|
|||||
|
|||||
Aşağıdaki yazıyı ben yazmadım. Ancak benzer düşünce çerçevesinde olmasa da böyle bir yazıyı kaleme alabilmek istediğimden sizlere aktarıyorum.
Sayın Başbakan`ın son ABD gezisinde açıkça vurgulanan nokta şu anda demokrasilerle yönetilmeyen ülkelere demokrasi getirilmesi için ABD`nin göstereceği çabalara Türkiye`nin de katılacağı. Bir ülkeye kendi iradesi dışında demokrasi ihraç etmek ve yerleştirmek zordur. İstisnalar Nazi Almanya ile faşist İtalya ve Japonya`ya savaşı kaybedip kayıtsız şartsız teslim olmalarından sonra ABD tarafından getirilen rejimler olmuştur. Ancak bu ülkelerin geçmişinde ciddi bir parlamenter deneyim, tam demokratik olmasa da seçimlerle oluşan hükümetler ve her şeyden önemlisi Hukuk Devleti deneyimleri vardı. Bugün tartışılması gereken konu çoğu şeriat yasaları ve Sultan, Emir ve Şeyhlerin iradelerinden oluşan bir sistemle yönetilen ülkelere demokratik kültürün nasıl sokulacağıdır. Demokrasi öncesi bir toplumda olması geren laik bir hukuk düzeninin ve buna dayalı bir Hukuk Devletinin oluşmadığı toplumlarda demokratik kültürün dışardan siparişle ihlali sorunu çözmemektedir. ABD`nin hedeflediği, ülkemizin de destekleyeceği bu Orta Doğu projesine bambaşka açıdan ele alan bir görüşü aşağıda bilginize sunuyorum. Bu yazıyı kim yazmış öğrenemedim. İnternet`in cilvelerinden biri de bu. Size gelen birçok materyal ikinci ve üçüncü elden ve her seferinde yazının hakiki sahibini kaybediyorsunuz. Küresel denklemler ile ilgili oluşumlar, her geçen gün yeni bilinmezleri gündeme getirmektedir. Son günlerde tartışma konusu olan "BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’nin"somut sonuçları üzerinde ortaya atılan tezlerinhenüz tam bir netlikkazanmadığı da görülmektedir… "TEK KUTUPLU DÜNYA" görüşünün temelini oluşturmayayönelik stratejinin ağırlıkmerkezi ise, "FİNANS KAPİTAL’in" küreseletkinliği üzerinde ortaya çıkan zafiyetinnedenleri kapsamında konu, görüntü kazanmaktadır… Bir diğer anlatımla, dünya ekonomisinikontrol eden gücün, dünya politikasını dayönlendirebileceği gerçeğiningiderek zafiyeteuğramasıdır… Söz konusu küresel denklemin "TEK KUTUPLUDÜNYA" görüşüne karşı oluşturulmaya çalışılan "ÇOK KUTUPLU DÜNYA" yaklaşımında, görüntüye gelen siyasal oluşumlarhatırlandığında; en önemli sorun, Avrupa Birliği sürecinde, Maastricht Antlaşmasının dünya para birimi olan dolar karşıtı olarakEuro’nunortayaçıkardığı yeni finans alanının, ABD açısındanifade ettiği önemdir… ABoluşumuna kadar geçen süre içersinde, "YAOUNDE 1963; ARUSHA 1971; LOME 1975; anlaşmaları paralelinde, MEDA anlaşması ile de, 1991 yılında bütün AKDENİZ bölgesindeki (Suriye ve Libya hariç) ülkelerin serbest ticaret anlaşması ile AB ile bağlantılarının oluşturulduğu görülmektedir… Fas’tan, Türkiye’ye uzananbu bölge, 1995 yılında, Türkiye’nin de dahil edildiği serbest ticaret anlaşması ile, AB’nin ekonomikçıkar alanı içinde son şeklini almıştır… ABD’nin dünya rezerv para birimi olanve "DOLAR" karşıtı oluşan bu süreç paralelinde, Asya Pasifikbölgesinde de, Çin’in 2010 yılında, Hindistan’ın da, 2015 yılına kadar, "GÜNEYDOĞU ASYA ÜLKELERİBİRLİĞİ’nin(ASEAN)yapısı içinde,serbest ticaret geçişine yönelik birhazırlık sürecinegirdikleri izlenmektedir… Ayrıca, bu bölgede, önümüzdeki yıllarda, Çin’inmilli para birimi olan Yuan’ı, dolarabağlı olmaktan çıkaracağı ve bu oluşuma göre de, giderek Çin para biriminin,ABD Doları yerine, yeni oluşturmayı planladığı ve bölgedeki 10 ülkenin de içinde yer alacağı bir finans sepetine bağlamayı amaçlandığı, basında yer alan haberler içinde görüntüye gelmiştir… Bu finansyapısında, YUAN yanında YEN’in ve EURO’nun da yer alabilecekleriyorumlarda dikkate çarpmaktadır… Genel görüntüsü yukarıda özetlenen bu yapısal oluşumlar paralelinde, ABD’ninTEK KUTUPLU DÜNYA düzenindeki konumunu oluşturabilmesi için, küresel düzeyde, DOLARİZE olmuş ve finans yolu ile kontrol edilebilir bir siyasal yapının şekillendirilmiş olması gerekmektedir… Küresel düzeyde DOLAR alanlarını daraltan ve bölgesel etkinlik sağlayan farklı oluşumların, doların rezerv para birimi olma özelliğini olumsuz istikamette etkileyebilecekgirişimlerinde engellenmesi, ABD politikaları yönünden kaçınılmazdır. Kısaca, ABD’nin diplomasi ötesi ortaya çıkan zor kullanmaya yönelik politikalarında, TERÖRbahanesinin gerisindeki aceleciliktebu gerçeği de görmek gerekmektedir… ABD, AB’nin coğrafyada oluşturmaya çalıştığı serbest ticaret anlaşmalarına ilişkin bölgeler paralelinde, o da, kendi kıtasında, önce NAFTAanlaşmasıyla Kanada ve Meksika’yı, dahasonra da, QUEBECanlaşmasıyla Alaska’dan, Arjantin’e kadar uzanan bölgede MERCOSUR’a bağlı ülkeleri de içine alacak biçimde, bu kıtada,kendine bağlı bir serbest ticaret alanı oluşturmaya çalışmıştır… Peşpeşe şekillendirilen ve içeriğinde, ekonomik çıkar hesapları olan, jeopolitik yapıdaki jeostratejik yaklaşımlar, yeni dünya düzeni ve küreselleşme stratejilerinin ayrışma hatlarını da ortaya çıkarmaya başlamıştır… ABD tarafından gündeme getirilen "BÜYÜK ORTA DOĞU " projesinin genel hatlarına bakıldığında ise,AB’nin AkdenizçevresindeMEDA anlaşması ilekendisine bağlanmış bulunan ülkelerin hemen tümününbu alan içinde kaldığı görülmektedir. ABD ayrıca, 1973 petrol krizinin öğretisi çerçevesinde, Avrupa’nın zenginliğinin altında, petrole olan bağımlılığın önemini de fark etmiş bulunmaktadır. Ortaya çıkan süreçte, ABD’nin bir taraftan petrole olan ihtiyacının giderek artmakta olması, diğer yönden gelişmekte olan diğerülkelerin de petrol ihtiyaçlarının çoğalması, ABD’ni, küresel düzeyde görüldüğü üzere, dünya enerji kaynaklarının tümünü kontrolüne almaya yönelik politikalara TERÖR paradoksunu kullanarakyöneltmeye başlamıştır… ABD’nin, ticari açıdan rekabeti artan AB’ni tümü ile kontrolüne alabilmesi, DOLAR karşısında, EURO’nunküresel düzeyde ayrı bir rezerv para birimi olmasının önlenmesiyle mümkünolabileceğikanaatini güçlendirmektedir. ABD; AB ile ilişkisini bir TRANSATLANTİK süreci içinde tasarlamakta, ancak, AB’nin ayrı bir ekonomik rekabet alanı yapısında güçlenmesini de TEK KUTUPLU DÜNYA politikasınaaykırı bulmaktadır… Bu konuda KISSINGER’in "Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?" adlı kitabında, Avrupa’nın yaklaşımına karşı şu görüşü ileri sürdüğü görülmektedir.. (…..Eğer Atlantik ilişkisi tüm kazanımların ortasında yavaş yavaş Avrupa’nın dünya işlerindeki üstünlüğünün sonunu gösteren türde bir rekabete dönüşürse, ortaya çıkacak kriz Batı toplumlarının beslediği ortak değerleri yıkar…"sf.68"…) ABD’nin, AB karşısındaki açık tavrı, rekabet kabul etmez bir süreçkapsamında kabul görmektedir. Bu rekabet, EURO alanlarının, giderek DOLAR alanlarını daraltmaya yönelik oluşumları gündeme getirmesi durumunda ise, bu tarz bir sonucun kabuledilemeyecek rahatsızlıkları getireceğigörüşünü de sergilemektedir… ABD, küresel denklemi kendi kurallarına göre çözmek ve sonuçlarını da ulusal çıkarlarına göre sağlamak tavrına yönelmiştir. Bu konudaki politik hedeflerine ulaşmada önce; DÜNYA ENERJİ KAYNAKLARININTÜMÜNÜ KONTROLÜNE ALMAK. AB’nin EURO REKABETİNİ ÖNLEYECEK TEDBİRLERİ ALMAK, AVRUPAYI TRANSATLANTİK YAPISINA ÇEKEBİLMEK….. DÜNYA TİCARETİNİN %68 BULUNDUĞU ASYA PASİFİK BÖLGESİNDEKİ GELİŞEN OLUŞUMLARA KARŞI HAZIR OLMAK….. Jeopolitik yaklaşım açısından, konu hatırlandığında, SPAYKMAN’ın kenar kuşak hattı ile, MACKINDER’in KABGAHA yönelik tanımlamaları, ABD’nin politik hedefleri içinde ayrıca yer almaya başlamıştır. ABD’nin küresel yayılma alanlarına bakıldığında, enerji bölgelerinin dışında, coğrafyadaki ulaşımyolları ile, geçitlerin de kontrolüne alındığı görülmektedir… Bu konuda da, Mahan’ın denizleri kontrol etmeye yönelik öngörüsü paralelinde, Mitchel, Bouhet, Punner ve Seversky gibi stratejistlerin, hava hakimiyetine yönelik görüşlerinin ayrıca bu süreçte yer aldıkları izlenmektedir. ABD, ekonomik çıkar alanlarına yönelik politik hedeflerini şekillendirirken, UZAY, HAVA, |
|||||