EKONOMİK FORUM Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU
Trakya Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi
Dünya Ekonomisinde Neler Oluyor?
 
Dünya ekonomisi, piyasalardaki dengesizlikler ve cari dengedeki açıklara rağmen 2006 yılında beklenenin üzerinde performans sağladı. Geçen yıl dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 5.1 oranında gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Son 45 yılın büyüme ortalaması yüzde 3.7 olduğu dikkate alınırsa yakalanan büyüme hızının ne anlama geldiği belki daha iyi anlaşılabilir. Ancak 2006 yılında gerçekleştirilen büyümenin 2007 yılında yakalanmasının oldukça zor olduğunu hemen hemen tüm ekonomistler ve uluslararası kuruluşlar kabul etmiş durumda.

Morgan STANLEY’in baş ekonomisti Stephen ROACH da geçen yılın Aralık ayında aynı kaygıyı dile getirerek, global ekonomiyi tehdit eden en büyük riskin ABD’deki konut sektörü ve Çin’de yatırımların yavaşlaması olarak belirtmişti. Konut sektöründeki yavaşlamanın, ABD’nin Asya başta olmak üzere ihracatını büyük ölçüde etkileyecek tali bir yıkım yaratabileceğini, aynı şekilde Çin’de yatırımları yavaşlatmaya yönelik önlemlerin de başarılı olması halinde global bir dalgalanma etkisi olabileceğine dikkat çekmişti. Ardından da bu dalgalanmanın serbest piyasa ekonomileri ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde pek de büyük etkisinin olmayacağını belirtmişti. Çünkü ROACH’a göre gelişmekte olan ülkeler henüz tüketici konumunda değil üretici konumundaydı ve Çin de daha dünya tüketiminin çok az bir bölümünü gerçekleştiriyordu. Dolayısıyla asıl önemli olan ABD ekonomisindeki büyümenin ne olacağıydı.

Dünya borsalarında, Çin borsasındaki düşüşle başlayan dalgalanmalar bana ROACH’ın değerlendirmelerini anımsattı. Bu nedenle paylaşmak istedim.

Anlaşıldığı gibi dalgalanmaların kaynağının ABD ve Çin olacağı açık. ABD ekonomisinde özellikle konut sektöründeki daralma herkes tarafından izleniyor. Sorun ABD ekonomisinin karşı karşıya kalacağı bir durgunluk. En büyük tüketici konumdaki ABD’nin durgunluğa girmesi dünyadaki ticaretin de daralması anlamına geliyor. Ancak burada dünya ekonomisini rahatlatacak bir gelişmeye de dikkat çekmek gerekiyor: ABD’deki küçülmeye karşın Avrupa Birliği’nin ve Japonya’nın büyüme trendini artırarak ABD’nin yarattığı boşluğu doldurması.

Avrupa Birliği’nden gelen haberler bir taraftan sevindirici. 2006 yılının son çeyreğinde yıllık yüzde 3.3 gibi bir büyüme hızını yakalayan AB’nin 12 ülkesi kaygıları biraz hafifletmiş gibi göründü ve 2007 yılında büyüme sinyalleri verdi. Ancak onların da peşini bırakmayan temel bir sorun var: dünyadaki hammadde fiyatlarının da etkisiyle ekonomileri tehdit eden enflasyon. Bilindiği gibi altı yıllık hızlı ekonomik büyümenin ardından ortaya çıkan enflasyon nedeniyle Avrupa Merkez Bankası (ECB), 2005 yılından itibaren başladığı faiz artırımına devam etti ve yedinci kez artırarak 3.75’e getirdi.

Japon ekonomisinde de benzer bir eğilim var. 1990 yılından itibaren durgunluk içinde olan Japon ekonomisi deflasyonla mücadele ederken son iki yılda işler değişti. Dünya ticaret hacmindeki artışlarla birlikte Japon ekonomisi durgunluktan çıktı. Japon ekonomisi 2004 yılında yüzde 2.3, 2005 yılında yüzde 2.6 ve 2006 yılında yine yüzde 2’nin üzerinde büyüme gerçekleştirdi. Ancak son iki yılda enflasyon sorunu Japonya’nın da sorunu olmaya başladı ve geçen yıl faiz oranları sıfır denilebilecek düzeyde iken yüzde 0.5’e yükseldi.

Görüldüğü gibi ABD’nin boşluğunu dolduracak ülkelerinde peşini enflasyon bırakmıyor. Ancak yine de faiz oranlarıyla bu dengesizlik giderilmeye çalışılıyor. Tabii ki bu ülkelerin de faizi yükseltirken ayarını iyi yapması gerekiyor. Çünkü faizlerin yükselmesi sıkı para politikası anlamına geliyor ve likiditeyi daraltan bu girişim tüketime olumsuz yansırken diğer ülkelere akacak likiditeyi de daraltabiliyor.

Oldukça zor bir yılda olduğumuz açık. Uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar bunun küçük öncü göstergeleri gibi. Ancak tek sorunumuz ABD’deki yavaşlamanın etkisinin, AB ve Japonya tarafından bertaraf edilmesi değil. Keşke böyle olsaydı. Belki çözümler de daha kolay olurdu. Ancak bir de bu ortamda para kazanmak için hareket eden uluslararası fonlar ve onların pozisyonları var. Finansal piyasalardaki işlem hacminin günlük en az 3 trilyon dolar, buna karşın dünyanın milli gelirinin yıllık 47 trilyon dolar olduğunu biliyoruz. Bu ortamda keşke tek sorun üretim ve tüketim gibi reel faktörler olsaydı. Finansal piyasaları anlamak da sorunlarını çözmek de zor.