|
|||||
|
|||||
Uygarlık tarihimizde Dünya’da liderlik mücadelesi temel bir etken. Askeri, ekonomik ve teknolojik gücün siyasal izdüşümleri her zaman belirleyici olmuş. Firavunların Mısır’ından, Aztek İmparatorluğu’na, İstanbul’un fethinden, Batılı güçlerin sömürge savaşlarına ve soğuk savaşa uzanan tarihsel yelpaze bu şekilde açılıyor.
Bugün, 21. yüzyılda Avrupa Birliği’nde giderek daha yüksek duyulan bir ses, hatta bir haykırış, büyük harflerle yazılan bir hedef var: “SINIRLARI AŞMAK”. Avrupa ülkelerinde birçok siyasal görüş, akademik analiz ve toplumsal tartışmada aynı sonuca ulaşılıyor. Özellikle, Avrupa sınırlarını çoktan aşmış olan şirket dünyası kararlı: sınırlar aşılmalı. Hangi sınırlar? AB içi siyasal ve ekonomik sınırlar. Uluslararası ekonomiye açılımın sınırları. Şirketlerin daha girişimci olmalarını engelleyen mevzuatların sınırları. Ekonomik ve sosyal reform çabalarını çevreleyen siyasal sınırlar… Fakat hemfikir olunan bir öncelik var: her şeyden önce zihinsel sınırlar aşılmalı. Küreselleşmenin gerçekleri kabullenilmeli. Avrupa’nın daha önceki yüzyıllarda küreselleşerek kurduğu düzeni korumak için, bugün yarattığı sınırların içinde giderek küçülmesi engellenmeli. Başarının rehavetinden kurtulmalı. Elde edilen kazançları koruma kaygısının korkaklığa dönüşmesinden sakınılmalı. Değişen dünyada yeniden şekillenen geleceğe uyum sağlanmalı. Avrupa arayışta Avrupa, gerçekçiliğin, özgüvenin, iyimserliğin, esnekliğin, pragmatizmin, çalışkanlığın, üretkenliğin, verimliliğin, gözüpekliğin, girişimciliğin, yenilikçiliğin, yaratıcılığın ve en önemlisi siyasal liderliğin arayışında. Fakat hükümetler zorlanıyor. Londra’daki Tony BLAIR dışında lider yok. CHIRAC gidici. MERKEL belirsiz. Komisyon Başkanı BAROSSO sıkıntılı. BLAIR’in kendini Avrupa’ya kabul ettirmesi zor. Fakat değişimi tetikleyecek gücü var ve kullanıyor. Bu sayede, AB kendini bir anda “Avrupa sosyal modelinin geleceği” tartışmasında buluverdi. Konu derin. Avrupa ülkelerinin siyasal kültürleri, bütçe açıkları, yakında her iki emekliye bir çalışan düşecek olmasının yarattığı sarsıntılar ve popülist siyasetçilerin toplumsal tepkileri suistimal etmeleri gibi etkenlerin karmaşıklaştırdığı yumağı çözmek kolay değil. Özel sektör bastırıyor Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu UNICE öncü rolünü oynama çabasında (www.unice.org). Yıllardır Avrupa’nın küresel ekonomik gücü konusunda çalışıyor. Bu konudaki girşimlerinin ilk önemli meyvesi Lizbon Stratejisi olmuştu. AB Konseyi’nin Mart 2000’de Lizbon’daki toplantısında o zamanki onbeş üye ülkenin lideri on yıllık bir hedef açıklamıştı: “AB’nin küresel düzende bilgi temelli rekabet gücü en yüksek ekonomi konumuna erişmesi”. Bu çerçevede ayrıntılı politikalar ve eylem planları üretildi, kısmen uygulandı. Süreç takip edildi, özel sektör yoğun baskı yaptı, bilgi toplumu ve iç pazarın daha iyi işlemesi gibi birçok alanda ilerlemeler kaydedildi. Bu arada AB başkentlerinde hükümetler değişti, AB yirmibeş ülkeye genişledi, anayasa ve bütçe krizine saplandı, işsizlik arttı, iki büyük ekonomi, Fransa ve Almanya’da ekonomik büyüme geri dönemedi… UNICE ise, ekonomik rekabet gücü konusunu her yönüyle takip ederek gündemin öncelikli maddesi olmasını sağladı; her ülkenin ulusal siyasetinde belirleyici bir etken haline getirdi ve AB’nin geleceği tartışmalarının odağına ekonomik boyutu yerleştirdi. Özel sektör açısından bu gelişmelerin en simgesel etkinliği “Ekonomik Rekabet Gücü Günü”. Bu sonbahar etkinliğinin ikincisi yine Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda düzenlendi. Avrupalı seçmenlerin tayin ettiği parlamenterlerin oturduğu genel kurul koltuklarında bu sefer başkaları oturdu. Bin kadar en üst düzey şirket temsilcisi, siyasetçi, gazeteci ve uzmandan oluşan topluluk parlamenter koltuklarında, parlamenterlerin de çözüm bulamadığı konuyu tartıştılar. AB Komisyonu Başkanı BAROSSO ve Avrupa Parlamentosu Başkanı BORRELL de oradaydı. Aslında pek fazla tartışma oldu sayılmaz. Ortam daha ziyade, tek yolun devrim olduğu konusunda kenetlenmiş bir militan kongresi ya da doğru yolu bulduğuna ve iman ederse bu yoldan selamete ulaşacağına inanan bir cemaatin ayini gibiydi. Tabii, ruhani veya hayali hedeflerin değil, somut verilere dayalı analizlerin temelinde gerçekleşen bir ayin. Avrupa’nın küresel liderlik mücadelesinde, kamuoyuna iki önemli konuda mesajlar verildi: AB küresel düzende nerede ve ne yapması gerekiyor? AB nerede? Önce özgüven. Avrupa’nın uluslararası konumu güçlü: AB halen yüzde 24’lük bir pay ile dünyanın en büyük mal ve hizmet ihracatçısı. Arkasından % 19 ile NAFTA (ABD, Kanada ve Meksika) ve % 8 ile Japonya geliyor. Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’dan oluşan “dört hızla yükselen büyük ülke grubu”nun toplam payı ise % 15. Uluslararası sermaye hareketleri ve dış yatırımlarda da Avrupa en büyük paya sahip: AB %42, NAFTA % 39, Japonya % 8. Küreselleşme olarak tanımlanan eğilimler ve gelişmelerde Avrupalı şirketler önder konumda. Dünyanın dört bir yanı ile ticaret yapıyor, yatırıma gidiyor ve bilgi ve teknoloji götürüyorlar. Avrupa’nın kendi iç pazarı da diğer ülkelerin ticaret ve yatırımına açıklıkta, dünyada en ileri seviyede. Sonra gerçekçilik. Eğilimler Avrupa’nın geriye düşeceğine işaret ediyor: ABD son on yıldır daha fazla büyüyor, iş yaratıyor, arayı açıyor. Hızla yükselen Çin ve Hindistan gibi ekonomiler ileri teknolojilere hızla geçiş yapmakta. Bilimsel araştırmaları ürüne ve artı değere dönüştürmede Avrupa Amerika’nın gerisinde. Avrupa yaşlanıyor, sosyal sistemi çöküyor, istihdam yaratamıyor, yapısal reformlarda gecikiyor, yeni yatırımları çekmekte giderek zorlanıyor. Avrupa içinde başarı vakaları var: Kuzey ülkelerinin başarılı reformları olumlu sonuçlar veriyor. Avrupalı şirketlerin derdi, hükümetlerinde. Küresel rekabet sorununu AB ekonomisi yaşıyor, şirketler de bundan olumsuz etkileniyor. Çözüm ancak ekonomik büyüme ile olası. AB’nin ev ödevi Her AB ülkesinde siyasal ortamı belirleyen farklı sorunlar var. Kiminde emeklilik, kiminde vergiler, kiminde tarıma sübvansiyonlar ön planda. Avrupalı siyasetçiler zor durumda. Seçmene kim nasıl anlatacak ki, artık dünya değişti. Birleşik su kaplarının arasındaki kapaklar açıldıkça seviyeler eşitleniyor. Eski refah toplumundan kısmen feragat etmek, sosyal devlet düzenlemelerinde yeni ayarlar yapmak gerekiyor. Eski sömürgelerin, fakir ülkelerin bir kısmı artık rakip. Dünyada daha çok çalışan, daha yenilikçi, teknolojik ve verimli olanlar arasında mücadele çetin geçiyor. Yapılacak reformlar belli. Fakat yapmak isteyen hükümet siyasette alaşağı gidiyor. Belki de artık ‘değişimin kaçınılmazlığı’ kendini kabul ettirmeye başladı. Avrupa özel sektörüne göre en az beş önemli eylem alanı var: Eğitim ve bilimsel yenlikçilik. AB dünyada akademik araştırmaya en fazla para aktaran ekonomik güç. Fakat laboratuardan piyasaya geçişi ABD ve Japonya daha iyi beceriyor. Ayrıca halen 400bin bilimsel derece sahibi Avrupalı ABD’de çalışmakta. Yüksek eğitimde ise AB geride. Avrupa’da ulusal gelirin %1.1’i üniversitelere ayrılırken ABD’de bu oran %2.7, Kanada’da %2.5. İş dünyası da geride. Araştırma-geliştirmeyi teşvik eden mevzuat ortamı ve devlet-üniversite-şirket işbirliği Avrupa’da daha etkin olmak zorunda. Esnek iş piyasaları. Şirketlerin işgücünün daha ucuz olduğu ülkelere yatırım yapması Avrupa kamuoyunda korumacı dürtüleri tetikliyor. Halbuki yapısal reformlarını başaran, iş piyasaları esnekleşerek işe girme, çıkma, kısa süreli çalışma ve şirket kurma gibi konularda küresel rekabete uyum sağlayan Danimarka ve İngiltere gibi ülkelerde bu sorun büyümüyor. Dışarıya giden yatırımlar ülke ekonomisine kazanç olarak geri dönüyor. Kobilerin uluslararası açılımı.İçine dönük, sabit giderleriyle ve vergi daireleriyle boğuşan, bankalardan yüz bulamayan kobiler küresel rekabette ilerleyemez. Başta finansman kolaylıkları ve dış pazarlara |
|||||