SİVRİ SİNEK SAZ Av. Talat METE
Halkımız sorunların neresinde!
 
Düşünce sonucunda yaratılacak çareler ile ortadan kaldırılıp, insanlık onuruna uygun sonuçlara gidilmesini gerektiren sorun veya sorunlar, insan yaşamının doğal bir parçası olarak yaşam devam ettiği sürece var olacaktır. Bireysel ve toplumsal gelişim için bu durum kaçınılmaz. Ancak, sorunların farklılığı gibi çözümlenmesinde de, sorun yaşayanların çözüme katkılarının kalitesi ve yoğunluğu önemli.

Bugün kimi toplumlar, ulaştığı refah düzeyinin üzerine çıkma çabaları ile uğraşırken, kimi toplumlar, var olabilme sorunları ile uğraşmakta, kimileri de bu durumun arasında bir yerde durmaktadır. Dünyamız henüz bu konularda bütünüyle bağdaşık (homojen) değil.

Toplumumuz, var oluş sürecinden günümüze kadar sayısız sorunlar yaşamış, bir zamanlar Dünya’ya hükmederken, gelişimlerin dışında kalarak gücünü yitirmiş, neredeyse yok olma ile karşı karşıya kalmış, tarih sahnesinden siliniyor, hasta adam öldü, denilen anda, içinden çıkardığı bir Dünya lideri ile küllerinden yeniden doğarak, yaşamına bir başka idari boyutta, sorunlarla boğuşarak devam etmeye başlamıştır.

İnsanlığın var oluşundan bugüne, her toplumda; sorunların çözümünde, gelişimin ortaya çıkışında veya geri gidişler ile batışlarda, hatta tarih sahnesini terk edişlerde, toplumları yöneten liderler ve yakınları ile kanaat önderleri önemli roller oynamış ve oynamaktadır. Bu rollerin ulaştığı sonuçlar, tabii ki en başta halkı etkileyecektir. Daha açıkçası halkı biçimleyecektir.

Yönetimde, egemenlik kaynağını Tanrı’dan alan ve idareyi dini kurallarla yürüten “teokratik” düzenler ile insanın her türlü yaşam alanını düzenleme yetkisini kendinde bulan “totaliter” idarelerde, halkın önemi yoktur. Halk bu tür idarelerde adeta dolgu maddesidir. Yönetenler, durumun nasıl olmasını istiyorsa öyle davranırdı. Uzun süre bu durumdan darbe yiyen halklar, baş kaldırıp, kendi egemenliklerine dayalı yönetim biçimi olan “klasik demokrasiye“ giden yolda yürümeye başlayınca, halkın önemi öne çıkmıştır.Klasik demokrasiden, katılımcı çağdaş demokrasiye gidiş yolunda bu önem tepe noktasına ulaşmıştır.
Dünyanın gelişmiş toplumları bu yolda hızla ilerlerken, bizim sorunumuz da burada başlamaktadır.

Katılımcı çağdaş demokratik yönetime gidiş yolunda halkımızın, yönetimleri nasıl ve ne oranda etkilemeye çalıştığı ve yönetimlere katılma arzusunu ne ölçüde ortaya koyduğu, önem taşımaktadır.

Bu yolda ulaşacağımız mesafe; bireysel özgürlükler ve bunların güven altına alınması, laiklik, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, ekonomi, yaşanabilir doğal çevre, açlık, kadın-erkek eşitliği, istihdam, töre, feodalite, toprak reformu, dinin siyasallaşmasının önlenmesi, etnik kimlik, tüm sosyal ve ekonomik yasalardaki anti demokratik hükümlerin kaldırılması, (örneğin siyasi partiler yasasındaki lider sultasına son verecek hükümler, seçim barajının, tüm düşüncelerin mecliste temsil edilebilecek oranlara indirilmesi vs ) gibi daha birçok sorunun çözümünü getirecektir. Buna ancak, katılımcı çağdaş demokrasi içerisinde, halkın bizzat kendisi veya oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile ulaşılabilir.

Tabii ki, halkın eğitim ve bilinç düzeyi, ulus bilincinin ve sorumluluk anlayışının gelişmişliği, ülke yönetimine ilgisi ve yönetime katılma isteği, toplumların gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılıdır. Bunu becerebilmiş toplumlar bugün gelişmiş, becerememiş olanlar ise geri kalmış toplumlar olarak anılmaktadır.

fiimdi çuvaldızı kendimize, iğneyi başkasına batırarak öz eleştiri yapma zamanı. Halkımız yaşadığımız sorunların neresinde?

Bu gün yetmiş milyonu aşan toplumumuz, acaba yurdumuzu, yayılmacı (emperyalist) güçlerin elinden kurtararak Cumhuriyetimizi kuran ve bizlere emanet eden o gün ki bir avuç halkımızla, aynı toplumsal sorumluluğa, aynı ulus bilincine, aynı toplumsal reflekslere vs sahip mi?

Hayır-ı haklı çıkaracak birçok örnek verebilirim.

O gün, birlik ve beraberlik içerisindeydik,
Bugün, ayrışmanın uçurumundayız
O gün, Ulus Millet yolunda heyecanla ilerlerken,
Bugün, Ümmete yelken açmaya çalışıyoruz.
O gün, Köy enstitüleri ile aydınlığa koşarken,
Bugün, imam olma peşinde koşuyoruz.
O gün, siyasal farklılıklar her hangi bir sorun yaratmazken,
Bugün, salkım saçak bölümlenmiş durumdayız.
O gün, kız-erkek tüm çocuklar güle oynaya okula giderken,
Bugün, “baba beni okula gönder” kampanyaları yapmak zorundayız.
O gün, “yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı derken”,
Bugün, Çin malına hücum eder durumdayız.

Bu örnekleri uzatmak çok kolay. Toplumsal duyarlılığımızın nerelerde olduğuna da bir iki örnek vermek isterim. Daha dün İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şehir içi ulaşım bedeline neredeysepadişah gibi“zam yapıla” talimatı sonucu aniden oluşan zamma karşı, kuzu misali boyun eğen İstanbullu’ya ne demeli?

İsteği ve düşüncesi hiç değerlendirilmeden, köle gibi babasının ya da ağasının istediği adama verilen,sonunda mutlu olmayıp kaçan kız çocuklarını töre yasası diye öldürülmesi talimatı verenlere ne demeli?

Hiçbir şey üretmeden yıllarca partilerini özel şirketleriymiş gibi kullanan ve genel başkanlık yapan, seçmenleri ve halkla alay eden siyasetçilerin, yapıştıkları koltukları, toplumu daha ileri götürme projeleri olanlara devretmek istemeyen veya seçim kaybettiklerinde istifa denilen çağdaş mekanizmayı kullanmayan despot parti yöneticilerine toplumsal tepki koymayan seçmene ne demeli?

Askeri darbelerin toplumumuzu ne derece gerilere düşürdüğünün, toplumsal gelişme adına çok önemli kurumları yerle bir ettiğinin,farkında olup da, buna tepkiler koyamayan, en azından darbelerin toplum hayatından düşüncede olsa bile tamamen çıkarma adına, darbe yapanların yargılanmasını istemeyen veya yargılamayı önleyen, anayasanın 15.maddesinin kaldırılmasını istemeyen halkıma ne demeli?

Toplumun ortak değerleri olan ve hayati önem taşıyan liman ve finans kuruluşlarını, yabancıların hakimiyet kurabileceği şekilde özelleştiriyorum diye satan yönetimlere tepki göstermeyen halka, geleceği karardığında ne demeli?

Yirmi birinci yüz yılın ilk çeyreği bitmek üzere iken, terörü bitirme adına, her ağızdan sürü şartın ileri sürüldüğü aşamada, yönetimin, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da terörü bir çırpıda bitirecek “toprak reformunu” gündeme getirmemesine ve bunu istemeyen diğer siyasi partilere ve bunlara oy veren seçmenlere ve de özellikle terörden çok çekmiş olan bu bölge halkımıza ne demeli?

Neredeyse her gün, patlayan mayın, patlayan bombalar sonucu ölen ve şehit olanlar, neredeyse sıradan haber olmaya başladı. Kanıksadık mı ne? fiehit olanların amaçları, acaba ülkeyi düşmandan mı kurtarmak? Tabii ki hayır, tahrik edilmiş kardeş kavgası bu. 28.05.09 günlü haber bültenlerinde izlediğim bir kare çok düşündürücüydü. Genç, ateş düşen evinin duvarına yaslanmış haykırıyor : “ben de Kürdüm, Siirt’liyim, ne oluyor, bize bunu yapanların Allah belasını versin….” şeklindeki yürek yakan haykırmaları gözümün önünden gitmiyor. fiehit Kürt, Türk askeri… Çatıştığı kişi, Kürt asıllı Türk…Aymadık mı üzerimizde oynanan oyunda. Kürd’ü, Türk’ü halk olarak el ele verip meydanlara çıkıp, kırıp dökmeden bu terörü bitirmeye yardımcı olamaz mıyız? Bunu yapamayan halkıma ne demeli?

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Ama bir gün dönüp, ya seni de sokarsa? İşte o zaman vay haline…