|
|||||
|
|||||
17 Aralık 2004 tarihinde toplanan Avrupa Birliği (AB) Konseyi sonucunda Türkiye’nin elde ettiği kazanımlar olumlu olumsuz birçok eleştiriye maruz kaldı. Zirveden zaferle çıktığımız söylenemez elbette, ancak içinde bulunduğumuz şartlara göre başarılı olduğumuz söylenebilir. Zirve öncesinde görüştüğümüz birçok AB yetkilisinin belirttiği gibi Kıbrıs konusu gündeme geldi. Nedense Türk tarafı olarak buna çok şaşırdık. Oysa beklenen birşeydi. Haklı olarak Kıbrıs sorununun çözümü için elimizden geleni yaptığımızı, KKTC tarafının ANNAN Planı’na referandumda evet dediğini, planı Rum tarafının reddettiğini düşünüyoruz. Ancak bu olumlu adımlarımızı daha önce atabilmiş olsaydık, şu andaki durum çok daha farklı olurdu. Birçok eleştiri Kıbrıs’ın gözden çıkarıldığı yönünde geliyor. Kıbrıs’ta haklı olduğumuz bir durumdan, Dünya kamuoyu gözünde haksızmış gibi görünen bir duruma gelmemiz 1974 Barış Harekatımız sonrasında izlenen başarısız politikalara bağlıdır. Elbette bugünün konjonktüründe geçmişi eleştirmek çok da sağlıklı değil, ama ortada içinde bulunduğumuz gerçekler var. Şu veya bu şekilde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tüm adayı temsilen AB’ne tam üye oldu. Bu konuda AB ve üye ülkeler yanlış bir tutum sergilediler, Ada’da çözüm olsa da olmasa da Kıbrıs AB’ne tam üye olabilir dediler. Ama biz de buna engel olma başarısını gösteremedik. Buna sebep olan da Dünya kamuoyu önünde uzlaşmaz taraf olarak görünmemizdir. Bu imajı da Ada’daki son referandumla düzeltmek mümkün olmadı. Keşke bu iyi niyetimizi daha önce gösterebilseydik. Şu andaAB’nin tüm ada halkı adına tam üyesi olan GKRY, Türkiye Cumhuriyeti’nin AB’ne tam üyeliği önünde engeldir demek yanlıştır, ama her adımda Türkiye önüne bir sorun çıkarma potansiyeli vardır. GKRY Türkiye’nin AB’ne tam üyeliğini veto edemez. Ancak müzakerelere başlamadan yani 3 Ekim 2005 tarihinden önce Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunamazsa (daha doğrusu bulamazsak), müzakerelerin her aşamasındaKıbrıs başımıza dert olabilir. “Çözüm bulamazsak” diyorum, çünkü mevcut durum GKRY arzuladığı bir durumdur ve kaybedecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Şimdiye kadar mevcut statükoyu korumak Türkiye’nin arzuladığı konum iken, şimdi GKRY mevcut statükoyu korumak istemektedir. 70 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin böylesine bağlanması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu nedenle soruna bir çözüm bulmak bize kalmıştır, “biz elimizden geleni yaptık, ANNAN Planı’nı Rum tarafı reddetti onlar düşünsün” deme lüksümüz yoktur. Kendi hedeflerimize ulaşmak için bu soruna çözüm bulmakçıkarımızın gereğidir. AB ile aramızdaki Gümrük Birliği Protokolü’nü AB’nin yeni üyelerini de kapsayacak şekilde genişletecek olmamız 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlamamız için yeterli olacaktır. Ancak tam üyeliğe kadar geçecek olan süreçte sağlam adımlarla ilerleyebilmek için Kıbrıs sorununun çözümü kaçınılmazdır. Zirve kararında eleştirilen diğer noktalar ise şunlardır: Müzakere edilecek bölümlerle ilgili bazı vadedilmiş şartların yerine getirilmesi istenilmektedir. Serbest dolaşım, yapısal fonlar ve tarım konularında kalıcı tedbirler alınabileceği belirtilmektedir. Müzakerelerin ucunun açık olduğunun altı çizilmektedir. Müzakerelerin askıya alınabileceği belirtilmektedir. Bu konulara biraz yakından bakarsak bazı eleştirilerin haklı, bazılarının haksız olduğunu söyleyebiliriz. Benchmarking denilen ve müzakere edilecek bölüm ile ilgili konudaki uyumda belli bir seviyeye gelinmiş olmasını gerekli kılan bu koşul tamamen yenidir ve ilk defa Türkiye’ye uygulanacaktır. Ancak bunun sebebi yeni üye olan on ülkenin tam üye olmalarına rağmen vadettikleri yükümlülükleri yerine getirmemiş olmalarından ve Türkiye’nin bazı konularda Gümrük Birliği ile üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmemiş olmasından kaynaklanmıştır. “Kalıcı tedbirler” ise alınacak önlemlerin kalıcı olacağı anlamına gelmemektedir, çeşitli önlemler alabilme hakkının kalıcı olduğunu vurgulamaktadır ve halihazırdaki tüm yeni üye ülkeler için de geçerlidir. Serbest dolaşım konusunda bu kabul edilebilir olsa da tarım ve yapısal fonların da bu kapsama alınmış olması ipin ucunun kaçmaya başladığı şeklinde yorumlanabilir. Ancak bu konular müzakere sürecinde halledilebilir konulardır. Başarılı bir müzakere süreci ile düzeltilebilir. Müzakerelerin ucunun açık olduğunun altı çizilerek belirtilmesi Türkiye’nin tam üyeliğine karşı olan bazı AB kamuoyunu yatıştırmak içindir. Müzakerelerin askıya alınabileceği koşullar ise paragrafta açıkça belirtilmiştir ve Türkiye için böyle bir denetim mekanizmasının olmasının (geçmiş deneyimlerimize dayanarak) faydalı olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak Türkiye’nin önünde uzun bir engelli koşu pisti var ve amaç bu koşuyu en hızlı ve en az sayıda engeli devirerek tamamlamak. Zira Türkiye’nin müzakere sürecini her zaman telaffuz edilen “en az on yıl”dan daha kısa bir sürede tamamlayabileceğine inananların az değil, hem AB’de hem Türkiye’de.... Hepimize kolay gelsin. |
|||||