|
|||||
|
|||||
Sevgili okurlar, “Elegans” dergimizin yayın hayatında
20. yılını kutlıyoruz. Bu keyifli ve sevindirici olayın tüm “Elegans” çalışanlarına ve özellikle “Yumak Ajans’a” kutlu olmasını diliyorum.
Keyifli olay diyorum ama, bunun gerçekleşmiş olmasının da, iki satırla söylenen hoş cümlelerin kalemden dökülüşü kadar kolay olmadığını biliyorum ve huzurunuzda, büyük başarıyı bugüne kadar taşıyabilme becerisini sergileyen, sevgili dostum Tayfun YUMAK’ı ve ekibini özellikle ve hararetle kutluyorum. Tabii bu arada sevgili Murat BEKDİK’i de unutmamak gerekir. Tüm gücüyle dergimize destek vemesi, ayrı bir övgü konusu. Düzenli gazete, kitap ve hele dergi okuma alışkanlığı olmayan, ekonomik sorunlarla boğuşan kocaman bir toplumda, böylesine sabır, direnç ve ekonomik olarak dayanabilme gücü gösterebilme ve sonucunda başarıyı yakalayabilmenin, her türlü takdire layık olduğunu düşünüyorum. “Elegans” gibi bir derginin, düzenli zaman aralıkları içerisinde nasıl ve ne gibi zorluklarla hazırlanıp, okuyucuya ulaştığını bilebilen biri olarak, bu başarının büyüklüğünü de bu nedenle kavrayabiliyorum. “Elegans” ailesini bu büyük başarılarından dolayı kutluyor ve sonsuza dek devamını diliyorum. Sindirilmek istenen toplum Siyasal yetkiyi kullanan iktidarların seçimler yaklaştıkça neden toplumu gerip kamplaşmayı körüklediğini hiç düşündünüz mü? Demokrasiye geçtiğimiz 1946 tarihinden sonra, 1950 yılında yapılan genel seçimler sonrası iktidarı büyük bir çoğunlukla eline geçiren DP (Demokrat Parti), 1965 seçimleri sonucunda tek başına iktidar olan AP (Adalet Partisi), 1980 askeri darbesi sonucu yine iktidarı tek başına elde eden ANAP (Ana Vatan Partisi) nin çoğunlukla iktidarı yakaladıkları seçimlerin 1. döneminden sonra, toplumu gererek kamplaşmayı körüklemelerinin altında yatan ana düşünce seçim kaybı korkusudur. Bu şekilde davranarak kendilerine oy veren kesimin parçalanmadan bir bütün olarak kalmasını istemektedir. Bu küçük hatırlatmadan sonra bugüne bir göz atarsak, aynı, hatta tıpa tıp benzer oyunun oynanmakta olduğunu görüyoruz. İktidarın tüm anayasal kurumlarla kavgaya girmesi, sivil toplum kuruluşlarıyla gerginliği, basın ile iletişiminin giderek bozulması ve basını topluma şikayeti hep bu kaygının sonucudur. Oysa ki, çok kısa geçmiş tarihimizin siyasal gelişmeleri objektif olarak irdelenebilse, oynanan bu oyunun asla başarı getirmediğini anlamak çok kolay olacak. Bir kaç küçük örnek ile bunu biraz daha açmak istiyorum. DP’ nin 1960’a yaklaşan son yıllarında, TSK’ne, üniversitelere, basına, sivil toplum ve meslek kuruluşlarına karşı tavrı son derece sert, sindirme ve susturmaya yönelik korku salan bir durum sergiliyordu. Üniversitelere “kara cüppeliler”, TSK’ya sizi “yedek subaylarla idare ederim” sözleri o tarihlerden kalmadır. Daha sonraları, hak arayan karşı görüşlü masum gençliğe “Moskova’ya” sözleri hala o dönemleri yaşamış insanların belleklerinin bir köşelerinde duruyor olmalı. Bugünlerde bunlara ilave edilecek tavır, adli mercilere yapılan saldırılardır. Tabi en önemlisi de dinin siyasallaştırılarak, politikada bir amaç olarak kullanılması istediğidir ki en tehlikelisi de bu yaklaşımdır. Şu günlerde ülkemizde doğru giden bir şeyin olmadığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Eğitim bir karmaşa içerisindedir. Küçük ayak oyunları ile yönetmelikler değiştirilmekte, üniversite sınavlarına giriş için tabana selam verilmektedir. Veliler yeni okula başlatacağı çocuklarını hangi okula verecekleri konusunda kafa karmaşıklığı yaşamakta. Acaba o okul “Fettullahçı” mı, bu okul şucu mu? düşüncesini kafasından atamamaktadır. Ekonomide, tablolar pembeden siyaha doğru renk değiştirmekte, açlık ve yoksulluk sınırı içerisine giren insan sayısı her gün artmaktadır. Sağlık sorunlarımız arap saçı olmaya devam etmekte, şifa arayanlara aylar sonrası randevu verilebilmektedir. Umudun, yabancı doktorlara bırakıldığı gözlenmektedir. Türban ve baş örtüsü sanki tek sorunmuşçasına toplumun önüne konulmaktadır. İşsizlik yerini yeni bir işe terk etmek üzeredir. Gaspçılık ve hırsızlık. Ahlaki çöküntü hızla yayılmakta, etini pazarlayarak geçimini sağlayan kadın sayısı, eski doğu bloğu ülkeleriyle adeta yarışmaktadır. PKK terörü, günlük alışılmış eski konumuna dönüşmüş, her gün bir ilçede veya ilde tabutlar bayrağa sarılı olarak askeri törenle toprağa indirilmektedir. Asayiş okullardan başlayarak, evin kapısının önüne kadar bozulmuş durumdadır. Bütün bu kara tablolara ilave olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışması başlatılmıştır. İşte iç karartan bu tabloyu istediğiniz kadar büyütebilirsiniz. İktidarlar ülkeyi yönetmekte acze düştüklerinde yukarıdasöylediğimiz tavra bürünerek, can alıcı sorunları toplumun gözünden kaçırmaya çalışırlar. Farklı gerginlikler yaratmayı yeğlerler. Sanki daha iyi yönetecek insanlar bulunamazmış izlenimini vermeye çalışırlar. Biz de oynanan oyunun da özü budur. Toplumu sindirip tekrar iktidar olmak. Bu oyuna ancak uyanık ve olayların farkına varabilen toplum dur diyebilir. Ülkemizin doğru yönetilemediği bir gerçek. Toplum kendi dinamikleri içerisinden kendini çağdaş dünya düzeni içerisinde yöneteceğine inandığı yöneticilerini çıkarmalı ve takiyeciler ile çağın gerisinde kalan eski değerlere takılı olanları, siyaset sahnesinin dışına itmelidir. Başka bir çıkış yolu görünmemektedir. Görebilen varsa söylesin ne olur....... |
|||||