|
|||||
|
|||||
Yeni fikirlerin ticari başarıya, dolayısıyla daha fazla katma değere dönüştürülüp servet birikiminin artırılması, sonuçta toplumun yaşam kalitesini yükseltilmesi tüm ülkelerin hedefidir. Japonya ve Güney Kore’nin 40 yıl önce filizlenmeye başlayan başarılarını bugün de sürdürebiliyor olmalarının sırrı hiç şüphesiz sanayide taklitçilikten yaratıcılığa geçmede gösterdikleri büyük başarıdır.
Bir ülkenin gelişmesi ve zenginleşmesinde yaratıcılığın rolünü açıklayabilmek için inovasyon (*) kavramını da birlikte açıklamak gerekir. İnovasyon, bir fikri pazarlanabilir yeni bir ürün, hizmet, imalat, dağıtım ya da toplumsal hizmet yöntemine dönüştürmeyi ifade eder. (*) Yaratıcılık becerisi gelişmemiş toplumlarda inovasyon yapılamaz. Ülkemizin gelişmesi ve çağdaş medeniyet seviyesine erişebilmesi de ancak fertlerin yaratıcı olabilmesi ve teknolojik inovasyon yeteneği kazanması ile mümkün olabilecektir. Bu beceri nasıl elde edilir? Ülkemizde birçok aydın ve STK - ağırlıkla Gönüllü Sivil Toplum Örgütleri - bu konuyu kendi pencerelerinden irdelemekte ve fikir geliştirmektedirler. Ancak bu fikirlerin şimdiye kadar aynı potada eritilip toplumsal bir anlaşma çerçevesinde uygulamaya geçilemediği, bu konuda geç kalındığı açıktır. Ekonomik refaha erişme hedefini gerçekleştirmek yolunda inovasyon yapmak için yeni fikirler üretecek ve bunları bilim ve teknolojiyi kullanarak paraya dönüştürecek girişimcilere ihtiyaç vardır. O halde inovasyonun iki önemli ortağı bilim kuruluşlarıyla iş camiasıdır. Bu ortaklardan hangisi önemlidir sorusuysa yeni teknolojilerin öneminin anlaşıldığı 1800’lü yılların başlarından günümüze kadar tam olarak yanıtlanamamış bir sorudur. Tarihe bakınca,"yenilik peşinde koşan girişimci daha önemlidir" yanıtının daha doğru olduğunu öne sürmek mümkündür. İnovasyon dehası olduğu konusunda tereddüt olmayacak bir kişilik olan telgraf memuru Edison’un hiçbir bilimsel kariyeri, hatta doğru dürüst tahsili bile yoktu. Sadece yenilik peşinde koşan akıllı bir girişimciydi, Edison. Ama onun bir mühendis, bir profesör olmaması, elektrik ampulünü, gramofonu ve daha birçok yeniliği insanlığa hediye etmesini engellememiştir. Einstein, Relativite teorisini ortaya koyduğunda üniversitesinin fizik bölümünü bitirmiş, patent bürosunda çalışan sıradan denebilecek bir insandı. Bilimsel altyapı hazır olmasına rağmen kendinden önce yaşamış ve yaşayan birçok profesörün ortaya koyamadığı relativite teorisini daha 26 yaşında ortaya atması, girişimciliğinin bilimsel kişiliğinin önünde gittiğinin bir göstergesi değil midir? Bu günlere geldiğimizdeyse inovasyon kavramının bilim ile ilişkisinin çoğaldığını söylemek doğru olur. Ama yine de inovasyon yapmak için her zaman öncelikle araştırma içgüdüsü gelişmiş, müşterinin nabzını tutabilen risk almaya razı iyi girişimcilere, onların kurdukları firmalara ve inovasyona yatkın, eğitimli çalışanlara ihtiyaç duyulacak. Çünkü sadece ilim için ilim yapmak, pazarlanıp kar ettirecek bir yenilik için yeterli değil. Olsaydı, eğitim konusunda birçok batı ülkesiyle boy ölçüşebilecek seviyede olan doğu bloğu ülkeleri inovasyon konusunda da batı seviyesinde olurdu. Ülke kalkınmasında çok önemli olan Üniversite-sanayi işbirliğini sağlamaya çalışırken inovasyonun çekirdeğini firmaların, daha çok da KOBİ’lerin oluşturması gerektiğini, batı örneklerinden hareketle üniversitelerimize, ama özellikle devlet üniversitelerine, YÖK’e anlatmamız, kabul ettirmemiz gerekiyor. İşimiz kolay değil gibi görünüyor… (*) Tam Türkçe karşılığı olmadığından bu yabancı kelime (innovation) bizde yaygın olarak "inovasyon" olarak kullanılmaktadır. |
|||||