AB BAŞKENTİNDEN Suat Lemi ŞİŞİK
TÜGİAD Brüksel Temsilcisi
Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Türkiye
 
Haziran ayının başında yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine katılım oranı her zamanki gibi çok düşük oldu. %45’lerde kalan katılım oranı demokratik açıdan zaten yetkileri kısıtlı olan AP’nun Avrupa Birliği (AB) yurtdaşlarından ne kadar uzakta olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Oysa günlük yaşamı ve iş dünyasını etkileyen kararların büyük bir coğunluğu AB tarafindan hazırlanıyor. AP’nun yetkileri kısıtlı olmakla birlikte bu sürecin bir parçası. Öte yandan seçimlerde oy kullanmayan AB yurtdaşları işler yolunda gitmediğinde değisik ülkelerden biraraya gelerek Brüksel sokaklarında protesto gösterileri düzenliyorlar. Öncelikle kurumlara sahip çıkmak gerekiyor ki sonrasında eleştirme hakkı doğsun. Ancak bu konuda hata AB vatandaşlarının değil, AB kurumlarının.
AB kurumları birçok ülkede halktan çok kopuk. Maalesef ulusal hükümetler de işler yolunda gitmediğinde sorumluluğu kolayca AB kurumlarına atabiliyorlar. Oysa AB Komisyonu eski yetkilerine sahip değil artık, işler hükümetlerarası konferanslarla yürütülüyor. Bu da her ulusal hükümetin AB çıkarlarından çok kendi ulusal çıkarlarını ön plana çıkarmalarından dolayı sağlıklı olarak işlemiyor.
Türkiye açısından baktığımızda ise AP ile Türkiye’nin yıldızları genelde çok barışık değildir. Çoğu zaman arada bir anlaşmazlık, uzlaşmazlık, samimiyetsizlik sürer gider. AP Türkiye raporları serttir. Bu yeni parlamento ile işlerin daha iyiye gideceğini düşünmek biraz hayal gibi görünüyor. Zira AP seçimlerinde aşırı sağcı partiler parlamentodaki yerlerinialdılar. Bu gruptan yeni milletvekillerinin AB genişlemesi ve Türkiye’nin AB üyeliğine bakışları belli. Irkçı ve dinci temellerde Türklerin Avrupa Birliğine ait olmadığıni söylüyorlar.
TBMM ise iki yılı aşkın bir süredir AB ile ilgili herhangi bir ilerleme kaydetmedi ve edecekmiş gibi de görünmüyor. Türkiye tarafından gönderilen sinyal “aslında biz de o kadar meraklı degiliz” sinyali. Sürekli bir reform paketinden bahsediliyor ancak ses getirici herhangi bir çalışma yok maalesef. Bu da AB aşırı sağcılarının elini güçlendirmeye devam ediyor.
27 üyeli AB’ne baktığımızda Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanlar başta Fransa olmak üzere Almanya, Hollanda, Danimarka, Avusturya. Almanya’yı anlamak biraz daha kolay birçok Türk göçmenin bu ülkede bulunması ve Türkiye’den daha fazla göçmenin bu ülkeye gidebilme ihtimali bazı çekinceler yaratıyor. Hollanda da durum buna benzer; Müslüman göçmen gruplarla yaşanan sorunlar ve özellikle dinsel çekişmeler sorunun kaynağı.
Danimarka’yı da bu çercevede değerlendirmek mümkün. Türkiye ile özel olarak sorunları var. Türkiye’nin, NATO Genel Sekreterliği’ne Danimarka eski Başbakanı Rasmussen’in atanmasına yaptığı itirazı iyi yönetememesi bu konuda etken. Türkiye’nin verdiği imaj karikatür krizi nedeniyle Rasmussen’e itiraz edildiği, ancak bu tamamen doğru değil, kısmen doğru. Avusturya da ise benzer sorunlara ek olarak bir “Viyana sendromu” da yüzyıllar sonrasında devam ediyor.
Bu grupta anlaşılması en zor ülke Fransa. Fransa’da o kadar yoğun bir Türk göçmen grubu yok ama AB içinde Türkiye’nin tam üyeliğine alenen, sürekli ve israrla karşı çıkan tek ülke Fransa. Oysa Türkiye’nin tam üyeliği ne Sarkozy’nin başkan olduğu bu döneminde ne de yeniden seçilmesi halinde gelecek döneminde gerçekleşecek. Sadece popülist yaklaşımlarla sürekli Türkiye’nin tam üyeliğini gündem maddesi yapmak ve karşı çıkmak, ilişkileri derinden zedeliyor. Fransız entellekti Türkiye’nin AB için önemini ve değerini biliyor ancak bu grup azınlıkta. Cehalet daha baskın çıkıyor Fransa’da. Burada hatırlatmak istediğim bir nokta var, Sarkozy dönemi geçici, ancak Fransa devletinin attığı imzalar kalıcı. Devletler güçlüdür ve daha kalıcıdır, popülist liderler gelir ve giderler. Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyen grupta Güney Avrupalı ülkeler Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan var. Bu grupta Yunanistan’ın durumu farklı, içinde bir rahatlık var zaten: 1. tam üye olurken Türkiye’nin Yunanistan ile olan tüm sorunlarını çözmek zorunda olduğunu ve Yunanlıların her istediğine önünde sonunda evet denileceğini düşünmeleri, 2. zaten Türkiye’nin başına dert olan Güney Kıbrıs’ın itirazlarından Yunanlıların itirazlarına gerek kalmaması.
Türkiye’nin tam üyeliğini destekleyen Kuzey Avrupalı ülkeler ise İskandinavya’dan başlıyor: İsveç, Finlandiya ada devletlerden geçiyor: Birleşik Krallık, İrlanda ve AB’nin merkezinde bitiyor: Belçika. Bu gruptaki ülkeler özellikle Fransa ile mücadelede Türkiye’nin yanında yeralıyor. Dönem Başkanlığını Çek Cumhuriyeti’nden 1 Temmuz 2009 tarihinde devralacak olan İsvec, Türkiye’nin tam üyeliğine verdiği destek nedeniyle Fransa ile sorun yaşadı ve Sarkozy bu ülkeye yapacaği resmi ziyareti iptal etti. İsveç, Fransa’ya “Kıbrıs AB üyesi iken, coğrafi olarak Türkiye’nin Avrupa’ya aidiyetini tartışmak abesle iştigal etmektir” deyince Sarkozy seyahatinden vazgeçti.
Yeni AB üyesi ülkelerden ise Türkiye’ye destek verenlerin başında Polonya geliyor. Yeni AB üyeleri henüz yerlerini sağlamlaştırma sürecinde olduklarından ve kendi sorunlarıyla uğraştıklarından Türkiye’nin tam üyeliği sürekli gündemin tepesinde değil Fransa’da olduğu gibi.
Yeni AP ile Kasım ayında göreve başlayacak olan yeni AB Komisyonu yeni bir dönem olacak AB için de Türkiye için de. AB Lizbon Antlaşmasının İrlanda tarafından bazı çekincelerle kabul edilmesini bekliyor. Bu onayın ardından AB, bir Başkan’a sahip olacak. Başkanlık gerçekleşene kadar AB’nin en güçlü adamı AB Komisyonu Başkanı. Bu koltuğu şu anda dolduran Portekizli Barroso bir sonraki dönemde de AB Komsiyonu Başkanı olarak göreve devam edecek. Bu yeni dönemde Türkiye kendisine tam üyelik tarihi belirlemeli ve bunu açıklamalıdır. Her sayıda yazdığım gibi bu tarih önümüzde olmalı ve buna herkesi alıştırmalıyız: 2014 (olabilecek en erken tarih), 2019 (Kurtulufi 100’uncu yıl), 2023 (Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı)... En gerçekçi tarih AB yeni mali programının kapsadığı 2014 ile 2020 arasında. Bu program içinde Türkiye’nin tam üyeliğine ilişkin referans olması şart. Bu hızla devam edersek 2020, ciddi olarak yola devam edersek 2014’te AB üyesi olabilmek mümkün. Ancak birçok kişi AB üyeliğine inancını yitirmeye mi başladı acaba?