|
|||||
|
|||||
“Profesör Hanke, Kurucu Babalar ve belgeleriyle ilgili okuduğum en derin analizlerden birini yapıyor. Kurucu Babaları bugünkü görüşlerimizle, algılarımızla ve önyargılarımızla değerlendirmek yerine, temeldeki ilk anlamlarına odaklanıyor. Çoğu insan “demokrasi” sözcüğünün ne Bağımsızlık Bildirgesi’nde ne de Anayasa’da hiç geçmediğini öğrenince çok şaşıracaktır. Gerçekten de, Kurucu Babalar çoğunluk tiranlığı dahil, her türlü tiranlığa izin vermekten endişe duyuyor ve korkuyordu. Bu deneme toplumu etkileme hakkı olduğunu düşünen herkes tarafından okunmalı ve üzerinde dikkatle düşünülmelidir. Gerçekten değerli bir yazı!” Jacques de Larosière* *Paris’te BNP Paribas danışmanı ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası eski Başkanı, Uluslararası Para Fonu’nun eski başkanı ve Fransa Merkez Bankası Başkanı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki son gelişmeler dilin ve tarihin nasıl kötüye kullanıldığını bir kere daha gösterdi. Kahire sokaklarında veya internette kelimeler o kadar yanlış kullanılıyor ki, asıl anlamlarını kaybediyor. Anlam kaydırma çağlar boyunca ağzı laf yapanların iyi bildiği bir sanat olmuştur. George Orwell de, bu düşünce ve davranış alışkanlıklarını 1946 tarihli klasik yapıtı “Politika ve İngilizce” kitabında ayrıntılı olarak ele almıştır. Washington’dan Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya kadar detone bir koro Babil Kulesine aynı moda kelimeyi yolluyor; demokrasi. I. Dünya Savaşı’ndan Başkan Woodrow Wilson dünyayı demokrasi için güvenli hale getirme kararlılığını ilan etti. O günden bu yana ABD Başkanları Wilson’un idealizminin peşinden gittiler. Gerçekten de, ABD’nin dış politikası büyük ölçüde Amerika’nın dünyanın geri kalanına demokrasi götürdüğü gerekçesiyle –bazen de belki gerçek inancıyla- yürütülür. Bu nedenle, Başkan Barack Obama’nın dış politika taahhütlerinin gerekçesi yeni ya da alışılmadık bir şey değildir. Amerikalıların çoğu gibi, Amerika dışında da pek çok insan “demokrasi” kelimesinin Bağımsızlık Beyannamesi (1776) veya Amerika Birleşik Devletleri Anayasası (1789) ile ortaya çıkmadığını duyduğunda şaşıracaktır. ABD’nin kurucu belgelerinde “demokrasi” kelimesinin bulunmama nedenini öğrendiklerinde de çok şaşıracaktır. İnsanların inandırıldığı propagandanın tersine, Amerika’nın Kurucu Babaları demokrasi konusunda şüpheci ve endişeliydiler. “Demokrasi” ve “özgürlük” sözcüklerini birbirine karıştırmıyorlardı, bu iki kelimenin eşanlamlı olmadığını biliyorlardı ve çoğunluğun tiranlığına eşlik eden kötülüklerin çok iyi farkındaydılar. Bu nedenle de, Anayasasının çerçevesini hazırlayanlar federal hükümetin çoğunluğun iradesine dayanmaması için her şeyi yaptılar. Anayasa federal devleti yasama, yürütme ve yargı kollarına ayırdı. Her kol diğer kolların gücünü dengeleyecek şekilde tasarlandı. Kurucular iktidarın gücünü dengelemek için yalnızca seçmenlere güvenmek istemediler. Bunun bir sonucu olarak, yurttaşlara federal yetkilileri seçmek için çok az yetki verildi. Ne Başkan ne de yargı mensupları ne Senato doğrudan halkoyuyla seçiliyordu. Yalnızca Temsilciler Meclisi üyeleri doğrudan halkoyuyla seçiliyordu. Bu durumda bile, verilen yetki oldukça sınırlıydı. Anayasayı hazırlayanlar demokrasiye dayanmıyorlarsa, neye bağlıydılar? Bir adama… Kurucular devletin amacının, yurttaşların John Locke’un yaşama, özgürlük ve mülkiyet hakları üçlemesinde belirtilen haklarını güvence altına almak olduğunu düşünüyorlardı. Kurucular kapsamlı ve etkili yazılar yazdılar. Mülkiyet konusunda örneğin, John Adams şunu yazdı: “Toplum mülkiyetin Tanrının yasaları kadar kutsal olmadığını ve mülkiyeti koruyan bir yasa gücü ve adalet olmadığını düşündüğü anda, anarşi ve tiranlık başlar.” Kurucuların eylemleri bazen kelimelerden daha fazla şey anlatıyordu. Seçkin bir avukat olan Alexander Hamilton bu ilkeyi savunmak için birçok ünlü davayı üstlendi. İç Savaştan sonra, New York eyaleti İngilizlere ve Kraliyet yanlılarına karşı sert önlemler aldı. Bu önlemler arasında üç ünlü yasa (Confiscation Act / 1779; Citation Act / 1782 ve Trespass Act / 1783) da vardı. Bu yasaların hepsi mülkiyete el koymayı içeriyordu. Hamilton’a göre, bu Yasalar demokrasi ve yasa arasındaki baştan beri var olan farkı gösteriyordu. Bu Yasalar halk tarafından büyük ölçüde benimsenmekle birlikte, mülkiyet yasasının temel ilkelerini çiğniyorlardı. Hamilton görüşlerini uygulamaya geçirdi ve New York Eyaletinin bu üç yasası uyarınca mülkiyetlerine el konan kişileri –halktaki çok büyük düşmanlığa rağmen- başarıyla savundu. Anayasa demokrasi değil, özgürlük fikrini savunmak için tasarlandı. Anayasa bunu başarmak için, bireylerin haklarını devlete ve diğer yurttaşlara karşı savunuyordu. Bu amaçla, Anayasa’da bireylerin haklarını koruyan açık, kesin ve uygulanabilir kurallar kondu. Bunun sonucu olarak, devletin kapsamı ve ölçeği ciddi oranda sınırlandı. Büyüme ve refahın önkoşulu olan ekonomik özgürlüğe Anayasa’da yer verildi ve bu, Amerika’nın ilk olağanüstü gelişme ve büyüme yüzyılının zeminini oluşturdu. |
|||||