|
|||||
|
|||||
Ekim ayının ikinci yarısında Türkiye’ye gelen Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) uzmanı ve danışmanı Jonathan LEVINE ile bir söyleşi yapma fırsatımız oldu. TEDMER’in de destekçisi olan Merck Vakfı’na da danışmanlık veren LEVINE, KSS konusunda yurtdışdan “best practice” örneklerini bizimle paylaştı. Bizde Türkiye’de KSS konusunda dahayolun başında olduğumuzu gördük.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) konulu çeşitli inisiyatiflerde danışman olarak yer alan birisi olarak KSS kavramını kapsamlı olarak tanımlayabilir misiniz?
KSS terimi büyük ölçüde yanlış kullanıma maruz kalabiliyor. Bu kavram, çok geniş ve karmaşık fonksiyonlar dizisinden oluşuyor: Kurumsal Yönetişim, çalışanlara yönelik tutum, çevre faaliyetleri, toplumu geliştirme, ürün güvenliği, işçi sağlığı ve güvenliği, kalıcı iş uygulamaları, yardımseverlik, gibi. Hangi konuların en çok geçerli ya da önemli olduğu sektöre ve bir kurumun o sektördeki konumuna bağlı olarak değişebilir. KSS, ana yetkinliklerden hem iş için rekabetsel avantaj hem de toplum için yarar sağlayacak şekilde yararlanan kurumsal karar verme mekanizmasının gerekli bir unsurudur. Bu modeller başarılı olursa sadece işe yararı olmaz, aynı zamanda sektördeki diğer oyuncuları da sosyal değer yaratmak zorunda bırakır. Örneğin, Toyota’nın otomotiv sektörünü yönlendiren yenilikleri ve çevreye duyarlı stratejileri kucaklamadaki rolü düşündürücüdür. Merck & Co.’ın 20 yıl kadar önce Afrika’daki ve Latin Amerika’daki nehir körlüğünü iyileştiren Mectizan adlı ilaç bağışı, uluslararası ilaç firmalarının çoğunu benzer ürün bağış programları yürütmeye sevk etmiştir. Benzer şekilde, Starbucks Coffee Co.’ın saha işçi uygulamalarını iyileştirme ve daha yüksek ücretler ödeme, işçi lojmanlarının iyileştirilmesi ve dünyadaki birçok kahve ülkesinde sürdürülebilir kahve üretimi, çiftçilerin geçimi konularında tedarikçileri ile yürüttükleri programlar rakiplerini benzer uygulamaları hayata geçirmeye zorlamıştır. Bu çalışmalarda kurumların temel yeterliliklerinden en fakir ülkeler yararlanmaktadır. Bu faaliyetlerin çoğu hükümetler, sivil toplum kuruluşları (NGOs) tarafından da desteklenmektedir: Dünya Sağlık Örgütü, ‘Conservation International’, hükümetler ve sivil toplum kuruluşuyla birlikte çalışılmaktadır. Burada kritik olan, bu çabaların kurumların iş stratejileri açısından önemli olmasıdır, aynı zamanda topluma da büyük getirileri vardır. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, iş çıkarları olmadan bu çabaların uzun dönemde kalıcı olması söz konusu olamazdı. İş dünyasında yolsuzlukla mücadele, kurumsal yönetişim, etik standartlar oluşturma, vb. konularda pek çok çaba harcanıyor. Tüm bu farklı çabaların işbirliği ve iletişimini daha güçlü ve sağlıklı KSS geliştirmek bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Güçlü kurumsal etiğin o kurumun topluma karşı ilk sorumluluğu olduğunu söyleyebilirim. Bir kurumun KSS’u o şirketin değerlerinde şekillenmektedir ve her gün çalışanları ve tedarikçilerinin ahlaki davranışlarıyla yaşatıldığı sürece başarılı olabilir. Etik bir organizasyonun temeli olmadan, yolsuzlukla mücadele ve etik standartlarlarla ilgili tüm çabalar boş ya da aldatıcı olmaya mahkumdur. Her şeyden önce, bir kurum, eğer iş kazanmak için rüşvet veriyor, aşırı fiyat uyguluyor, adil olmayan rekabet yapıyorsa ve çalışanlarının sosyal sigorta primlerini ödemekten kaçınıyorsa, o kurumun eğitim ya da yoksullukla mücadele inisiyatifleri ne ölçüde samimi olabilir? İş adamlarının mutlaka üzerinde durması gereken temel bir sorudur bu, çünkü sonuçta paydaşları aldatıcı görünümüne rağmen gerçeği ayırt edeceklerdir. Sadece yakın zamanda ortaya çıkan Enron, ki aldatıcı iş uygulamaları açığa çıkana kadar örnek bir kurumsal vatandaş olarak tanınırdı, ile ilgili skandalı hatırlamamız yeterlidir. Örneğin, Kurumsal Etik konusunu gündeme getiren TEDMER,KSS inisiyatifinin mükemmel bir örneği ve Türkiye için büyük kazançtır. TEDMER’in misyonu Türkiye’de KSS için güçlü bir gelecek oluşturmak ve kurumsal yönetişim iklimi yaratmak için kesinlikle çok önemlidir. TEDMER gibi kurumların hizmetleri özel ve kamu sektöründekilere, dinamikleri anlamak ve olumsuz etkileri düzeltmek için yardımcı olabilir. Etik kodları ve bununla ilgili uyum ve uygulama programları geliştirmelerine, çalışanlarını uygulama konusunda eğitmelerine yardımcı olabilir. Türkiye’deki KSS faaliyetlerini incelediğimizde, hem kamuoyunun hem de KSS konusunda en başarılı olan kurumların eğitim ve öğrenime katkıda bulunan projelere öncelik verdiğini görüyoruz. Bu algıyı ve uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Şüphesiz eğitim ve öğrenim, dünya çapında temel öncelikli konulardan biridir. Ve şüphesiz, halk daha eğitimli, daha sağlıklı ve ekonomik olarak daha istikrarlı hale geldikçe, iş hayatı da bundan yarar sağlayacaktır. Nasıl ve nerede tek bir kurumun daha verimli olabileceğini anlamak için önce onun kendi güçlü yanlarıyla, yeterlilikleri ile ana iş hedeflerini incelemek gerekir. Eğitim, sosyal ilerlemenin bir temeli olarak, çoğunlukla sonuca götüren apaçık bir yoldur. Fakat onun dışında da yoksulluğun azaltılması ve sağlık bakımı gibi konular da vardır. Örneğin, firmalar çalışanların yaşam standartlarını iyileştirmek için çaba gösterirken, ürünleri ve hizmetleri daha fakir ülkelere daha satın alınabilir ve erişilebilir hale getirmek, aynı zamanda iş dünyasına yeni ekonomik fırsatlar sağlamak için yaratıcı çözümler geliştirmek üzere girişimlerde bulunurlar. İnsan haklarında kurumların rolü önümüzdeki birkaç yıl içinde daha belirgin hale gelecektir. Küreselleşme kesintisiz biçimde sürdükçe, kurumsal insan hakları ihlalleri ve suistimaller, çalışan standartları ve çevre koruma önlemleri, kurumların bu suistimallere karşı koyma hızı ve küresel kavrayışı onları çözümün daha doğal ve gerekli bir parçası haline getirir. Bu konuda katalizör rolü oynayacak güçlerden biri de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’dir. Türkiye’de KSS’la ilgili genel izlenimleriniz nelerdir? KSS’u destekleyici mekanizmaların gelişmesini hızlandırmak için neler yapılabilir? Organizasyonel etiğin KSS’un ve kurumsal yönetişimin temeli olarak algılanması konusunda, Türkiye’nin biraz Amerika ve Avrupa’nın gerisinde olduğu izlemi edindim. Bununla birlikte önümüzdeki yıllarda Türk şirketlerini daha yüksek standartları adapte etmek doğrultusunda yönlendiren birkaç güçlü etki vardır: Basel II, AB kurumsal yönetişim standartlarına uyumla ilgili artan baskı, tüm özel ve kamu sektörü kuruluşlarını ilgilendiren Türk Ticaret Kanunu’nda yapılacak değişiklikler, IMKB’nin Kurumsal Yönetişim Endeksi, yabancı yatırımcıların talepleri vb aynı doğrultuda gelişmelerdir. Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) konusunda alınan inisiyatifler ve genel performans dikkate alındığında dünyadaki güncel eğilim ve zorluklar nelerdir? Önümüzdeki dönemde kurumların ana iş stratejileriyle sosyal değerleri nasıl uyumlandıracağı ve bu değerleri temel operasyonları ve uygulamaları içine nasıl entegre edebilecekleri, KSS çerçevesinde en kritik temaları oluşturmaktadır. Dünya çapında birçok kurum hala KSS’u ana işlerinden ayrı bir fonksiyon olarak değerlendirmekte ve KSS’u kanun ve yönetmeliklere uyumla ve hayırseverlikle özdeş tutuyor. Sosyal konular – küresel ısınma, mikro finans, ilaçlara ulaşım gibi – kurumların iş modellerini derinden etkileyerek değiştirmektedir. Amerika ve Avrupa’da pek çok CEO değişimi farkediyorlar. KSS prensiplerini ana iş uygulamalarına entegre etmenin stratejik önemini idrak ediyorlar. Bununla birlikte, büyük bir bölümü hala bu prensipleri nasıl uygulamaya sokacakları konusunda hala pek emin değiller. Bu durum, Türk kurumları için de geçerli olmayabilir, ama Amerika, Avrupa ve Asya’nın belirli bölgelerinde üzerine gidilmesi gereken büyük bir sorun olarak ortada duruyor. KSS’un Türkiye’deki geleceği ile ilgili beklentileriniz nelerdir? Öncelikle yönetmelikleri ve prensipleri yürürlüğe sokmak yeterli |
|||||