karşılamaya yeterli dünyada yok. Beijing Enerji Araştırmaları Enstitüsü’ne bakılırsa, 2010 yılına gelindiğinde Hindistan’da araba sayısı, 1990 yılındakinden 36 kat daha fazla olacak ve 2030’a gelindiğinde de ABD’deki araba sayısını geçecek. Sadece bu yıl 4.5 milyondan fazla yeni aracın Çin yollarını aşındırmaya başlaması bekleniyor, ailelerin bir bisiklet almak için aylarca para biriktirdikleri dönemlerden oldukça farklı. Çin, günümüzde ABD’den sonraki en büyük petrol ithalatçısı, günde yaklaşık 6.5 milyon varil petrolü yutuyor; Morgan Stanley’in baş iktisatçısı Steven Roach, bu rakamın 2020’de iki katına çıkacağını söylüyor. Çin’in ardından dünyanın ikinci en hızlı gelişen ülkesi durumundaki Hindistan bugün günde 2.2 milyon varil petrol tüketiyor; bu rakam Güney Kore ile hemen hemen aynı ve ABD Enerji Enformasyonu Dairesi’ne göre 2025’te günde 5.3 milyon varile çıkması bekleniyor. Tüm bu gelişmelerin, küresel ekonomi ve özellikle de petrol gereksinmesini ithalatla karşılayan gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisi yıkıcı olacaktır. Uluslararası Enerji Ajansı, petrol fiyatlarındaki 1 dolarlık yükselmeye, küresel ekonominin 25 milyar dolar yitirdiğini söylüyor. Öte yandan, Batılı üçleri daha da kaygılandıran gelişme, Çin ve Hindistan’ın İran ile ilişkilerindeki yükseliş; İran, ABD’nin yalıtmaya çalıştığı bir ülke. Beijing ve Yeni Delhi, kısa süre önce İran ile 25 yıllık gaz ve petrol anlaşması imzaladı; bu kaynakların değeri 150 ile 200 milyar dolar arasında ve söz konusu iki ülkenin İran ile savunma işbirliğini geliştirdikleride unutulmamalı. İran ile Hindistan 2003’ün Eylül ayında, tarihlerinde ilk kez bir ortak deniz tatbikatı gerçekleştirdiler ve Hindistan, İran’ın artık eskimiş Rus yapımı kilo-sınıfı denizaltılarını ve MIG savaş uçaklarını yenilemeyi kabul etti. Çin ile Hindistan konusunda duyulan bir diğer kaygı konusu ise çevre kirliliği. Dünyanın en kirli kentlerinden büyük bölümü Çin ve Hindistan’da. İnsani harcamalar bir yana, Dünya Bankası yıllık çevre kirliliği maliyetinin Çin’de 50 ve Hindistan’da 15 milyar dolar olduğunu belirtiyor; bu rakamlar, söz konusu ülkelerin GSMH’ sının yüzde 10’u. Orta ölçekli Çin ve Hindistan kasabaları bazı kentlerin büyüklüğüne ulaşmış durumda; işlerine iki saatte varabiliyor olmaları pek çok orta sınıftan insanın araba sahibi olma düşleri kurmasına yol açıyor. Araba sahipliğinin artması da, kentin ormanları yok ederek, geniş çayırları ve ekilebilir alanları yutarak çevreye doğru büyümesini beraberinde getiriyor. Özetle, Çin ve Hindistan’ın Batı ile ilişkileri öngörülemez bir biçimde işbirliği ile çatışma arasında dalgalanıp dururken, her ne şekilde olursa olsun, 21.yüzyılda insanlığın kaderini tayin edecek olan hareketler, ne Avrupa’dan, ne Avrupa’ya göre çok daha fazla şansı olan ABD’den gelecek, bu hareketler Asya’dan ve öncelikle de Çin ve Hindistan’dan gelecektir. |
|||||