|
|||
|
|||
Türkiye’nin yüksek bir potansiyeli olduğu uzun süredir biliniyor. Neredeyse on yıla ulaşan bir politik istikrar döneminden sonra, çok sayıda Türk şirketi, inşaattan, beyaz eşyaya, elektronikten otomotive, tekstilden, eğlence ve gıdaya kadar pek çok alanda modern sanayi ürünleri ve hizmet ihracatı aracılığıyla (çoğunlukla bölgesel) pazarlarda iyi bir yer edinmiş durumda. Türk iş adamları, Türkiye’nin ekonomik geçmişinin, şirketlerini, özellikle de bankalarını güçlendirdiğini sık sık söylüyorlar. Budüşünceye göre, politik rejimin, enflasyonun veya yasaların yarın ne olacağı konusunda hiçbir fikriniz yoksa, iyi veya en azından yaratıcı olmanız gerekir. Bu kısa vadeli perspektif, işletmelerin yıllar boyunca “vur kaç” ilkesiyle çalışmasına neden oldu. Ama bu düşünce, bugün yerini orta vadeli yaklaşımlara bırakmaya başladı ve “sürdürülebilirlik” gibi terimler, yönetim kurulu toplantılarında moda haline geldi. Büyük holdinglerle birlikte, “Anadolu kaplanları” da yüksek ihracat kapasiteleri ve yüksek büyüme rakamlarıyla 1980’lerden bu yana Türkiye’nin ana ekonomik santralleri arasında olduklarını kanıtladılar. Yavaş yavaş üretimi, kalite kontrolünü, satışı ve uluslararası muhatapları ile pazarlık yapmayı öğrendiler. Ancak mevcut pazarlarda genişlemelerini ve yeni pazarlara girişlerini destekleyecek sağlam bir iş diplomasisi eksik kaldı. İş diplomasisi “kültürler arası iş girişimleri hakkında stratejik bir şekilde düşünme ve farklı dünya görüşleri olan ilgililerle uygun iş görüşmeleri yapma sanatıdır”. Para her şeyi satın alamaz. Türkiye’deki şirketler kendi bölgelerinde kendilerine aşırı güvenirlerken, bu bölgenin dışına çıktıklarında şiddetli bir kompleks duygusu içine giriyorlar. Hiçbir Avrupalı, tüm Avrupa’da satılan televizyonların yüzde yirmi beşini tek bir Türk şirketinin ürettiğini bilmez. Amerikalılar da (iktidardaki muhafazakar AKP ile bağları da bilinen) Yıldız Holding’in(at üzerindeki çıplak kadın figürlü) Godiva çikolata şirketini satın aldığını bilmez. Markalama sorununu çözme konusunda tutarlı bir iletişim stratejisinin eksikliği açık bir şekilde görülüyor. Bahreyn her zamankinden fazla “iş dostu”, Malezya “gerçek Asya” olarak kalmaya devam ediyor, Mısır hala “iş için açık” ve Yunanistan “gücünüzün yeteceği bir şaheser” oldu. Turquality umut verici bir inisiyatif olmakla birlikte yeterince geniş bir perspektifi yok. Bu konuda makro yaklaşım Türk iş diplomasisinin lider aktörlerinin ortak bir amaç için bir araya gelmesi olmalıdır Türkiye’nin yurtiçindeki gururunu uluslararası bir ekonomik şöhret oluşturmak için kullanmak. İyi olan şu ki, Türkiye moment kazanmış durumda. Gençler Türkiye’yi “cool” buluyor ve İstanbul, cazip bir yer; kurumsallık, bürokrasi ve sürekli tartışmalardan bunalmış olan genç ve dinamik AB gençliği için yeni bir El Dorado haline geliyor. Ayrıca, AB üyeliğine olumlu yaklaşanların sayısı da artıyor. Son olarak, uluslararası medya Türkiye’nin bölgede oynadığı giderek daha önemli hale gelen diplomatik rolünü övüyor. İş dünyasının da bu perspektifi benimsemesinin zamanıdır ve bunun için bir derneğe katılmak ve AB parlamentosunun yanında bir ofis açmak yeterli değildir. Çoğu kimsenin BRIC zirvesinin eksik T’si olarak gördüğü Türkiye, yalnızca yabancı yatırımcıların geleceği bir ülke olmanın ötesinde, Türk şirketlerinin de yurtdışında yatırım yaptığı ve Türklüklerini marka olarak kullanmaktan gurur duydukları bir ülke olduğunu da kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, iş diplomasisi, küresel ticaretin fırtınalı sularında, sınırları aşan iş yatırımlarını başarılı bir şekilde uygulamayı sağlayacak iş görüşmeleri yapmak için vazgeçilmez bir araçtır. |
|||