|
|||||
|
|||||
Aristo, toplumu elleri, ayakları, duyguları ve zekası olan bir dev olarak tanımlar. Toplum, kendisini oluşturan insanların kollektif ürünüdür. Toplumların gücü de, kendisini oluşturan bireylerin ve grupların arasındaki işbirliği, güç birliği, kültür, etik, hukuk, sinerji, üretim, paylaşım ve benzeri ortak ürünlerle doğrudan ilişkilidir.
Ülkemizin bütün imkanları ve potansiyeline rağmen, uzun yıllardır yaşadığımız pek çok sorunun ve verimsizliğin nedenlerini anlamaya çalıştığımda, her sektörde bilgiyi elinde tutan sayılı bir azınlığın bu bilgiyi paylaşma konusundaki isteksizliği ve bu nedenle ortaya yayılan, halkı yanlış yönlendiren ve geniş kapsamlı bir dedikodu kültürüne yol açan, eksik, yanlış, taraflı, yönlendirilmiş bilgi yayma sürecinin önemli bir etken olduğunu görüyorum. Devlet organizmasındaki ilgili kurumların tanımlanmış, yetkilendirilmiş ve dolayısıyla sorumluluğu da verilmiş konumlarına rağmen, bugün hemen her yerde ve her konuda karşımıza çıkan taraflı yönlendirmeleri, doğru ve sınanmış bilgi ile ivedilikle değiştirmeyerek, halkı aydınlatmayarak, ancak sorun kendi makamına artık görmezden gelemeyeceği yöntemlerle eriştirildiğinde, bilgi kaynaklarını açarak elindeki bilgiyi son kertede paylaşmasının, toplumsal hayatımızda büyük kayıplara yol açtığını düşünüyorum. Bu konuda kişisel anlamda beni en çok rahatsız eden unsurun da, bu bilgiyi bulundukları pozisyon gereği, yine bu ülkenin özkaynakları ile elde etmelerine ve bu bilginin devletin güvenliği ve bekası ile milletin refahı için olduğu konusundaki bütün etik, hukuki ve geleneksel zorunluluklara rağmen, artık kökleşmiş bir şekilde bilgi paylaşımına direnmelerini ve bilgi süreçlerinde kurumsallaşmış bir tekelcilik anlayışıyla hareket etmeleri olduğunu söyleyebilirim. Sağlıklı, güvenli ve güçlü bir toplum oluşturmak için ihtiyaç duyduğumuz özelliklerin başında, toplumun kendi iç dinamikleri ile doğal akışı içerisinde ortaya çıkardığı, toplumsal bellekten ve ortak yaşananların doğru bilgi ile yorumlanması ve etkin paylaşımı ile oluşturulan kollektif bilinç gelir. Ancak bilgi ve iletişim teknolojilerini, çağa ayak uyduracak şekilde güncelleyemeyen ve elindeki bilgiyi vatandaşlarıyla doğru modellemelerle paylaş(a)mayan toplumlar, ciddi bir uyumsuzluk, güvensizlik, edilgenlik ve sonuç olarak verimsizlikle karşılaşırlar. Kollektif Bilinç’in oluşturulmasında, toplumun yetenekleri doğrultusunda anlayabileceği, uyum sağlayabileceği yaklaşım biçimleriyle kurgulanan ve bu şekilde paylaşılan açık bilgiler, toplumda normalden çok daha süratli olarak arzu edilen davranış değişikliğini meydana getirebilirler. Bunu sağlamak için eldeki en kolay, ucuz ve zahmetsiz kullanılabilen kanal ise iletişim imkanlarının çeşitliliği ve her yere erişebilme gücü ile doğal olarak, her türlü medya kanalıdır. Toplumlar liderleri, yöneticileri, fikir önderleri, aydınları ile bu yönlendirmeyi rahatlıkla kurgulayabilirler. Türkiye’nin bu konuda başarılı olduğunu ne yazık ki söyleyemeyeceğim. Toplumlar çağın koşullarına uyum sağlayabilirlerse büyürler, gelişirler ve güçlenirler. Bunun tam tersi de doğrudur. Bu gelişmeyi sağlamak için de, elindeki nüfus gücünü, eğitimli, bilgili, kültürlü, sağlıklı olarak yetiştirmek ve ona diğer toplumlar karşısında rekabet avantajına sahip olacak bir donanım kazandırmak en önemli konuların başında gelir. Birlikte davranabilmek ve bütünün enerjisini açığa çıkarabilmek, Japonlar’ın, "hiçbirimiz hepimiz kadar akıllı değiliz" sözü ile ifade ettiği gibi, sadece akıllı değil, güçlü, hızlı, verimli gibi daha pek çok açılımda da kullanabileceğimiz bir fırsat avantajına sahiptir. Ancak bunun sağlanabilmesi için, geliştirilen ve üretilen doğru bilginin, uygun kanallarla ve metodlarla toplumla açık ve düzenli olarak paylaşılması, elit bilginin açık, sıradan bilgi haline dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu konular hakkında, bir kaç örnekle konuyu açmaya çalışacağım. Kıbrıs Sorunu, AB sürecinde sıklıkla karşımıza çıkan bir problem olarak gündelik hayatımıza girmiş durumda. Garantörlük Antlaşması, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, Annan Planı ve daha pek çok konu son süreçte hayatımıza giren konular. Ancak bunların hiçbiri zamanında bize gerektiği şekilde ve yeteri kadar öğretilmediği için, toplumumuz beklenen tepkileri ver(e)meyerek, bu konuya ömrünü adayan kişi ve kurumları hayal kırıklığına uğrattı. Bu konudaki sorumlunun, hayatı boyunca Kıbrıs’ın stratejik önemi konusunda güvenebileceği kaynaklardan bir tek satır, bir tek cümle bile duyamamış olan, Kıbrıs’taki etkinliğimizi ve gücümüzü yitirdiğimiz taktirde, bir sonraki süreçteEge Denizi’ndeki etkinlik ve gücümüzün de yitirileceği ve bunun Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal menfaatlerine en aykırı bir durum olduğu konusunda yeteri kadar uyarılmayan, bilgilendirilmeyen milletimiz olduğunu düşünmek sadece insafsızlık olacaktır. Bir diğer örnek olarak son 30 yıldır, ASALA terör örgütünün Türk Diplomatlarına dönük saldırı eylemleri devletin müdahalesi ile durdurulduktan sonra, diaspora Ermenilerinin taktik değiştirerek bütün dünyada Ermeni soykırımı yalanları ile dünya kamuoyunu yönlendirme çabalarını söyleyebiliriz. Diaspora Ermenilerinin bütün dünyada bu yönde yaptığı yoğun kampanyalara rağmen, sanki milletimizi ilgilendiren bir şey değilmiş gibi, anavatan dışında bizim hakkımızda olan ve yapılan şeyler bizi ilgilendirmiyormuş gibi düşünerek ve bu ulusal sorunu, sadece bu konu için kurulmuş, ne kadar fedakarca ve çalışkanlıkla mücadele ettiğine gerçekten inandığım ve bildiğim ekiplerle çözmeye çalışarak, 70 milyonluk Türk Milletinin kollektif enerjisini ve duygusal gücünü kullanmadan sadece resmi kanallarla çözmeye çalışmak yine aynı şekilde verimlilikten uzak olacaktır. Bir başka örnek olarak da, internet ortamında yayılan, Bor, Toryum, Plutonyum gibi madenlerimiz ve Petrol gibi kaynaklarımız hakkında yayılan doğruluğu ve yanlışlığı hakkında artık herkesin kafasını had safhada karıştıran yönlendirilmiş bilgileri sayabiliriz. Bunların ne amaçla yapıldığını veya ne amaçla yetkili, bilgili kurumlar tarafından doğrulanıp, yanlışlanmadığını kestiremiyorum, ancak sıradan bir vatandaş olarak bu kadar önemli konuların dedikodu malzemesi yapılmasına, bu konular hakkında resmi görevi ve sorumluluğu olan kurumların seyirci kalmasını hazmedemiyorum. Yakın dönemde bir başka örnek olarak da, Çanakkale Destanının sembolleşmiş 57. Alay’ının Sancağının Avustralya’daki Melbourne müzesinde bulunduğuna dair iddiaları vermek isterim. Gerçekle hiç ilgisi olmayan bu durum hakkında, (Genel Kurmay Başkanlığı bu konuda gerekli açıklamayı resmi bir başvuru sonrasında yaptı) yine hangi amaçla olduğunu bilemediğim bir yönlendirilmiş bilgi süreci yaşanıyor internet ortamında. Bilgi edinme hakkı yasası ile bir ölçüde bu durumun rahatlayacağını düşünüyorum. Umuyorum ki, alışılmış düzene göre önemli bir değişim getiren bu süreç en verimli şekilde kullanılabilecektir. Çünkü milletin desteği alınmadan hiçbir mücadele kazanılamaz, milletin kollektif enerjisi ortak menfaatlere yönlendirilmeden, küresel anlamda vermek zorunda kalacağımız hiçbir mücadeleyi kazanamayız. Çünkü hiçbirimiz hepimiz kadar güçlü değiliz. |
|||||