2009 yılının ikinci çeyrek döneminden itibaren küresel düzeyde finansalpiyasalarda yaşanan balayı havasına bakıp da herşeyin düzelmeye başladığını düşünerek hareket edenler çok üzülebilirler. Mevsimlik dalgalanmayı durgunluktan çıkıldığı şeklinde pazarlamak, ağırlaşan sorunları görmezden gelmek gibi yaklaşımlar iyimserliğe bağımlı olanların acil ihtiyaçlarını karşılamalarına yardım edebilir, fakat gerçekleri değiştiremez. Faaliyet gelirleri, rekabet koşulları ve gelir dağılımı arasındaki giderek büyüyen etkileşimi gözmezden gelmek sistemik riski azaltmıyor. Finansal piyasaların iyimserliği sorunların ilacı olamıyor. Kamu kesimi, mali sektör ve medyanın işbirliği yaparak durumu olduğundan farklıymış gibi göstermeye çalışması daha derin krizlere ortam hazırlamaktan başka bir işe yaramıyor. Ne demek istediğimizi anlatmak için konuyu biraz açalım: Ticaret veya üretim şeklindeki faaliyetlerden elde edilen kar, birikmiş tasarruf stoklarından elde edilen faiz ve kira ile istihdama ödenen ücretler toplam faaliyet gelirlerini oluşturuyor. Gelir dağılımındaki bozukluk veya rekabet koşullarının olumsuzlaşması gibi gelişmeler hem bu tür gelirleri eritiyor hem de kendi kendini besleyen bir kısır döngü yaratıyor. Gelir dağılımı ve rekabet koşulları bozuldukça faaliyet gelirleri eriyor, bu tür gelirler eridikçe gelir dağılımı bozuluyor ve rekabet koşulları olumsuzlaşıyor. Bu etkileşim ekonomiyi daraltıp işsizliği arttırıyor, kamu açıkları ve sorunlu krediler büyüyor. Herkes bu durumun farkında olsa kalıcı çözüm gündeme gelene kadar herkesin riskten kaçınması doğal bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Olumsuzluğun hızlanarak artması herkesi kalıcı çözüm için uzlaşmaya mahkum eden temel dinamik olarak ön plana çıkıyor. Finansal piyasalar olması gerektiği gibi çalışsa, bu olumsuz beklentileri de fiyatlara etkili ve yetkili kesimleri kalıcıçözüme zorlayacak; fakat böyle olmuyor; kısa vadeli bakış açısı ve spekülatif içgüdü ile faaliyet dışı gelir yaratımı ön plana çıkıyor, geniş kitleler şuursuzca tüketmeye teşvik ediliyor. Olumsuz etkileşimin yaratacağı sorunlar bir süre geciktiriliyor fakat ileride ödenecek bedeller dayanılmaz boyutlara ulaşıyor. Zira gelir dağılımı, rekabet koşulları ve faaliyet gelirleri arasındaki olumsuz etkileşim bu süreçte iyice hızlanıyor. Kısa vadeli borçlarla finanse edilen menkul ve gayrimenkul değerlerindeki artış sayesinde yaratılan gelirler faaliyet dışı gelirleri oluşturuyor. Bu yapı kredilerin hesapsızca genişlemesine ve iyimser beklentilere aşırı bağımlı bir yapı sergiliyor. Faaliyet dışı gelirler arttıkça faaliyet gelirleri azalıyor, bu ters ilişki büyüyor ve ortalık aniden karışıyor. Menkul ve gayrimenkulde iyice şişen değerlerin gerilemeye başlaması ile güven bunalımı derinleşiyor panik eğilimler çok ciddi tahribat yaratıyor, gelir dağılımı ve rekabet koşulları iyice bozuluyor, faaliyet gelirlerinde daha sert gerilemeler yaşanıyor; sorunlu krediler ve kamu açıklarıartıyor, faaliyet dışı gelir üreten pozisyonlar aniden devasa zararlar üreterek mali sektörü batık hale geitiriyor. Bu aşamaya geldikten sonra sorunları kalıcı olarak çözmek gündeme bile gelmiyor, sadece paniği dindirip varlık değerlerindeki kayıpları geri alarak batıklığı gidermek öncelikli amaç haline geliyor. Merkez Bankaları ve Hazineler geniş kesimlere fatura edilmek üzere devreye giriyorlar. Bu durum daha fazla vergi ya da parasal genişlemenin yaratacağı enflasyon yolu ile reel gelirlerin azaltılması, başka bir deyişle durgunluğun derinleşmesi anlamına geliyor. Faaliyet gelirleri eriyip, gelir dağılımı ve rekabet koşulları olumsuzlaştıkça mali sektör ve kamu kesiminin yıpranması kaçınılmaz hale geliyor. Belirsizlik ve kırılganlık artıyor, sistemin taşıyıcı kolonları ile birlikte yapı çökmeye başlıyor. Finansal piyasalardaki görüntünün aksine ekonomi cephesindeki orta vadeli eğilimler kalıcı çözüm için bir uzlaşı yoksa risk almayın, başınızın çaresine bakmak üzere savunmada kalın diyor. Zira rekabet koşulları bozulmaya, faaliyet gelirleri erimeye devam ediyor. Ve gelir dağılımı daha önce yaşanmamış bir hızla dengesizleşiyor.
|