|
|||||
|
|||||
Yıl sonu itibariyle Türkiye ile Avrupa Birliği arasında yaşanan gelişmeler bazılarımız tarafından tren kazası olarak değerlendirilirken, bazılarımız sonuçların beklenen gelişmeler olduğunu ve daha kötüsünün de beklenebileceğini dolayısıyla gelişmelerin bir tren kazası olarak nitelendirilemeyeceği görüşünü savundular.
Sonuç olarak AB-Türkiye ilişkilerinin son durumunu ister tren kazası olarak değerlendirelim ister değerlendirmeyelim bu kararla ortada somut bazı zorlukların olduğu resmi olarak da açıklanmış oldu. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi Güney Kıbrıs AB üyesi olarak Türkiye’ye karşı çok büyük bir avantaj sağlamış durumdadır. Zaten dünya kamuoyu tarafından tezleri kabul görmeyen 70 milyonluk Türkiye, AB’ne tam üye olan 700 binlik Güney Kıbrıs ile topuzu kaçmış kantarda dengede durmada çalışıyor. Ancak terazinin kefelerinin durumu ağırlıkla belirlenmiyor. Türkiye ve KKTC avantajlı olabilecekleri çeşitli durumlarda bu avantajları değerlendirmediler. Adadaki referandum sonrası yaşanan gelişmeler ve AB tarafından KKTC’ye yönelik olarak verilen sözler de rafta kaldı. Zira Güney Kıbrıs AB’nin bir parçası ve özellikle genişlemeyle ilgili konularda alınacak olan kararlarda oybirliği gerektiğinden bu konumunu elbette kullanıyor. Dolayısıyla kendi aleyhine veya istemediği bir konuya “evet” demeyecektir. Gerek Güney Kıbrıs, açıkça olmasa da gerek Yunanistan “AB’ne üye olacak olan ülke diğer üye ülkelerin ve AB’nin her istediğini yerine getirir. Kısa veya orta vadede istediğimiz her şeyi nasılsa elde edeceğiz” düşüncesindeler. Dolayısıyla AB’nden ve üye ülkelerden Türkiye’ye yönelik talepler gelmeye devam edecek. Bu da şu ana kadar dile getirilen taleplerle Türkiye’de zaten güçlenen aşırı milliyetçi akımların daha da güçlenmesine neden olacak. Seçimlere hazırlanan Türkiye’de siyasi partiler de bu söylemlere karşı çıkabilecek ve sağduyulu telkinlerde bulunabilecek konumda değiller. Zira aşırı milliyetçi söylemler seçim öncesi dönemlerde, özellikle AB-Türkiye ilişkilerinin zorlandığı zaman aralıklarında artarak destek görüyor. Bu kısır döngü sonucunda da bu söylemlerin etkisinde kalanlardan birisi çıkıp Hrant DİNK’in hayatına son verebiliyor, bir diğeri Orhan PAMUK’un sırasının geldiğini belirterek yeni hedefler gösterebiliyor. Bu olayların başlıca sorumlusu Türkiye’deki ortalama eğitim seviyesinin düşüklüğüdür. Ancak sorumluluğu paylaşmak gerekirse, özellikle Fransız dostlarımızla bunu seve seve paylaşabiliriz. Zira Ermeni sorunu ile ilgili olarak Ermenistan’dan daha ateşli olan Fransa seçim öncesi döneminde Ermeni kökenli seçmenlerinin oylarını toplayabilmek için konuyla ilgili yasalar çıkarmaya kalkışmış ve şu ana kadar da başarılı olmuştur. Sonuç, Türkiye bir aydınını daha kaybetmiş, Türkiye’de yaşayan Ermeni asıllı vatandaşlarımız huzurlarını kaybetmiş, Türkiye’nin barbar imajı perçinlenmiş, AB içinde Türkiye karşıtı söylemler destek kazanmış ve kaybeden yine biz olmuşuz. Böylesine kritik bir dönemde (özellikle Türkiye ve bazı AB üyesi ülkelerde seçimlerin yaklaştığı) AB Komisyonu kötünün iyisi bir sonuç çıkarmasını başarmış, tren kazası hafif hasarla atlatılmıştır. AB Komisyonu “Gümrük Birliği” ile doğrudan ilişkide olan sekiz başlıkta Türkiye ile müzakereleri dondurmayı önermiştir. Fiilen Güney Kıbrıs vetosu ile zaten durmuş olan müzakere başlıklarının en azından 34-8=26 tanesinin siyasi olarak görüşülebilirliği sağlanmıştır. Elbette Güney Kıbrıs bu 26 başlık için teknik engeller çıkarmaya çalışabilir veya başka üye ülkeler tarafından engel çıkartmaya yönlendirilebilir. 1, 3, 9, 11, 13, 14, 29 ve 30’uncu başlıklarda; malların serbest dolaşımı, hizmetlerin serbest dolaşımı, mali hizmetler, tarım ve kırsal kalkınma, balıkçılık, ulaştırma, gümrük birliği ve dış ilişkiler, müzakereler en azından Türkiye’deki genel seçimler sonrasına kadar dondurulmuştur. Seçimler sonrasında yine Türk hükümetinden Kıbrıs sorunu ile ilgili yeni açılımlar beklenecektir. 1 Ocak 2007 tarihinde Bulgaristan ve Romanya’nın da katılımıyla 27 üyeli olan AB dönem başkanlığı altı aylık dönem için Almanya’ya geçmiştir. Almanya başkanlığı döneminde iki veya üç başlıkta Türkiye ile müzakerelerin açılmasını planlamaktadır. Söz konusu başlıklar “iktisadi ve mali politikalar”, “işletmeler ve sanayi politikaları” ve “istatistik” başlıklarıdır. Dondurulan başlıklarla Türkiye ile müzakerelerin yavaşlatıldığı görüşünün hakim olduğu Brüksel’de yapılacak işimiz çok. 26 müzakere başlığı görüşülecek. Dondurulan 8 başlık için de tarama süreci tamamlandığından ne yapılması gerektiği belli. Bu durum dondurulan 8 fasılda bizim hazırlık yapmamıza engel değil. Biz hazırlıklarımızı tamamladığımız takdirde günü gelip bu fasıllarda müzakerelere davet edildiğimizde kısa sürede görüşmeleri tamamlayabiliriz. Müzakere fasıllarının öncelik sırası belirlenmiş oldu. Yolun zorlu ve dolambaçlı olduğunu başından beri zaten biliyoruz. Kısacası henüz birşey kaybedilmiş değil, yol belli, yapılması gerekenler belli: Sağduyulu olmak, hoşgörülü olmak, güzelliklerimizi kaybetmemek, ............ Çok da zor değil sanki, bunlar zaten içimizde var. |
|||||