ZİRVE Ali Nasuh MAHRUKİ
AKUT Başkanı
Türkiye’nin güven bunalımı(1)
 
Açıkçası Türkiye’nin uzun bir süredir, bunu en az 30 yıl gibi de okuyabilirsiniz, ciddi bir güven bunalımı içerisinde olduğunu, bu hale özellikle düşürüldüğünü, 1999 Gölcük Depremi sonrasında AKUT olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’yle birlikte Türkiye’nin en güvenilir kurumu seçildiğimiz dönemde fark etmeye başladım. Daha sonra bu konuda yapılmış diğer araştırmaları da takip ederek biraz daha süreci anlamaya ve sonuçlarının nerelere varabileceğini değerlendirmeye çalıştım. 1999 yılında, hala depremin acılarının yoğun olarak yaşandığı süreçte, toplumun güven konusundaki görüşleri doğal olarak depremin ağır travmasından da etkilenmişti. AKUT bu ruh haliyle ve elbette kidepremin hala içimizi sızlatan acılarının etkisiyle, 10 puan üzerinden 7.9 puan alarak, Türkiye’nin en güvendiği kurum seçildi. Aynı ankette Türk Silahlı Kuvvetleri, çok az bir farkla ikinci olmuştu. Burada bence asıl ilginç veri en altta kalan, yani toplumun en güvenmediği kurumlarda ortaya çıkmıştı. Daha 3 yaşında bir bebek olan AKUT’un birinci kurum olarak çıktığı ankette 131 yıllık şanlı bir geçmişi olan Kızılay 2.8 puanla sonuncu çıkmıştı. Yürütmenin başı olan Hükümet 2.9, yasama organı TBMM ise 3.1 puanla en sona yerleştirilmişti. Basın 4.4 puan, Belediyeler ise 4.5 puan alabilmişti.
TESEV aynı anketi, “Hane halkı Yolsuzluk Araştırmasına Göre Türkiye’de Kurumlara Duyulan Güven” başlığıyla 2000 yılında da tekrar etti.Bu sefer de sonuçlar pek farklı çıkmadı. Depremin acıları biraz daha geride kalmıştı ve bu kez en güvenilen kurum, olması gerektiği gibi Türk Silahlı Kuvvetleri olarak çıktı. TSK’nın 10 puan üzerinden 7.7 puan aldığı bu ankette AKUT 7.6 puanla, toplumun en güvendiği ikinci kurum seçildi. 2000 yılındaki ankette toplumun en güvenmediği kurumları da size bir kez daha hatırlatmak istiyorum. En güvenilmez kurum olarak 2.1 puan alan siyasi partiler seçildi. TBMM bu kez3.2 puan alabildi. Merkezi Yönetim 3.9, gazeteler ise 4 puan alırken, Kızılay ve Belediyeler 4.4 puan alabilmişti. Hatta Kızılay yönetimi, afet süreçlerindeki tarihsel sorumlulukları gereği o günlerde en sert şekillerde kritik edilmiş, suçlanmış ve bu düşündürücü sonuçlar nedeniyle yönetim değişikliği yapmak zorunda kalmıştı.
5 Mart 2001 tarihinde Zaman gazetesinde çıkan haberde Sosyolog Doç. Dr. Nilüfer NARLI’ya göre; AKUT`a duyulan güvenin altında depremle birlikte sivil toplumun sosyal sorunların çözümünde daha aktif rol almaya başlaması ve sivil bilinçteki değişim yatıyor. "Bir avuç AKUT gönüllüsü her şeyin yerle bir olduğu bir ortamda insanların kendi sorunlarını örgütlenerek kendilerinin çözebileceğini gösterdi." diyen NARLI, depremden sonra halkın “her şeyi devletten bekleme” anlayışından kurtulmasıyla başlayan sürecin meyvelerinden birisinin AKUT`a; yani sivil topluma duyulan güven olduğuna işaret etti. NARLI`nın tespitlerine göre Meclis, siyasi partiler, Kızılay, belediyeler güven açısından prim kaybederken, halkın kendi ayakları üzerinde durma ihtiyacını hissetmesi ve bu değişimin sürmesini istemesi de AKUT`un güven zirvesinde yer almasının sebepleri arasında.
İşte tam bu noktada, toplumda en çok eksikliği hissedilen ve hem özlem hem ihtiyaç duyulan, Marmara Depremleri’yle başlayan, ancak süreç içerisinde unutturulan ve önü kısa sürede alınan toplumumuzdaki köklü zihin haritası değişimi ihtiyacını da size hatırlatmak istiyorum.Zaman Gazetesi, bu haberde bu konuya “Sivil Bilinç Değişimi” başlığını atmıştı.
Dolayısıyla Türk toplumu ne yazık ki ortak yaşamı, ortak kullanımı, birlikte yaşama kültürünü düzenleyen, kanunlar ve kuralların uygulanmasından, denetlenmesinden sorumlu olan unsurlara, yasama, yürütme ve yargı organlarına, dahası demokratik bir sistemde sorunları çözecek tek seçenek olan siyaset kurumuna ve siyasi partilere bile güvenmiyordu. Bu anketleri inceleyen biraz aklı başında olan herkes yaklaşmakta olan büyük tehlikeyi apaçık bir şekilde görebilmeliydi bence; Türk toplumu yaşamak zorunda bırakıldığı yolsuzluk, rüşvet, ahlaksızlık, adaletsizlik ve eşitsizlik süreçlerinde uzun yıllardır ezilmekten ve haksızlığa uğramaktan güven duygusunu o kadar yitirmiş durumdadır ki, tarihsel olarak toplumun gönlünde çok özel bir yeri olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve bir de Gölcük Depremi’nin yarattığı muazzam acı ve yıkım karşısında yaptığı mütevazı ama bilinçli ve etkili çalışmalar nedeniyle AKUT dışında neredeyse hiçbir kuruma, sağlıklı bir toplumda olması gerektiği gibi güvenmiyor, güvenemiyordu.
Bu iki kurum dışında ortak yaşamla ilgili olan ve sistemi ayakta tutan neredeyse bütün kurumlara karşı, bunu devletin kendisine diye de okuyabilirsiniz, derin bir güvensizlik hissediyordu. Bunun gideceği yer acaba ne olabilirdi? Bu makalenin 2. bölümünde bir psikanalistin bakış açısından da destek alarak bu konuya değineceğim. Ama önce Coşkun Can AKTAN’ın editörlüğünde Hak-İş Yayınları’ndan 2001 yılında çıkan; “Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri” adlı araştırmasından bir takım verileri ve saptamaları da, biraz uzun olmakla birlikte doğrudan alıntılar olarak sizlerle paylaşmak istiyorum;

Türkiye’de siyasal yapı ve kamu yönetimi hakkında düşünceler ve değer yargıları
Siyasal kültürümüzde hala geçerli olan “yakın çevre dışındakilere güvensizlik” eğilimi siyasal yapıda adam kayırmacılığının yaygınlaşmasının bir nedenidir. Yine Osmanlı Devleti’nde oldukça yaygın bir durum arzeden rüşvet, irtikap vb. yozlaşmalar Türkiye Cumhuriyet’inde de varlığını daima sürdürmüştür.
Ülkemizde siyasal kültürde ciddi değişim 1980’li yıllarda yaşanmıştır.Osmanlı’dan kalma değer ve tutumların yerini yeni değerler almayabaşlamıştır. 1980’li yıllarda serbest piyasa ekonomisine entegre olmayaçalışan Türkiye’de, toplumun değişen bazı değer ve tutumlarını gözlemek mümkündür.
Ülkemizde maalesef geçmişten miras kalan değer ve tutumlar ile yukarıda sıralanan değer ve tutumlar 1980 sonrasındatezatlar oluşturmuştur. “Kolay yoldan para kazanma”, “köşe dönme” türünden zihniyetlerin arttığını söylemek mümkündür. Özellikle 1980 sonrasında ülke ekonomisindeki hızlı büyüme ve sanayileşme çabaları yeni kaynak ve fırsatlar yaratmıştır. Bu kaynak ve fırsatlardan yararlanma yarışı, modern anlamda yeni türde siyasal yozlaşmaları gündeme getirmiştir. Örneğin, lobicilik ve rant kollama adı verilen siyasal yozlaşma türü özellikle 1980 sonrasında yaygınlık kazanmıştır.

A. TÜS‹AD’ın “Türkiye Değerler Araştırması’nın bulguları”“1990-1991 Dünya Değerler Araştırması çerçevesinde TÜS‹AD’ınsponsorluğunda gerçekleştirilen Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçları ülkemizde siyasal yapı ve kurumlar hakkında ilginç bazı sonuçlar ortaya çıkarmştır.
... açık bir şekilde ülkemizde Türk siyaset sistemine, TBMM’ye, mahkemelere ve devlet memurlarına olan güven duygusunun pek yüksek olmadığı dikkat çekmektedir. Yapılan araştırmaya göre ülkemizde en çok güven duyulan kurum Silahlı Kuvvetlerdir.”
“Türkiye’deki kamu bürokratının halkın gözündeki görüntüsünün hala son derece olumsuz olduğu görülmektedir. Osmanlı ‹mparatorluğu döneminden kalan üstün yetkili, devletin temsilcisi ve hakimi, egemen gücün sorumsuz ve sınırsız kullanıcısı ve halkın sorunlarına karşı ilgisiz ve duyarsız, ondan farklı ve ona üstten bakan bir konumdaki ceberrut ve keyfi saltanat sahibi bir kişi görüntüsü ve onun benzeri bir görünümündeki tek parti dönemindeki uzantısının siyasal kültürümüzdeki imgesinin pek de değişmeden sürmekte olduğunu söyleyebiliriz.”
Yine aynı araştırmada “Devletin işleyişi halka daha açık bir hale getirilmelidir görüşü hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna ortalama % 90’ın üzerindebir oranla kabul (evet) cevabı alınmıştır. Bu sonucu ülkemizde yönetimde açıklığın (şeffaflığın) olmadığı şeklinde yorumlamak mümkündür.”


B. MÜSİAD’ın “Orta Büyüklükteki İşletmeler ve Bürokrasi Araştırması’nın Bulguları
“... anlaşılacağı üzere ülkemizde sanayici kesimin Türk kamu yönetimi ve bürokrasiye olan düşüncesi oldukça olumsuzdur.