|
|||||
|
|||||
Yeni bir yıla daha girdik. Genelde, kamuoyunda: “2006 yılı şöyle geçti, 2007 yılı da şöyle geçebilir” türünde bazı değerlendirmeler beklenir. Ancak, ekonominin performansını değerlendirmek veya ekonomideki gelişmeleri yalnızca“ekonomi şu kadar büyüdü veya küçüldü” biçiminde analiz etmek için, sadece bir yılı kapsayan gözlemler yapmak yeterli değildir. Diğer taraftan, “artık Türkiye bir Avrupa ülkesi oldu” gibi değerlendirmelerde bulunmak da doğru değil.
Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri, “büyüme” değil “gelişme” bazında ele almamız gerekiyor. Aksi takdirde, bir yıl iyi giden rakamların, ertesi yıl kötü gittiği bir durumda hemen morallerimizi bozarız. Oysa gelişmiş ülkelerde bir yıl ekonomik performansın kötü gitmesi, o ülkenin batacağı anlamına gelmiyor. Nedeni gayet açık: Gelişmişlik düzeyi… Peki ya gelişmişliği nasıl algılayacağız. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) 2006 Yılı İnsani Gelişme Raporu açıklandı. Bunu MESS İşveren Gazetesi kamuoyuna duyurdu. Buna göre; yaşam kalitesini de gösterenyaşam süresi, eğitim, okur yazarlık düzeyi, kişi başına düşen milli gelir gibi unsurları içeren, “İnsani Gelişme Endeksi” ülkelerin durumunu açıkça ortaya koyuyor. Buna göre; birinci sırada Norveç, ikinci sırada ise İzlanda bulunuyor. Türkiye ise 177 ülke içinde 92. sırada bulunuyor. Bulgaristan 54., Romanya ise 60. sırada yer alıyor. Durum gayet açık. Türkiye insanına gereken değeri vermiyor… Çünkü biz IMF ve AB tarafından ülkemizde uygulanan performans kriterlerine bakarak, “Türkiye iyi veya kötü yolda” gibi analizler yapıyoruz. Okur yazarlıkta ilkokul 5, eğitim kalitesinde de bir o kadar kötü durumda iken, Türkiye’nin yüzde 6.5’luk bir faiz dışı fazlayı yakalamasını performans göstergesi olarak görüyoruz. Dövizin üzerine basıp, yüksek maliyetlerle sanayiyi tasfiye ederken; dövizin düşük tutulması sayesinde kişi başına geliri 5.400 dolarlara yükselterek iyi bir performans yakaladığımızla öğünebiliyoruz. Oysa tüm bunlar; sağlık, eğitim gibi devletin temel görevlerinden tavizler verilerek yapılabiliyor. Aslında yapısal reform adı altında günü kurtarma peşindeyiz. Ama gerçek değişmiyor: Türkiye insanı gelişmişlik endeksine göre 92. sırada… Tarımdan sanayiye politikasızlık ve her şeyi fiyat mekanizmasının çözeceğine ilişkin “beklentilerle” günü kurtarma operasyonları belki büyümede işe yarıyor. Türkiye ekonomisi büyüyor. Ama değerli Türk Lirası ile ithal girdi oranını sürekli artırarak ve daha az katma değer yaratarak. Beş yıl önce yerlere göklere sığdıramadığımız ülkemizin 20 milyar dolarlık ihracatını gerçekleştiren, imalat sanayi istihdamının yüzde 35’ini bünyesinde barındıran tekstil ve hazır giyim yüksek maliyetler ve değerli TL yüzünden sürekli kan kaybediyor ve bunun adı yapısal değişim oluyor. Tarımda da işler çok farklı değil. Türkiye zaten az olan sermayesini taş bloklara yani, konuta bağlayarak tüketiyor. Tarımdan kopan, okur yazarlık düzeyi ise oldukça yetersiz olan insanımıza oralarda istihdam sağlayabiliyoruz. Peki ülkenin teknolojisini geliştirecek, araştırma geliştirmesini destekleyecek teknik elemanlarımız ne durumda? Türkiye’de acaba kaç tane teknik ara eleman yetiştiren, kaliteli eğitime sahip okulumuz var, diğerleri ne kadar? Teknik elemanımıza yeterli olanak sağlayabiliyor muyuz? İşletmeler araştırma geliştirmeye ne kadar kaynak ayırabiliyor? İstediğimiz kadar günü kurtaralım. Gelişmişlik endeksi gerçeği söylüyor. Gelişmişlikte 92. sıradayız. Hem de zamanında çok küçümsediğimiz ülkelerin arkasında. Bakın en azından onlar okur yazarlık sorunun çözmüş. Bizim gibi bir kilometre metro yapıp şenliklerle açılış yapmıyor. Büyük ölçüde altyapı halledilmiş. İklimin değiştiği günümüzde İzmit susuzluk çekiyor ama tahrip olmuş yer altı boru sistemi nedeniyle şehre verilen suyun en az yarısını evlere gelmeden kaybediyoruz. Sürdürülebilir kalkınma tartışmasının neresindeyiz ? Artık şu büyüme rakamlarını bir tarafa bırakalım. Tamam onlar da önemli ama gelişmişlik açısından olaya yaklaşalım. Belki de aradığımız tüm gerçekler oradadır, ne dersiniz? |
|||||