|
|||||
|
|||||
AKP’nin on küsur yıllık siyaseti, geçmişin adaletsizliklerini izale etme ve iktisadiyatın verdiği olanaklar sayesinde kalkınmadan en geniş kitleyi faydalandırmak üzerine kuruluydu. Cumhuriyet tarihinde adıyla müsemma başka bir partiden söz etmek herhalde mümkün değil: Adalet ve Kalkınma! Geçmişin adaletsizlikleri, ulusun yoktan var edildiği döneme kadar uzanan bir gayrimeşrulaştırma sürecinin sonuçları. Bu toprakta yaşayan neredeyse herkesi bir şekilde olduğundan farklı bir yere yerleştirmeye çalışan toplum mühendisliğinin yarattığı toplumsal ve bireysel travmalar AKP iktidarında, herşeyden önce, ortaya çıktılar. Tabuya dönüşmüş, insanların içine attığı travmalar artık sadece konuşulmuyor, yavaş da olsa iyileşiyorlar. Bu toplumsal şifa süreci özünde tek taraflı yürüyor. AKP bahşediyor toplum şükrediyor. Adaletsizliklerin boyutu öyle ki AKP’ye kimsenin hesap sormasına yer bırakmıyor. Muhalefetsizlik CHP’nin sadece politikasızlığından değil. CHP adaletsizliklerin timsali olduğu ölçüde bir bakıma anti-politikayı temsil ediyor. AKP politikalarının yıllardır CHP’nin ilerisinde, hatta “solunda” olduğu tesbiti yersiz değil. AKP icraatlarına muhalefet edebilecekler arasında MHP’nin kavruk milliyetçiliğinin istikbali ancak akut krizlerle beslenebilecek şekilde bir yerlerde bekliyor. Küreselleşen ve normalleşen Türkiye’de marjinalleşmesi mukadder. BDP ise yakın zamana kadar, geçmişten gelen ve AKP’nin de tepe tepe kullandığı meşruiyet sorunu dolayısıyla Kürt meselesinde ancak AKP’nin bahşettiği kadar siyaset alanı ile yetinmek zorunda idi. Muhalefetten, hep bir tek hatta birçok adım önde olma hâli veyahut BDP için olduğu gibi, onu kontrol altında tutma siyaseti AKP icraatlarını büyük ölçüde kolaylaştırdı. Partinin dillere destan işbitiriciliği ve pragmatizmini bu tabloya dâhil ettiğimizde ortaya tamamen rakipsiz bir icraat alanı çıkmaktaydı. Ne var ki bu dikensiz gül bahçesi miadını doldurdu. ‹ç politikadan dış politikaya herşey olabildiğince tatminkârken gül bahçesinin dikeni Kürt çatışmasının, bugüne dek izlenen yöntemlerle çözülemeyeceği anlaşıldı. Kürtlerle barış demek, muhalefetsiz ve müzakeresiz siyasetin, bahşetme âdetlerinin sonu da demek. Bugün bu noktadayız. Tesadüfe bakınız ki aynı müzakere ihtiyacı sadece “adalet” faslında değil “kalkınma” faslında da giderek kendini hissettiriyor. Hükümetin orta gelir grubundan yüksek gelir grubuna geçme hedefi için tek elden tek karar alma mekanizması artık yetersiz. Kalkınmayı, adaletli gelir dağılımının bundan böyle çok ötesinde, siyasî nüfuzun temel payandası olarak ele alma hedefinin ise toplumsal bedeli var. Ve üçüncüsü bugüne kadar danışsız, denetsiz, düzensiz yöntemlerle yürümüş olan konut, yol ve enerji ağırlıklı kalkınmaya karşı giderek daha fazla itiraz olacak. 2002-2012 arası konforun, hem adalet hem kalkınma faslında sonuna geldik. PKK’nin ateşkesiyle Türkiye’de çatışma üzerinden üretilen siyaset bitti. Oysa Başbakan eski tarz-ı siyasetten başkasını bilmiyor. Toplumsal itirazları anlaması zor. Döne döne hiçbir siyasî istikbali olmayan CHP ile Ergenekon’u işaret etmesi, krizi ebedî 28 fiubat mağduriyetine karşı verdiği mücadele üzerinden değerlendirmesi, faiz lobisinin sonuç değil sebep olduğunu sanması, Gezi Parkı’nı biteviye darbeseverlerin ebleh sloganlarına indirgemesi bu şuur halinin en belirgin özellikleri. Bu tespitler AKP’nin organik aydınları için de geçerli. Onların da sözü bitti. AKP, oluşmasında büyük katkısı olan kamusal alanı kendi kamu düzeniyle sınırlamaya kalkınca birdenbire yarattığı Yeni Türkiye’nin berisine düştü. Bugün, BDP’nin hızla Türkiyelileştiği, parlamento dışı muhalefet ve itiraz biçimlerinin seslerinin parkta, meydanda, agorada çıktığı bir siyaset alanı var. Genç kuşak, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir özgürlükçü ülkede doğdu. Tadını aldığı özgürlükler tırpanlanmaya başladığında özgür kamusal alanı gitti parkta yarattı. AKP içinde reformcu damar mevcudiyetini korusa da Erdoğan çizgisi artık reformculuğu temsil etmiyor. Demokrasi mücadelesi de yeni bir evreye geçiyor. |
|||||