ZİRVE Ali Nasuh MAHRUKİ
AKUT Başkanı
Türkiye’nin Liderlik Sorunu (1)
 
Uzunca bir süredir Türkiye’de liderlik sorunu olduğu, Türkiye’nin gerçek bir lidere ihtiyaç duyduğu ve sorunlarını da ancak bu şekilde çözebileceği konusunda söylemler duyuyoruz. Büyük önder Atatürk’e duyulan içten ve iyi niyetli özlemden kaynaklanan bu yaklaşımı anlamakla birlikte, bir daha Atatürk gibi bir liderin bu coğrafyaya nasip olmayacağını düşünen biri olarak, ülkemiz için farklı bir yol seçilmesi gerektiğini değerlendiriyorum.
Mustafa Kemal; çevresindeki herkesten daha fazlasını bilen, daha fazlasını öngörebilen ve mücadelesi ile ilgili bütün kurgularını kendisi yapabilen bir liderdi. Bu anlamda yaşadığı zaman diliminin, başkaları için en olağanüstü ve çözümü imkansız gibi gelen sorunlarına rağmen, eşsiz dehası, zihinsel gücü, öngörü yeteneği, analitik ve kavramsal düşünme becerisi ve kararlılığı ile, en yakınlarının ve ona en güvenenlerin bile neredeyse imkansız diye düşündüğü pek çok şeyi, çok kısa olarak nitelendirilebilecek bir süre içerisinde başardı.
Osmanlı ve Türk devlet geleneklerindeki Ulu Hakan vizyonunu bile aşan Atatürk’ün liderlik modeli, o günün koşulları içerisinde olabilecek en doğru, hatta tek seçenek olarak ortaya çıkmıştı.
Hepimizin takdir ettiği eşsiz sağduyusu ve kollektif bilinci ile bu tek seçeneğin farkına varan eğitimsiz, yoksul ve acılar içinde olan Türk Milleti, bütün varlığı ile her türlü fedakarlığı göze alacak şekilde Mustafa Kemal’in emrine girmekte ve kendi geleceğini bu "Tek Adam"ın öngörüsüne ve insiyatifine bırakmakta tereddüt etmedi. Türk Milleti bir kez daha, en zor zamanda bile sağduyusunu göstermişti. Türk Milletinin kendisini, atalarının Ulu Hakan’larına eşdeğerde gördüğünün farkında olan Atatürk, kendisinden sonra bu ayarda birisinin daha yetişmeyeceğini, daha doğrusu 20. yüzyılın karmaşık dengelerine ve ihtiyaçlarına bu liderlik modeli ile cevap verilemeyeceğini çok iyi bildiği için, padişahın kulu olma kültüründen gelen ve bu kültürü devam ettirmekte hiçbir sorun yaşamayacağı açık olan Türk Milletine hayal bile edemeyeceği çağdaş bir devlet modeli armağan etmişti. Herkesi şaşırtan bir kararla, kendi sultanlığını ilan etmemiş ve devlet düzenini halkın kendi kendisini idaresi olan Cumhuriyete dönüştürmüştü. Bütün bunları yaparken tek güvencesi geleceği emanet ettiği Türk Gençliğiydi. Türk Gencinin geleceğe sahip çıkması gerektiğini sayısız kereler dile getirmişti. Türk Gencini; devrimleri korumak, Cumhuriyeti yaşatmak ve yükseltmekle görevlendirmişti.
Bu anlamda Nutuk’un sonunda yer verdiği, Gençliğe Hitabe’si ciddiyetle anlaşılmalı, bu konuyu her fırsatta ve büyük bir inançla dile getirmesi basit bir coşku ve heyecandan değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için tek seçeneği olduğunu öngörmesinden dolayıdır.
Atatürk, kendisini milletinin üstünde değil tam tersine milletin kollektif bilincinin ürünü olarak görür. Kendi varlığını; Türk milletinin kendi içinden, koşulların ve zamanın zorlamasıyla ortaya çıkardığı bir kurtuluş kararlılığı olarak tanımlar. Bu duruşu acaba kaçımız doğru olarak analiz edebiliyoruz çok merak ediyorum.
Çağımızın en büyük lideri olduğu pek çok yabancı kaynak tarafından doğrulanan Atatürk, başarılarını kendisine mal etmemiş, apaçık belirli olan doğal üstünlüğüne dayandırmamış, her başarısının; eşsiz fedakarlığı ve kahramanlığı ile yiğit Türk Askeri’nin ve onurlu Türk Milleti’nin eseri olduğunu vurgulamıştır.
Çünkü Atatürk, Türk Milleti’nin gelecekteki olası sorunları için, çözümü yine bir kurtarıcıda aramasını doğru bulmuyordu. Milletini padişahın kulu olma seviyesinden, kendi içinden yetiştireceği her seviyedeki ve konudaki liderlerle birlikte çözüm üreten bağımsız bir halk konumuna taşımak istiyordu.
Bunu sağlayabilmek için eğitimin, çağdaş medeniyetler seviyesinde bir anlayışın ve dünya görüşünün olmazsa olmaz kurallar olduğunu çok iyi biliyor ve bu nedenle genç Cumhuriyet’te en büyük önemi yeni neslin en iyi şekilde yetiştirilmesine veriyordu.
Çağdaş bilgi ve atalarının başardıklarına inançla birlikte Türk Genci’nin her türlü engeli ve zorluğu aşabileceğini biliyor ve; "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." diyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ile ilgili bütün kurgusunu bu yönde yapmıştı.
Genç Cumhuriyetin, Türk Milleti’nin kendi içinden her seviyede ve konuda yetiştireceği; vatan ve millet sevgisi en üst düzeyde gelişmiş, konusuna hakim, kararlı, riske girebilen, insiyatif kullanabilen gençler eliyle – liderliğiyle, çağdaş medeniyetler içerisinde layık olduğu yere ulaştırılacağına inanıyordu.
Atatürk; yaşadığı dönemde bu kurgunun bütün altyapısını oluşturmuş, eserinin geleceğini güvence altına almak için gerekli bütün önlemleri de o dönemin imkanları ölçüsünde almıştı. Ülkenin zeki ve gelecek vadeden gençleri yurtdışına yollanmış ve dönemin en iyi okullarında eğitilmişti. Ülkenin farklı alanlardaki sorunlarına çözüm üretmek için gerekli öncü kurumlar oluşturulmuş ve her birinin liderliğini üstlenebilecek kadroların yetiştirilmesine büyük önem verilmişti. İşte bu gençler, Cumnuriyete en iyi şekilde sahip çıkmış ve kendi dönemlerinin bütün zorlukları ve olanaksızlıklarına rağmen ATA’larına verdikleri sözü eksiksiz yerine getirmişti. Ancak daha sonra Türkiye ciddi bir vizyon değişimi yaşadı.
Bugün yaşadığımız sorunların tohumları da işte bu dönemde atılmıştı. Ülkemiz; her konuda ve her seviyede lider yetiştiren, kendi geleceğini yaratma konusunda kararlı, birbirine büyük bir sadakatle bağlı bir toplumdan, dışarıdan getirilecek uzmanlara bel bağlayan, çözümü kendi içinden değil de dışarıdan arayan, kendi özkaynaklarına dayanmaktansa dışarıdan borç alarak çözüm üretmeye çalışan ve altkimlik gruplarına bölünmüş bir topluma dönüştürüldü.
Bu utanç verici dönüşümün ve vizyon değişiminin, dönemin siyasi aktörlerinin şahsına ve yandaşlarına sağladığı menfaati ve ülkemize verdiği zararı tarih en küçük detayına kadar kaydetmiş durumdadır. Bu kritik dönüşümün Atatürk’ün aramızdan ayrılmasının hemen ardından yaşanması düşündürücüdür.
Tek Adam liderliğinden, kısa sürede her seviyede liderlik modeline büyük bir hızla geçmeyi başaran kendine güvenen ve kararlı Türk Milleti; ne yazık ki Atatürk’ün ardından, dışarıdan (batıdan) getirilen uzmanlara (liderlere) ihtiyaç duyan, dışarıya bağlı liderlik modeli ile sorunlarına çözüm arayan, millet olma sinerjisini kaybetmiş, ulusal kararlılığını yitirmiş, uzun dönemli hesap yapamayan, riske giremeyen, kendine güvensiz bir topluma dönüştürüldü.