|
|||||
|
|||||
AB işi çok uzadı. Herkes hoşnutsuz bu durumdan. Türkiye ve AB’de üyelik dışında arayışlar çoğalmakta. Kimi bu üyeliğe zaten karşı olduğu için, kimi umutsuzluktan, kimi de değişen dünyada yeni fırsatlar arayışı içinde. “AB sürecine daha stratejik bakalım”, “Norveç modeli nasıl olur?”, “Rusya ve Ukrayna ile birlikte stratejik ortaklık verelim” gibi birçok fikir uçuşuyor. Her yaklaşımın kendine göre gerekçeleri ve geleceği belirleyecek unsurları olabilir. Fakat bugünkü durum için açıkça saptamak gereken bazı gerçekler var. Önce özet, sonra ayrıntılar: Türk ekonomisinin tabi olduğu mevzuat ve politikaların karar odağı artan bir oranda AB’dir. Bu oran AB üyesi ülkeler için yüzde 80 civarında. Türk ekonomik yaşamı için de yüzde 50’yi geçtiği tahmin edilmekte. Bunun nedeni gümrük birliği, mevzuat uyum süreci ve uluslararası ekonomik gerçekler. Bu bir ulusal egemenlik ve demokratik meşruiyet sorunudur.AB politikaları genelde toplumun yaşam standartlarını yukarı çeken uygulamalar. Bu politikaların karar odağı Brüksel’deki Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu. Türkiye bu sistemde AB üyesi olarak yer almalı. AB üyeliğinden vazgeçilse, geri plana atılsa, ötelense veya tam üyelik dışında geçici bir statü fiilen kabul edilse dahi, bu sorun uzun bir süre değişmeyecek. Çünkü Türkiye’nin ekonomik profili ve demokratik niteliği AB dayanışma sistemine işaret ediyor. Çözüm hızla AB üyeliği için bir tarih belirlemek ve bu yönde çalışmaktır. Zaman ve küresel gelişmeler Türkiye’nin lehine hızla işleyebilir. Bunu yaparken, değişen Dünya koşullarında AB’nin siyasal birliğinin gevşemesi veya farklı entegrasyon çemberlerinin ortaya çıkması olasılığı dikkate alınmalı. Bu tür bir gelişme karşısında Türkiye için en güçlü konum, AB üyeliğine hazır ve uluslararası ekonomik açılımları çok başarılı bir ülke olmaktır. Kaçan fırsatlar galerisinden Türkiye 1995’de imzalanan gümrük birliği anlaşması sonrasında temel demokratik reformları ve mevzuat uyumunu hızla gerçekleştirerek AB’nin bir önceki genişleme dalgalarına katılabilirdi. Bu dönemde: Paris ve Berlin kaynaklı bir muhalefet zayıftı. Küresel ekonomik konjonktür uygundu. Jeo-stratejik değerlendirmeler olumluydu. Kıbrıs sorunu ise, böylesine bir demokratik ve hukuksal uyum dinamiği içinde, Annan Planı çerçevesinde Papadopulos iktidara gelmeden çözülürdü. Gümrük Birliği kararı döneminden itibaren akademi, özel sektör ve sivil toplumdan gelen her biri tarihe kaydolmuş açık uyarılara rağmen, siyaset dünyası hızla bir avuç demokratik reformu ve mevzuat uyumu seferberliğini başlatamadı. Türkiye birçok sosyo-ekonomik sorununa rağmen AB’ye bugün üye olmuş olabilirdi. Çünkü eğilimleri hızla büyüyen bir ekonomi yönünde. Ayrıca 11 Eylül sonrası dünyada jeo-stratejik önemi arttı. Üstelik AB için reformlarını başaran bir Türkiye’ye “ hayır” demenin bedeli çok ağır olurdu. Fakat Türkiye son onbeş yılda bu süreci yeterince hızlı yönetemedi. İnişli çıkışlı reform performansı sergiledi. Ulusal çıkar muhasebesi şaştı. Bunun sonucunda: Süreç uzadıkça, AB’nin Türkiye’den talepleri giderek ayrıntılara girdi. Engeller çoğaldı. Özellikle demokratik reform alanında, AB’nin kendi ortak uygulamalarını da aşan HSYK gibi konulara girildi. Ayrıca parti kapatma davaları, medya özgürlüğü ve devlet içi şebekeler gibi yeni sorunlar gündeme geldi. AB bu gibi alanlarda analiz ve hareket deneyimine daha önceden sahip olmadığından çelişkili tutumlar içinde kaldı. Bazı AB ülkelerinde sosyal ve ekonomik sıkıntılar toplumların bazı kesimlerini yeni projelere karşı tepkiselleştirdi. AB anayasası, AB pazarında hizmetlerin daha özgür dolaşımı, iş piyasaları reformu ve genişleme gibi konular bu olumsuz eğilimlerin hedefi oldular. Türkiye dosyası ise bu eğilimlerin bir altkümesi. Fakat, imajı, sorunları ve boyutu ile AB kamuoyunun bir kesimi için daha kolay bir hedef söz konusu. Bu durum özellikle Almanya, Fransa, Hollanda ve Avusturya’da daha belirgin. Bu ülkelerin ortak noktası, geçmiş göç dalgalarının sosyal yönetimini iyi yapamamış ve bu yüzden bugün kendi demokrasilerinde sorun yaşıyor olmaları. Kıbrıs dosyası da Türkiye’nin AB sürecini tıkadı. Adadaki İngiliz milli egemenliğindeki askeri üs toprakları, bunlar içindeki ABD askeri varlığı ve bunların Orta Doğu’ya yönelik rolü de bu tıkanlıkta önemli bir etken oluşturmakta. Türkiye’de AB konusundaki iç tanıtım zafiyeti, AB kurumlarının Türk kamuoyu ile iletişimdeki beceriksizlikleri, Türkiye karşıtı lobilerin başarılı taktikleri ve medyanın çoğu zaman konuya yüzeysel yaklaşımları sonucunda, Türk kamuoyunun da AB sürecine olan desteği azaldı. Önemli riskler var, dikkat! Bu gelişmeler Türkiye açısından çok önemli bir “ulusal egemenlik” ve “demokratik meşruiyet” sorunu yaratıyor. Bunun da sonucunda meclis, hükümet ve bürokrasiden oluşan siyasal alanda ciddi bir boşluk oluşuyor. Ülkenin seçmenleri ve vergi mükelleflerinin demokratik muhatabı olan Ankara’nın siyasal karar alanı Brüksel’e, Türkiye’nin içinde yer alamadığı AB kurumlarına kayıyor. Çünkü: AB Türkiye’nin en önemli ticaret, yatırım, finans, turizm, teknoloji ve sosyal işbirliği kaynağı olmaya devam ediyor. Gümrük Birliği tam üyelik öncesi bir aşama olarak tasarlanmıştı. Bu dönemde Türkiye’nin AB politikaları ve mevzuatına uyum sağlarken, bunların karar sürecine katılmaması geçici bir sorun olarak “idare edilebilinir” düzeyde görülmekteydi. Fakat tam üyelik uzadıkça Türkiye’nin AB karar sistemi dışında olmasından kaynaklanan sorunlar önemli boyutlara ulaşıyor. (Örneğin sanayi üretim standartları, G.Kore–AB serbest ticaret anlaşması, rekabet politikası …) AB’nin çevresindeki ülkeler arasında Türkiye “petrol ve doğal kaynakları olmadan hızla büyüyen pazar ekonomisi, sanayi ülkesi ve demokrasi” özelliklerine sahip tek ülke. Türkiye, Rusya, Mısır veya İran’dan bu açıdan çok farklı. Daha ziyade İspanya veya Polonya modeline yakın. Bu nedenle küresel koşullar ve bölgesel gerçekler Türkiye’yi AB’nin uluslararası politikalarının etki alanına sokuyor. Türkiye AB’nin politikalarına istese de istemese de tabi oluyor, fakat bu politikaların oluşturulma sisteminin dışında kalıyor (Örneğin iklim değişikliği, Akdeniz’de deniz taşımacılığı, grip salgınları ile mücadele, kaçak göçle mücadele, finansal piyasaların düzenlenmesi, dijital ajanda, ABD ile ekonomik alan altyapısı için mevzuat uyumu, İran’a yaptırımlar …) Türk ekonomisinin olumlu iç ve bölgesel dinamikleri ve küresel atılım potansiyeli sayesinde Avrasya ekseninde diğer ülkelerle ilişkilerimiz gelişiyor. Bu yönde, Dünya ile daha yoğun ekonomik ilişki geliştiren bir Türkiye AB sürecinde de daha güçlenir. Simetrik olarak AB sürecinde güçlenen bir Türkiye’nin Dünya gözündeki çekim gücü artıyor. Fakat tam üyelik hedefi somutlaşmadıkça bu sinerji zayıf kalıyor. “Eksen kayması” gibi tartışmalar oynak zeminlerde gelişiyor. AB sürecinin her aday ülkede tetiklediği demokratik reform, ekonomik refah ve toplumsal kalkınma dinamikleri de, Türkiye’nin somutlaşamayan üyelik hedefinden olumsuz etkileniyor. Çözüm ve Eylem Kısır döngüleri aşmak için AB üyeliği hedef tarihi Türkiye tarafından belirlenmeli ve tarihe saygınlık kazandırmak için gerekli değişim ve düzenlemeler yapılmalı. AB içinden kaynaklanan engelleri bir süre dikkate almadan, Türkiye hızla demokratik reform, sosyo-ekonomik atılım ve mevzuat uyumu yönünde ilerlemeli. Uluslararası ortamda gelişmeler ve zaman Türkiye lehine işlemektedir. Yeter ki Türkiye AB sürecinde zaman kaybetmesin. Daha aktif dış politika ve dış ekonomik ilişkiler hem küresel rekabet gücü hem de AB süreci açısından son derece gerekli. Fakat ulusal egemenlik açısından, AB karar sistemi dışında kalmaktan kaynaklanan sorunlar ancak AB üyeliği ile çözülür. Bu arada değişen Dünya koşullarında belki AB’nin siyasal birliğinin gevşeyebilir veya farklı entegrasyon çemberleri tesis etmek zoru |
|||||