|
|||||
|
|||||
Beautiful Mind" ya da "Akıl Oyunları" filmini görmüşsünüzdür ya da kitabını okumuşsunuzdur. Okumadım ya da filmi görmedim diyorsanız, bir satırla ifade etmeye çalışayım. Otuz yıl şizofreninin pençesinde kıvranan Nobel ödüllü matematik dahisi John Nash’in sıradışı hayatını anlatır. 4 Oscar ödülü kazanan filme yaşamı konu olan Nash’in ne önemi var ki, yazılara konu oluyor! İki iki daha dört eder mi? Bazıları şunu söyleyebilir: "Etse ne olur etmese ne olur?" İlgi alanınız başka bir yerdeyse sizin için anlam ifade etmeyebilir. Bugün yanıt vermekten kaçındığınız bu soru bir gün karışınıza çıkarsa ne yapacaksınız?! Bu sorunun yanıtı gerçekten de tek ve kesin mi? Didier Nordon "İki İki Daha Dört Eder mi?" adlı kitabında diyor ki: "... Sanılanın aksine kolay ve basit bir formül değildir bu. Kelimeler ve formüllerin arasındaki ilişkinin karmaşıklığını örneklemeye de uygun bir formül gibi geldi açıkçası. Çünkü iki iki daha dört eder mi? Sorusuna bir Alman hayır cevabı verecektir. İki iki daha dört etmez. Çünkü Almanca’da bu formül,zwei und zwei ist vier (buradaki ist olmak fiilinin üçüncü tekil şahıs zamiridir). İspanyolca’da ise aynı formül dos y dos son cuatro (buradaki son ise olmak fiilinin üçüncü çoğul halidir). Almanca toplama işlemi üzerinde dururken İspanyolca ise nesnelerin sıralanmasını vurgulamaktadır. Fransızca ise iki nesnenin karşılıklı eylemleri üstünde durur. 2+2=4 içinde saf gerçek denen şeyi arasak küçük nüanslarla dolu kelimelerle karşılaşırız. Daha okunduğu anda formül evrensel özelliğini kaybetmiştir. İşte matematiğin böyle kırılgan bir yanı vardır. Dışarıdan gelen etkilere açıktır ve bu durum üzerinde hiç bir kontrolü yoktur." 2+2=4 formülü konusunda ilk okula başladığımız günden bu yana kuşku duymadık. Ancak yukarıdaki açıklama ışığında düşündüğümüzde bunun hiç de basit bir formül olmadığını görüyoruz. Şaşmaz doğru olduğunu sandıklarımız, ya bize öğretilenlerdir ya da "aynanın önüne" konulanlardır. Oysa ki, gerçek neredeyse tümüyle aynanın ardında gizlidir. Gizlenenler de aslında kısa ama basit olmayan bir soruda açığa çıkmaktadır. Çıkarılabilmektedir. Sosyal olaylarda bu soru "kim kazandı, kim kaybetti?"dir. Yalnız unutulmasın ki, yalın olan basit olan değildir. Başka bir ifadeyle de basit olan çoğu kez en karmaşık olandır. Stratejik düşünme yöntemi seminer ve derslerinde artık klasikleşmiş bir sorum vardır: "Dağın arkasını nasıl görürsünüz?" Uçakla havalanmaktan, zirveye tırmanmaya kadar akla gelebilen her çeşit alışkanlıklardan kaynaklanan tahmin edilebilir yanıt üretilir. Ama, kimse "dağın tepesine aklımı koyarım" yanıtını vermeyi akıl etmez. Ya da ben hiç rastlamadım. Burada söz edilen akıl "matematik akıldır". Strateji derslerinde bu türden çok oyun oynarız. İnsanlar oyun oynamaktan her zaman büyük zevk almışlardır ve her çağın saplantı yaratmış oyunları bulunmaktadır. Çoğu oyun yetenek ve şans unsurlarını içermektedir ve şans eseri defalarca kazanan oyuncular, yetenekli olarak görülmektedir. Fakat kimi oyunlarda şansın payı son derece azdır: zar atılmaz, şanslı çöpler çekilmez. Bunlar, yalnızca stratejiye dayanan oyunlardır ve bu oyunların incelenmesinde, oyun kuramından yararlanılır. Bir yanda da, ölüm kalım oyunları vardır. Gerçekçi taktik denemelerinin son derece pahalıya patlayacağını düşünen askeri eğitimciler, öğrencilerine savaş oyunları oynamalarını önermektedir. Satrancın ve ‘Go’ oyununun, temelde birer savaş oyunu olmalarına belki de şaşmamak gerek. Stratejik düşünme bilimine "oyun teorisi" denir. Oyunlar kuramı iki teorem üzerine kuruludur: Von Neumann’ın 1928 minimaks teoremi ( Bütün iki-oyuncu, sıfır-toplam oyunlarda, her oyuncu için bir karma strateji mevcuttur; öyle ki, oyuncular bu stratejileri uyguladıkları zaman, ikisi için de beklenen getiri, aynı V değeridir. Bundan başka, her bir oyuncunun oyundan bekleyebileceği en iyi getirinin değeri de V’dir; bu nedenle bu karma stratejileri iki oyuncunun uygulayacağı optimal karma stratejilerdir.) ve Nash’ın 1950 denge teoremi (Her oyuncunun sonlu sayıda salt stratejiye sahip olduğun-kişi, işbirliği olmayan ‘sıfır-toplam ya da sıfır-olmayan-toplam’ herhangi bir oyunda en az bir denge stratejiler kümesi mevcuttur.).En küçüklerin en büyüğünü seçen oyuncunun karşı karşıya olduğu durumu ele alalım. Oyuncunun her salt stratejiyi inceleyerek rakibinin her salt stratejisine karşı minimum getiriyi sağlayacak stratejiyi seçtiğini düşünelim. Bu oyuncu, daha sonra bu olanaklı getiriler arasından en büyüğünü veren stratejiyi seçecektir. Maksmin dediğimiz strateji de budur. Tümüyle benzer düşünceler, en büyüklerin en küçüğünü seçen oyuncuyu minimaks stratejisine götürecektir. Bu iki stratejiye, beraberce, oyunun minimaks strateji çifti denir. Nash’ın teoreminin, von Neuman’ınkinin bir genellemesi olduğu düşünülebilir, ki Nash de böyle düşünüyordu, ama aynı zamanda radikal bir sapma olduğu da gerçektir. Von Neumann’ın teoremi, onun iki kişilik, sıfır toplamlı oyunların gerçek dünyayla hiçbir ilgisi yoktu. Savaşta bile daima işbirliğinden kazanılacak bir şey olurdu. Nash anlaşmalı ve anlaşmasız oyunlar arasındaki ayrımı göstermişti. Anlaşmalı oyunları oyuncuların kendi aralarında bağlayıcı anlaşmalar yapabildikleri bir oyundu. Yani grup olarak belirli bir stratejiye göre oynayabiliyorlardı. Stratejik düşünme, rakibe üstün gelme ve bunu da, aynı şeyi onun size uygulamaya çalıştığını akılda tutarak yapma sanatıdır. Bunun tam aksine anlaşmasız bir oyunda, ortaklaşa kararlar almak mümkün değildi. Bağlayıcı ve zorlayıcı anlaşmalar yoktu. Anlaşma ve rekabet içeren oyunları da teorisine ekleyerek genişleten Nash oyunlar kuramının ekonomiye, sosyal bilimlere ve evrim teorisine uygulanmasına kapı açmış oldu. Richard Mankiewicz ‘Matematiğin Tarihi’ adlı yapıtında anlatır:19.yüzyılda Prusyalılar, Kriegspiel adını verdikleri bir oyun geliştirdiler. Bu, ‘savaş oyunu’ anlamına geliyordu. Bir oyun tahtası üzerinde oynanan oyun, tamamen taktikseldi ve oyun içinde süregelen savaşların verilerinin tüm ayrıntılarıyla tutulması da, oyunu çok daha gerçekçi kılıyordu. Prusya ordusunun askeri başarısı genelde taktik konusundaki üstünlüğüne bağlanıyordu ve bu da ‘Kriegspiel’ın sayesinde oluyordu. Bu oyun, Amerika ve Japonya gibi birbirlerine uzak ülkelerde bile yaygınlık kazanmıştı. Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşmesiyle, bu oyunda popülaritesini yitirmiştir. Yeni silahların ve taşıma sistemlerinin gelişmesiyle, askeri stratejiler de (taktik ve strateji, zaman ve mekân bakımından iç içe geçen, ama özünde farklı olan iki eylemdir e.m.) tamamen değişmişti. Askeri alanda, yalnızca silah yapımı için değil, aynı zamanda stratejik kararlar alma açısından da matematikçilere ve bilim adamlarına gereksinim duyulmaya başlanmıştı. Bu durum, özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra daha da iyi anlaşılmıştır. Dünyanın genelinde yükselen iki süper gücün, büyük kitlelerin katliamına neden olabilecek güçlü silahları elinde bulundurması, askeri alanda uygulanagelmiş stratejileri iyice değiştirdi. Süslü taşları ve kahramanlık ruhunu yansıtan kurallarıyla, satranç benzeri oyunlar tarihe karışmış gibi görünüyordu." Satranç pek tarihe karışacakmış gibi görünmüyor; Dünyanın belki de en ünlü strateji oyunu satrançtır. John Forbes Nash, tüm karmaşıklığına karşın, satrancın en üst düzeyde strateji içerdiğini kanıtlamıştır. Yukarıdan itibaren okuduklarınızı niye yazdım? "Komplo teorileri" konusunda sağda solda bazı yazılara rastlarsınız; bazıları bilgisiz olmalarına karşın yine de şöyle bir ifade kullanırlar: " Efendim bunlar komplo teorisi..." Çoğu kez bunu neden söylediğini kendisi de bilmez ama söyler! Ona göre, komplo teorisi çok kötü bir şeydir. Olumsuzluk yüklemiştir. Acaba gerçekten kötü olan "komplo teorisi yazmak yani akıl oyunu yapmak ya da üretmek midir; yoksa komplo ve fesat üretmek midir?" Britannica’ya göre komplo: " Tertip ya da fesat olarak da bilinir, iki ya da daha çok sayıda kişi arasında, hukuka ayk |
|||||