|
|||||
|
|||||
Hayat bir sahne, hayat bir oyun...
Hayatın yazgısını kim kestirebilir?
İşte hayat sahnesinden bir oyuncu: İspanya’dan, Kastilya’dan bir yazar: Cervantes. 1547 yılında Alcale de Hennares’de doğdu. Soylu ama yoksuldu. Zenginliği yüreğindeydi, kalemindeydi. Ozandı, gençti, ateşliydi. Madrid, Roma ve Edebiyat üçgeninde, sergüzeşt ruhuna macera aradı. Roma’da, katiplik yaptı. Askere yazıldı. Papa’nın Haçlı Donanması’na katıldı. İnebahtı’da savaştı, Türkler’e karşı çarpıştı. Yaralandı. İyileşti. Dönüşte, Cezayir Korsanları’na esir düştü, kurtuldu. Düştü, kalktı, sonra da 20 Eylül 1602’de düşleri gerçek oldu. Evine kapandı, kalemi, kağıdı alıp başladı yazmaya. İki yıl ortalıktan kayboldu. Sonra, bir sonbahar günü, şimdilerde bile, gözümüzü, gönlümüzü aydınlatan eserleriyle, çıktı ortaya Kastilyalı Migules de Cervantes Saavedra.
Yalnız İspanyol değil, Dünya edebiyatına yeni bir soluk getirecek olan unutulmaz eseriyle çıktı; L’ingenieux Hidalgo Don Quichotte de la Mancha... Türkçe’deki bilinen, sevilen adıyla “Manşalı Don Kişot”. 1605’te, İspanya Kralı 3. Philippe’in izniyle yayınlanan bu unutulmaz eserin, günümüze kadar ulaşacak öyküsü böyle başladı. İspanyol edebiyatının, Dünyaya bir armağanıydı. Hayat bir sahne, hayat bir oyun... İşte hayat sahnesinden bir başka oyuncu. Türkiye’den, Ege’den, yakın geçmişten bir yorumcu. 1921’de İzmir’de doğdu. Soylu ama yoksuldu. Zenginliği sesinde, soluğunda, tutkularındaydı. Gençti, ateşliydi. İstanbul, Paris ve Müzik üçgeninde, hülyasındaki servetin ve şöhretin peşinden koştu. Düştü, kalktı, hem de ne kalkış, bütün müzikseverleri de ayağa kaldırdı, onları şarkılarıyla kucakladı. 1952’de “Allahaısmarladık Lisbon” şarkısıyla müzik dünyasının zirvesine adını yazdırdı: “DARIO MORENO ve Adieu Lisbon”. Hayat bir sahne, hayat bir oyun... İşte hayat sahnesinden bir oyuncu daha: Jacques BREL. Belçika’dan Brüksel’den bir yorumcu ve oyuncu. 8 Nisan 1929’da Brüksel’de doğdu. Zengin ama kırılgandı. Müziğe tutkulu her genç gibi, o daateşliydi. Babasının yanında işe girdi ama girmesiyle çıkması bir oldu. Müzik, onu bekliyordu. Üstelik aşıktı. 1950’de Therese ile evlendi. Elinde gitarı, aşkını müzikle kutlarken, ruhunu ezgilerin kucağında buldu. 1951’de ikinci düşü gerçekleşti. O artık bir şarkıcıydı. 1953’te ilk taş plağını doldurdu: “Il y a” ve “La Foire” adlı bu şarkıları Paris’te Jacques CANETTI’ye yolladı. Bu onun yolunu aydınlattı. Müzikle dostluğu yeryüzünde yankılandı. Besteleri ile sevdalıları kuşattı: “Les Blés, La Valse à Mille Temps, On N’oublie Rien, Les Bourgeois, Rosa, Ne Me Quitte Pas, Les Flamandes...” Hatırladığım kadarıyla, yazı hayatına başladığım günlerde, 1957’de, Paris’te dostum Bruno COQUATRIX’in ünlü Olmypia müzikalinde, ilk defa, şansını denedi. Zizi Jeanmaire Show’la aynı sahneyi paylaştı. Bence, bu Jacques BREL’in dünya prömiyeri oldu. Artık şöhret yolu açılmıştı. Belçikalı şarkıcı bundan sonra yalnız Fransa’yı değil, bütün dünyayı kucaklayacaktı. Olympia’yı yıllarca yönetmiş olan dostum Michel BORRIS’e göre, Jacques BREL, Olympia sahnesinin altın hatıraları arasında yer alan, hiç kuşkusuz en parlak isimlerinden biridir. Şu bir gerçek ki, Jacques BREL’in, yaşam çizgisinin zirvesinde, Miguel de Cervantes Saavedra’nın Don Quichote de la Mancha’sı vardı. Bu, komedi müzikal, yeryüzünde bir başyapıt olarak dikkati çekmiştir. İspanya’da 1600’lü yıllarda Cervantes’in kaleminde başlayan bu büyülü edebi yolculuk, 1960’lı yıllarda bir “komedi müzikal” de Dünya sahnelerinde, alkışlarla ödüllendirildi: New York, Londra, Brüksel ve Paris’te. Jacques BREL, Brüksel’de Belçika Kraliyet Tiyatrosu’ndan sonra, kendi ifadesine göre, yaşamın en güzel ödülünü, 7 Aralık 1965’te Paris’de Grand Théatre des Champs-Elysées’de gerçekleşen galada aldı. Eğer Miguel de Cervantes Saavedra oturup 55 yaşında “Xote de la Mancha”yı yazmasaydı, eğer “Don Quichote de la Mancha”, “Don Kişot”, 350 yıl sonra bile keyifle seyredilen bir eser olmasaydı, Belçika Kraliyet Tiyatrosu’nun afişlerinde, seçkin müziklerle beslenen unutulmaz Jacques BREL ile unutulmaz Dario MORENO’da olmayacaktı. İşte hayat sahnesinde 3 SANATÇI... Hayat yazgısını kim sektirebilir? İspanya’dan Miguel de Cervantes Saavedra’nın dev eserinde, Belçika’dan Jacques BREL, Türkiye’den Dario MORENO, müzikle edebiyatın kesiştiği noktada, işte böyle buluştular. Ne yazık ki, bu masaldaki, Dario MORENO’nun yaşam serüveni, çok geçmeden noktalanacaktı. Hayatın yazgısını kim kestirebilir? Kim bilebilir? Bilirsiniz hep masallarda dinleriz sıradan, parasız pulsuz, kısaca çulsuz bir yaşamdan, göz kamaştıran bir servete ve şöhrete kavuşan insanın hali nasıldır, nicedir? Bilmem, hiç düşündünüz mü? Hülyasını bile aşan, böyle bir hayata insan, kolay kolay uyum sağlayabilir mi? Bir keloğlan masalı değil bu, sevgili dostum Dario MORENO’nun hayat öyküsü... Sanatçı duyarlılığı, insancıl kırılganlığı ve kişiliğini örseleyen hissi ilişkileri içinde çevresini saran dalkavukların övünç çığlıkları onu sarstı. Sarstı ama yıkamadı, yıprattı... İyi şarkı söylemek, iyi bir tiyatro oyuncusu olmak için, gösteri dünyası için doğmuştu. Üstelik doğduğu ülkeyi unutmadı, her gittiği festivalde, Türklüğü ile övündü, Türk bayrağını göndere çektirdi. -“Bu defa gelişimde bana dostlarım öylesine yakın ilgi gösterdiler ki bilemezsiniz. “Dario hiç değişmedin. Yıllardır hiç değişmedin. Hep aynı kilodasın. Hep aynı şişmanlıktasın.” dediler. Anladınız ya, bana çok nazik davrandılar.” Salondan yükselen şen kahkahalar, alkışlara karıştı. Sahnedeki şık adam, mikrofona eğildi. Müzik başladı. “Canım dilber şehir... Eşsiz sevgili İzmir... Ulu Çatalkaya’nın... Gök mavisi körfezin, yeşil yamaçların, çeşitli bağlarınla... Ege’nin güzeli, incilerin incisisin. Canım dilber şehir... Eşsiz sevgili İzmir... Gurbette sensizim... Avare bir öksüzüm...” İzmir diye şarkılar söyleyen adam, salondan yükselen alkışlarla eğildi. Gözleri dolmuştu Dario MORENO’nun. Onu alkışlayanlar arasında ben de vardım. Alkış, takdir, hayranlık onun için bir alışkanlıktı. Ama bir de İzmir özlemi olmasa... Herşey bir yana, insanın doğup büyüdüğü ülkede alkışlanması hepsinden güzeldi. Yüreği yanık, anlattı; “İnsanın kendi vatanı gibi var mı? Dünyanın neresine gidersem gideyim, İzmir aklımda.” Çocukluğunu Kordon Boyu’nda yaşamış, körfezin mavi sularına şarkılar söylemişti. İlk gençliği vardı o mavi sularda. Köpük köpük umutları şarkılarda. Askerliğini yaptıktan sonra, İstanbul’un yolunu tuttu. Taksim Belediye Gazinosu’nda sahneye çıktı. O zamanlar Taksim Belediye Gazinosu, şimdiki Ceylan Otel’in bulunduğu yer. Fritz KERTEN ile tanıştı. Ünlü piyanistin “Oğlum senin yerin Paris” dediğini duyunca kendini ışık kenti Paris’te buldu. Şöhret yıldızı, onu Paris’te bekliyor olmalı ki, şarkılar, konserler, turneler derken birden adı ışıklı ilanlarla yazıldı... DARIO MORENO. Hayatımızın cazibe noktası olan radyolarda, müzik, eğlence programlarının yıldızı olmuştu. Güzel sesi, neşeli, eğlenceli, şen tabiatı ve hareketli danslarını sahneleri süslerken, sıra sinemaya geldi. “Belalı Yosma”, adlı polisiye bir filmde Eddie CONSTANTINE ile birlikte oynadı. Sinemada Fransa’nın ‘Cep Venüsü’ BB ile çevirdiği “Mambo” da yaptığı danslar çok sevildi... Taş plak dönemindeki ilk kayıtlarda Latin şarkılarını söyledi... 78 devirli plaklar, 45’likler ve long play’ler derken, birbirinden güzel şarkılarla çıktı karşımıza: Tiens, Tiens, Tiens, Papa Loves Mambo, Mambo Italiano, Pour Toi, Eso es el Amor, Tout L’Amour, La Bamba, La Pachanga, La Marmite ve Brigitte Bardot... Onun süksesi oldu. Biz de bunları radyoda çalar, övünürdük. Fransa’dan sonra Avrupa’da ve tüm Dünyada şarkı listelerine girdi, festivallere katıldı, heryerde, her konserinde alkışlarla uğurlandı ama aklı hep Türkiye’deydi... Fransa’da Phillips adına seslendirdiği Türkçe şarkılarda memleket hasretini dindirmeye çalıştı; İzmir, Sarı Kanaryam ve Ali... Bu da yetmedi, sonund |
|||||