|
|||||
|
|||||
Türkiye uzun yıllar yaşadığı enflasyonlu ve krizli dönemler ardından adım adım ekonomik istikrara kavuşmaya başladı. 2001 yılında “Güçlü Ekonomiye Geçiş Program”ının uygulanmaya başlaması; 2002 yılında yapılan seçimler sonucu oluşan siyasi istikrar ve yeni hükümetin de bu programa bağlılığı ekonomik istikrarı güçlendirmiştir. Bir anlamda, son dört yıl içinde sağlanan siyasi istikrar ile ekonomik istikrar birbirini besleyerekgüçlenmiştir. Aynı dönem içinde enflasyon ilk kez tek haneli rakamlara gerilemiş ve ekonomide son 18 çeyrek dönemdir kesintisiz büyüme sağlanmıştır. Yine aynı dönem içinde Türkiye’nin Avrupa Birliği konusunda gösterdiği kararlılık ve gerçekleştirdiği reformların ardından 1 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerinin başlama kararı alınması da ekonomik istikrarı güçlendirmiştir. AB tam üyelik perspektifi ekonomik istikrarın da ötesinde daha kapsamlı bir dönüşüm ve gelişme hedefi ile Türkiye’ye uluslararası alanda yeni bir yer ve bakış açısı kazandırmıştır. Nitekim Türkiye, AB perspektifi, siyasi istikrarı ve ekonomik reformları ve performansı ile uluslararası alanda önemli bir potansiyel oluşturmaya başlamıştır. Türkiye, sahip olduğu demografik özellikleri ile de gelecek yirmi yılın yükselen ekonomileri arasında yer almaya başlamıştır. Türkiye, Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya gibi ülkeler ile birlikte hızlı ekonomik büyüme ve gelişme potansiyeline sahip bir ülke olarak görülmektedir. Türkiye’nin sahip olduğu bu potansiyel ve uluslararası alanda kazanmaya başladığı yeni konum dünya ekonomisi ile bütünleşmesini de hızlandırmaya başlamıştır. Türkiye’ye yönelik yabancı sermaye yatırımlarında çok hızlı bir genişleme yaşanmaktadır. 2005 yılında 9.8 milyar dolar olan yabancı sermaye girişi için yıllık 20 milyar dolar giriş öngörüleri yapılır hale gelmiştir. Yabancı sermayenin ilgisi önemlidir ve Türkiye ekonomisinin potansiyelinin en önemli göstergesidir. Son dönemlerde kazanılan ekonomik istikrarın korunması, orta ve uzun vadede Türkiye’nin gelişmiş bir refah ülkesi olması için çok önemlidir. Bu nedenle ekonomik istikrarın korunması, hepimiz için temel öncelik ve sorumluluk alanı olmalıdır. 2007 yılı bu konuda hassas ve kritik bir yıl olacaktır. Ekonomimiz, tüm olumlu gelişmelere rağmen iç ve dış dinamiklerden fazlaca etkilenebilmektedir.Nitekim, 2006 yılında Nisan aylarında IMF ile borçların erken ödenmesi ve ilişkilerin sona erdirilmesi yönündeki söylemler bile zarar vermiş; 2007 yılı bütçesinde ilave 8.5 milyar YTL faiz yüküne yol açmıştır. Önümüzdeki yılın gündemi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler yapılacak olması nedeniyle politik ağırlıklı olacaktır. Aynı dönemde dünya ekonomisinde ABD kaynaklı yavaşlamanın da etkileri yaşanması beklenmektedir.Böylesine hassas bir dönemde, ekonomik istikrarın korunması da daha fazlaönem kazanmaktadır. Ekonomik istikrarın korunması konusunda hepimize önemli görevler düşmektedir. Ancak, bu görevin ağır yükü öncelikle siyasi aktörlerin omzunda olacaktır. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimini toplumsal mutabakatı da sağlayarak yapabilmelidir. Genel seçim döneminde de yapıcısöylemler ve sağduyu hakim olmalıdır. Bu dönemde hükümetin deseçim ekonomisi uygulamadan, mali disiplini ve reformları aynı kararlılıkla sürdürmesi büyük önem taşımaktadır. AB sürecindeki reformlar ve yasama çalışmaları aksatılmadan sürdürülmelidir. Cari açık, fiyat istikrarı ve işsizlik 2007 yılının ekonomisinde yine hassas alanlar olacaktır. Bu alanlarda hükümet kararlı önlemler almaktan kaçınmamalıdır. Kısacası, Türkiye’nin uzun yıllar sonra yakaladığı ekonomik istikrarın sürdürülebilirliği için siyasi istikrara; siyasi istikrarın da toplumsal sağduyu ve olgunluğa ihtiyacı var. Çocuklarımızın geleceği adına, bu kez bunu başaracağız; başarmaya da mecburuz. |
|||||