|
|||||
|
|||||
Ulusal savunma sisteminin başlıca dayanak noktalarını milli birlik ve beraberlik duygusu ve kuvvetli ve sağlam bir milli karakter ile bütünleşmiş bir millet, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın en iyi şekilde değerlendirilerek planlı kalkınmaya dönük sanayileşme ve endüstriyel büyüme, ve 21. yüzyılın en önemli unsurlarından olan her alanda bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetleri oluşturmaktadır. Türk tarihi bu unsurların eksik ve/veya yetersiz planlanmış olmasının bedellerini, son yüzyıl içinde 1. Dünya Savaşı’ndaki kanlı iç isyanlardan, Kıbrıs Barış Harekatı’ndaki dışa bağımlı savunma sanayiinin engellerine kadar, çok ağır olarak defalarca ödemek zorunda kalmıştır. Güçlü bir ulusal savunma için bu acı deneyimlerden mutlaka ders çıkarılmalıdır. Ulusal güvenlik ile sosyal yapının etkileşimini incelerken demografik yapıyı mutlaka dikkatlice irdelemek gerekir, çünkü nüfus ve insan gücü bir ülkenin en büyük sermayesidir. İnsan kaynaklarını milli güç unsurlarının başında gelen etkin insan gücü olarak değerlendirebilmek için bir takım olmazsa olmaz şartlar vardır. Bunlar; çağın gerektirdiği şartlara uygun şekilde bir genel eğitim düzeyine ulaşılması, ülkenin çağın değişen koşulları ve öncelikleri doğrultusunda ihtiyaç duyacağı insan kaynağını yetiştirmeye dönük planlı eğitim ve öğretim yapılması, nüfusun her düzeyinin göz önünde bulundurularak dengeli mesleki eğitimin sağlanması, tam istihdamın güvence altına alınması, sağlık bakımından yeterli olanaklarla donatılmış olması olarak sıralanabilir. Bu şartların yerine getirilmesi nüfus artış hızı ile yakından ilintilidir. Doğal olarak kontrolsüz ve aşırı nüfus artışı, bunu karşılayabilmek için belirli bir ekonomik güce ve oturmuş sosyal yapıya ihtiyaç duyulması nedeniyle, bu şartların yerine getirilmesinin önündeki en önemli engelidir. Yukarıda değinildiği gibi, aşırı nüfus artışı, eğitimsizlik, bilinçsizlik gibi münferit sorunlar karşılıklı bağımlılık ilkesi nedeniyle de birbirlerini tetikleyerek kısır bir döngüye dönüşebilecek ve ulusal güvenliği tehlikeye sokabilecek çok önemli bir problem olabilmektedir. Çünkü savunma ve güvenlik kavramları sadece dış tehditle sınırlı değildir. Bir ulusu özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir. Eğitimden amaç bireyi nitelikli ve mutlu kılmak, nitelikli bireylerin katılımı ile mutlu, kalkınmış, güvenli ve çağdaş bir toplum yaratmaktır. Çağdaşlık insana yapılan yatırımla doğru orantılıdır. Çinlilerin; "Bir yılı düşünüyorsan buğday ek, on yılı düşünüyorsan ağaç dik, eğer yüz yılı düşünüyorsan insan eğit!" sözü insana ve eğitimine verilmesi gereken önemin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Buna göre, eğitim ve sağlık alanında doğru yatırımlar ve planlamalar ile insan kaynaklarının geliştirilmesi, tüm nüfusun özellikle kadınların ekonomik ve siyasi hayata katılmaları sağlanmalıdır. Büyük önder Atatürk’e göre, ‘’Millî Eğitimin gayesi, yalnız hükümette memur yetiştirmek değil, daha çok memlekette ahlaklı, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi gençler yetiştirmektir’’. Atatürk, bu niteliği 1 Mart 1932 günü TBMM açış konuşmasında şöyle dile getirmiştir. ‘’Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir’’. SONUÇ Ulusal savunma anlamında yakın zaman için düşük olasılıklardan biri olmakla birliktesavaş süreci yaşanırsa, Türk milletinin son kalesi olan bu vatan mutlaka ve her şart altında sonuna kadar savunulacakve vatan tehlikeye düştüğü taktirde kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes, Atatürk’ün "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz" direktifi doğrultusunda düşmanın gücüne ve sayısına bakmadan bugün de sonuna kadar çarpışacak kararlılıktadır. Ancak içinde bulunduğumuz çağda, devletler savaş dışı yol ve yöntemlerle de baskı altına alınabilmekte ve rakip (düşman) ülkenin amaçlarına bir tek mermi bile sıkılmadan sadece ekonomik ve siyasi baskılarla da ulaşılabilmektedir. Bugün ulusal savunma olgusu sadece askeri stratejiler ve savaş koşullarında uygulanacak bir takım taktiklerden çok daha ötede bir anlam kazanmıştır ve buna bağlı olarak çok daha kapsamlı değerlendirilmeli ve pek çok değişik faktörle ilişkilendirilerek çok boyutlu olarak planlanmalıdır. Ne yazık ki bugün için elimizdeki veriler, ülkemizin bu konuda son derece kırılgan bir noktaya doğru hızla ilerlediğini göstermektedir. Acil olarak önlemi alınmazsa, insan gücümüz ve buna bağlı olarak ulusal savunma imkanlarımız ülke güvenliğini sağlamaya yeterli olmaktan uzaklaşma tehditi altındadır. Tek tek olayları gördüğümüzde belki farkına varamıyoruz ama üstüste koyduğumuzda bir takım kayıplar geometrik olarak büyümekte ve o ölçekte de güvenliğimizi etkilemektedir. Geleceğine güvenemediği için yıllardır beyin göçü ile kaybettiğimiz parlak zekalar, her seviyede görülebilen yolsuzluk ve rüşvet çarkı ile iyice zayıflatılmış ve muazzam bir borç yükü altında ezilen devletimiz, milletvekillerinin bile açık açık söylemekten çekinmediği güvenilmez bir hukuk sistemi, alt kimliklere bölünmüş ve ulus devlet idealinden gittikçe uzaklaştırılan bir millet, vergi ve sosyal güvenlik gibi hak ve yükümlülüklerin eşit olarak paylaştırılamamasından dolayı gittikçe hukuk dışı davranmaya itilen insanlarımız, siyasetçilerin oy toplama uğruna sisteme güveni zedeleyen gerekli – gereksiz ekonomik ve sosyal aflar çıkartmaları, hemen her alana yayılmış mafyanın namuslu vatandaşlara kurduğu baskı, bölücü ve irticai tehditlerin devam etmesi ve benzeri unsurlar ülkemizin ulusal savunma imkanlarını kaçınılmaz olarak kritik noktaya doğru götürmektedir. Bugün içinde bulunduğumuz sürecin nasıl bu noktaya kadar geldiğini anlayabilmemiz için, öncelikle baktığımız yeri ve ölçeği değiştirmemiz gerekmektedir. Devletlerin hayatı, insan ömrüne kıyasla çok daha uzundur, dolayısıyla etki – tepki süreçleri de bu oranda farklıdır. Bazen 10 yıl, 50 yıl hatta yüzlerce yılda yaşanan olaylar, tarih kitaplarında sadece bir kaç satır içinde ifade edilerek geçilir. Bugün için, geleceği öngöremeden kendi insani ölçeğimiz ve vizyonumuzla bakarak, son derece masumane olarak algılama ve değerlendirme yanılsamasına düşebileceğimiz, kitlelerin eğitiminde ve yönlendirilmesinde büyük bir gücü olan medya ve onun günümüzdeki en boyalı oyuncağı magazin ve televole kültürü – kültürsüzlüğü, tıpkı bir uyuşturucu madde bağımlılığı gibi, ne yazık ki bizim düşündüğümüzden çok daha büyük bir tehdittir. Türkiye’de son 10 yılda yazılı, görsel ve işitsel medyanın uygulama konusunda geldiği nokta ve kaçınılmaz olarak birinci derecede etkileme gücüne sahip olduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarında yavaş yavaş ama planlı bir şekilde yarattığı değişim, kurucu iradenin kimliğine, ahlakına ve vizyonuna aykırı bir toplumun şekillendirildiği bir tezgah haline dönüşmüştür.Ulusal savunmamızın en önemli gücü olan insan kaynağımızı tüketen bu gelişmelerin, kendi kafamda yapmaya çalıştığım uzun döneme dönük projeksiyonlarda, büyük bedeller ödenerek ve yokolmanın eşiğindeyken belki de son bir şans olarak, Mustafa Kemal gibi tarihte eşi görülmemiş bir liderin bize nasip edilmesi sayesinde kazandığımız Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasına, güvenliğine ve milletimizin refahına çok önemli bir tehdit olduğunu düşünüyorum. Devletleri var eden unsur, onun kucağında birlikte yaşama isteğinde bulunan ve bunu koruma azmi ve kararlılığında olan milletidir. Devletin görevlerinden biri de, kendi bekasını ve güvenliğini sağlayan milletini oluşturan her bir yurttaşa doğduğu günden itibaren, en iyi şekilde yetiştirilmesi, eğitilmesi, yete |
|||||