|
|||||
|
|||||
Leeloominaï Lekatariba Lamina-Tchaï Ekbat De Sebat, kısaca Leeloo çeşitli badireleri geride bırakmış; su, ateş, toprak ve hava’dan oluşan dört elementin etrafını çevrelediği kutsal platform üstünde beşinci element aşk’ı da oraya taşıyarak dünyayı kurtarmıştır. Evet kurgu bir filmden, izlememiş olanlar için Luc Besson’un “ Fifth Element” (beşinci element) filminden söz ediyorum. Geçmişteki liderlik felsefesi yazılarımdan hatırlarsanız, kendi hayatının ya da kurumsal bir yapının ya da bir ülkenin, ya da başka formatta kitlelerin kaderini elinde tutan herkes burada lider diye ifade edilen yolculuktan kendinde birşey bulabilecektir. Leeloo bir kurgu sahnede olsada, tüm liderlerin hayali Leeloo’nun mutlu sonuna ulaşmak, bireysel küçük dünyamızdan, kainata kadar yeltenen bir yelpazede bir dünya kurtarma halidir. Kimilerine göre bu beşinci element ruhtur, kimilerine göre aşktır. Bazı düşünürler bu dört elementin ancak beşinci element olan ruh ile tamamlanabildiğine hatta kontrol edilebildiğine inanırlar. Bu dört elementi evren sözüyle kısaltırsak; çağın müzmin hastalığı, evrenle kopan bağlar ve onun yalan yanlış tamiri çabalarıdır. Ruhsuz bir dünyada yaşıyoruz diye yakınan kaç kişi var çevrenizde? Evrenle bağı kopan insan ruhsuzlaşıyor ya da ruhsuzlaşan insanın, birer birer, havayla, suyla, ateşle ve toprakla bağıda kesiliyor. Aslında o kestiğimiz bağ, kendimizle olan bağımızdır. Biz evrenin kendisiyiz. Bedenimiz toprak, kanımız ateş, duygularımız su ve nefesimiz hava ise, bunları kaynaklarından beslenmeden hangi ruha ulaşabiliriz ya da hangi dünyayı kurtarabiliriz. Çoğunluğun farkında olduğu bir konuyu yazıyorum ama çoğunun farkında olduğu bu gerçeğin çözümünü yanlış metodlarda aranmasından dolayı yazıyorum. Bu hastalığa çözümü, medeni insane gibi düşünmekten vazgeçmektense, bunun yanı sıra yerliler gibi hissederek ve uygulamaya çalışarak bulabiliriz. ‹nsanın gitgide derinleşen bu eksiğini kapatmak için, insanca çözümler var ortalıkta. ‹nsanın çıkıpta doğada vakit geçirmeyeceği garanti edilmişcesine, insanın kendini doğada hayal ettiği meditasyon reçeteleri sunuluyor. ‹nsanlar yakınlardaki nehirlere, denizlere, elini bile sürmeye tenezzül etmezken, suya temas ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, tatil adı altında o kadar ev ödevi yapıyorlar, biletler, oteller, tekneler vs. için organizasyon yapma adına suyla aralarına soktukları bu katmanlar yüzünden suyu hissedemiyorlar kimi zaman. Deniz tatiline gidip, yüzmeyen, suya elini bile değmeden dönenlerden bile bahsetmeden diğerleri yetiyor acizliğimizi göstermeye. Doğadan hiç kaçış olmayan yaşadığım Kuzey Amerika şehrinde, doğanın uyandığı en güzel aylarda, ayı çıkar diye yürümeye bile gitmeyen popülasyon, şehrin yarısını rahatlıkla geçiyordur. Yürüyüşe ikna olan kesim içinde ise tahmin edersiniz ki, spor ayakkabı bu işe yeterli olmaz diye özel yürüyüş ayakkabıları alışverişi için iki gün harcayıp, sonra o ayakkabılarla doğada 1 saat harcayanlar var. Doğanın en vahşi, insanın en az ulaştığı yerlerinde, her zerresinin berraklığı insanın içine işleyen suyla karşılaşmak evrenin size daveti değilde nedir? Oralara kadar birlikte gideceğim kadar, doğaya yakınlaşan kişilerin içinde bile, o sudan içmeye yeltenirseniz, ayı çiş yapmış olabilir içme diyenler çıkar karşınıza. En son ne zaman soğuk bir toprakta ayakkabılarınızı çıkartıp yere bastınız? Bastınız ve karıncalar mı geldi ayağınıza, tahmin edeyim bu sebeple ikinci kez basmazsınız. En son ne zaman sırça köşklerde hapsettiğiniz çocuklarınızla bir ateş yakıp başında oturdunuz. Yoga pilates salonlarında doğru nefes için mücadele eden milyonlar varken tüm dünyada, bugün kim bilir kaç kişi, sabah ilk iş penceresini açıp, derin bir nefes çekti içine… Thoreau’nun Walden’da dediği gibi: “Her sabah hayatımı yalınlık, saflık ve doğayla eşleştirebilmek için neşeli bir davetiyedir.” Eksiklerin çözümleri tek başına kişisel gelişim kitaplarında, yaşam koçlarında, hipnozda, astrolojide, yoga eğitmenlerimizde ve her gün yenisi eklenen yüzlerce başka teknikte değil. ‹çimizdeki evrenle, eşleyerek, hissederek, katmazsak bu uçuşan reçeteleri; bu bilgi kalabalığıyla ne yapacağını bilemeyip, normal hayattaki dengeleri de hepten yitirmek muhtemel. Evreni kendi bedeninde taşıdığının, suyun, havanın, ateşin ve toprağın ve tabii ki bunları bütünleyen sevginin, ta kendisi olduğunu hissetmeden anlamadan, kendi liderlik sınırlarımızın Leeloo’su olmak mümkün olmazki. Güzel bir yaz akşamüstünde, arkadaşlarımın bahçesinde içkilerimizi yudumlarken, çocuklarda etrafta oynuyorlardı. Arkadaşım bahçedeki açık şömineyi yakmaya karar verdi. Çocuklar, ışığa uçan pervaneler misali, ateşin başına doluştular. Arkadaşımın oğlu, marşmalov şekerlemelerini eritmek için ellerine verilen sopaların işi bitince, sopayı bırakmadı. Ateşle oynamaya başladı. Tehlikesizce oynuyordu. Sopanın ucunu köz haline getirip, ateşin sopanın ucunda oluşan ışığıyla, havada şekiller yapıyor, o anda evrenle kurduğu sonsuz uyum ve bunun verdiği zevk, gözlerinden okunuyordu. Babası onu durdurmaya çalıştığında ben devreye girdim; babasını ikna ettim, evrenle ilişkimizin oluşabilmesi için, çocukların en azından bu kadar da olsa ateşin tadını çıkarabilmesinin gerekliliğinden bahsettim. Babası büyük bir nezaketle, kaygılarını tamamen bir yana bırakmamış olsada benim hatırım için kaygılarını sessizleştirdi. Sonra bu içindeki ateşi bulmuş delikanlının, sopasının ucundaki köz, sallarken, yeni aldıkları trampolinin içine uçtu ve trampolinin malzemesi nedeniyle orada büyük olmasada bir delik oluşturdu. Ben aldığım sorumluluğun hissiyle kötü hissettim. Trampolin bana ait olsa böyle düşünmezdim belki. Ama sebepler farketmez, biraz önce söylediğim hiç bir sözün arkasında duramayıp, bir eşyadaki önemsiz hasar için kaygılanıyordum işte. Bir değişim yaşayacaksak onun ufak tefek faturaları çıkacaktır karşımıza, hazırlıklı olmalıyız. Güzel bir sahilde, kıyafetimizle sadece oradan geçiyorsak, kıyafetlerimizle suya girdiğimizde, ıslanacaktır o kıyafetler mesela. Klimasız ortamlarda hayatımızı geçirmeye ant içersek, soğuğa da sıcağa da “eyvallah” diyebilmemiz gerekecektir mesela. Betona basmaktan, yapay ayakkabı içi malzemelerine temastan mutsuzlaşmış ayak tabanlarımıza söylemeliyiz mesela, “ bak seni güzel bir şeyle tanıştıracağım, toprakla ama diğer canlılarla da paylaş olur mu?” Ancak böyle ayakları yere basan bir liderin hakettiği bir ayak olursun. Yarın sabah Thoreau’nun işaret ettiği davete icabet etmeniz dileğiyle. |
|||||