|
|||||
|
|||||
Jessica Williams’ın “Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek” kitabında belirtildiği gibi, Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir çalışma sonucunda, istatistikler muazzam büyüklükte bir soruna işaret ediyor. Dünyada her gün 800 milyon kişi aç kalıyor ve 2 milyon insan kronik beslenme bozukluğu çekiyor. Her yıl 8 milyon insan açlıkla ilintili hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor. 2 milyar insan mikro beslenme bozukluklarına bağlı kronik sağlık sorunları çekiyor. Ölen beş yaşın altındaki, 10 milyon çocuğun yaklaşık yarısının ölüm nedeni yetersiz beslenme. Dolayısıyla, açlık ve yetersiz beslenme dünyada yoksulların karşı karşıya olduğu en büyük sorun.
Ancak, ilginç olan, tüm bunların gıda sıkıntısından kaynaklanmamasıdır. Dünya her yıl bütün insanları doyuracak kadar yiyecek üretmektedir. Eşit bir şekilde dağıtılması durumunda herkesin yeteri kadar yiyeceği olurdu. Beslenme uzmanları, sağlıklı bir günlük gıdanın 2500 kalori enerji içermesi gerektiğini söylüyorlar. Oysa ABD’de sıradan bir insan günde 3600 kalori tüketirken, Somali’de bu rakam 1500’dür. Gıda üretimi küresel talebe ayak uydurmuş, pirinç ve benzeri tahılların fiyatları düşmüştür. O halde neden bu kadar çok insan hala açlık çekmektedir? Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen, açlığın nedenleri konusunda dünyanın en önde gelen otoritelerinden biridir. Kendisine göre, açlığın sebebi bir ülkenin gıda üretememesi değil, gelir yetersizliğidir. Yoksul insanların yiyecek sağlamaya yetecek paraları ve kendi yiyeceklerini yetiştirecek kaynakları yoktur. Silahlı çatışmalar da gıda güvenliği üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Savaş zamanında hükümetler kaynaklarını askeri harcamalara yönlendirir. Gıda dağıtımı ve ulaşım ağları sekteye uğrar ve çatışma altında olan bir bölgede çiftçilerin topraklarıyla ilgilenmeleri çok tehlikeli olabilir. Açlık, kimi zaman acımasız bir savaş silahı olarak da kullanılır. Taraflardan biri, gıda stoklarını ele geçirip yok ederek ya da gıda yardımını sivillerden askerlere aktararak diğerini aç bırakıp teslim olmaya zorlayabilir. Tarlalar mayınlanıp su kaynakları zehirlenebilir. Çatışmaların ardından toplumların besin kaynaklarını baştan yaratmaları zor ya da imkânsız bir hal alabilir. Güney ve Batı Afrika ile Orta Amerika’daki uzun süren silahlı çatışmalar nedeniyle tüm bir nesil toprağın nasıl işleneceğini öğrenemeden büyümüştür. Bildikleri tek gerçek çatışma olduğundan aldıkları tek eğitim de savaş sanatı üzerine olmuştur. Bir ülke savaş tarafından zaten zayıflatılmış durumdaysa, kıtlık ve sel gibi doğal felaketleri atlatması da iyice zorlaşmaktadır. Yolsuzluk ve kötü yönetim, ülkenin ihtiyaç duyduğu gıda maddelerini ithal edecek mali gücünü de zayıflatır. Bu da kısa sürede kıtlık krizinin patlak vermesine neden olacaktır. Yeteri kadar yiyeceğe sahip olmak her insanın temel hakkıdır. Açlıksa kalkınmanın en büyük engellerinden biridir. Yeterli beslenen insanlar daha iyi çalışıp daha fazla gelir sağlayabilirler. Sierra Leone’de yapılan bir araştırma, tarımda çalışan kişi başına yüzde 50’lik bir kalori artışının tarım üretimini yüzde 16,5 arttırdığını göstermiştir. Zengin Batı’da bol miktarda gıda fazlası var. Hatta o kadar çok var ki, bazen fiyatları dengede tutabilmek için bir kısmı yok ediliyor. Fazladan üretilen yiyeceklerin büyük bir kısmı yardım olarak yoksul ülkelere gönderiliyorsa da, yardım kuruluşları bunun uzun vadede çözüm oluşturmayacağını belirtiyor. Çözüm, yoksulluğun kaynağını ortadan kaldırmakta yatıyor. Bu da bölgenin ortalama gelirinin yükseltilmesinden geçiyor. Eğitim bu noktada önem kazanıyor. FAO’nun tahminlerine göre dünya üzerinde 300 milyon civarında yoksul çocuk ya okula gitmiyor ya da okulda geçirdiği zaman boyunca yemek yemiyor. Yetişkinlerin okuryazarlık oranının yüzde 40 olduğu bir ülkede kişi başına düşen gayrı safi milli hâsıla (GSMH) ortalama 210 dolardır; bu oran yüzde 80’e yükseldiğinde GSMH de 1000 doların üzerine çıkıyor. Okula giden kızlar daha geç evlenir ve daha az çocuk yapar. En az dört yıl eğitim görmüş çiftçiler yüzde 10 kadar daha üretkendir. Eski WHO Genel Direktörü Gro Harlem Brundtland, “yirminci yüzyılın sağlık devrimi tarafından dışlanan milyonlarca insanı gemiye almak için güçlü bir insan hakları yaklaşımına ihtiyaç olduğunu” söylüyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.maddesinin birinci bendi, “Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dahil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine hakkı vardır” der. İnsan hakları yaklaşımı, insanlara gıdaya ulaşabilmelerini sağlayacak her şeyi gerçekleştirme sorumluluğunu ilk olarak hükümetlere verir. Ancak hepimiz bu sorunun büyüklüğünün farkında olmalıyız. Bunun için yardım kurumlarını destekleyebilir, hükümetlerimizi ellerinden geleni yapmaya çağırabilir, yardım vaatlerini yerine getirmeleri için baskı yapabiliriz. Büyük bir uluslararası çaba gerektiren bu karmaşık sorundan hepimiz sorumluyuz ve 2006 yılında hepimizin bu konuda bir şeyler yapabileceği ümidi ile hepinize sağlık, başarı ve mutluluk dolu bir yeni yıl dilerim. |
|||||