|
|||||
|
|||||
10.08.2008 tarihli Business Week Türkiye dergisinde Selçuk PEHLİVANOĞLU’nun yazısını hiçbir yorum katmadan ve noktasına ve virgülüne dokunmadan siz değerli okurlarımın önemle dikkatine sunuyorum. Dünya Bankası ve TÜİK tarafından yapılan çalışmalarda, özel harcamalar da dikkate alındığında, Türkiye’de GSYİH’dan eğitime ayrılan pay yüzde 10,4 olarak hesaplanmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye eğitime önemli bir miktarda kaynak ayırmakta, ancak temel sorun, eğitime ayrılan kaynakların yanlış yönlendirilerek etkin ve verimli kullanılamamasıdır. Türkiye’de her yıl yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak orta öğretime ve yüksek öğretime geçiş sınavlarına hazırlık kapsamında adeta sektör içinde sektör haline gelmiş olan dershanelere harcanmaktadır. Bu büyüklükte bir harcamanın, bir kısmının bile okullarda eğitimin geliştirilmesi için kullanılması halinde sağlayacağı katkılar göz ardı edilemez. 1960 ile 2000 yılları arasında üretim, maliyet, kalite ve hız üstünlüğü gibi eğitimde ana rekabet etkenleri, 2000’li yıllarda yerini, çalışanların yaratıcılıkları ve bilgileri, yeni bilgilere ulaşabilme ve kullanabilmelerindeki hızları ve öğrenmenin bitmeyen bir süreç olarak algılanması gibi rakipler tarafından anlaşılabilmesi ve taklit edilebilmesi zor ve daha soyut etkenlere bırakmıştır. Dolayısıyla, eğitimin öncelikli işlevi, bilgi toplumunun gerekleri ile baş edebilmek için etkin ve değişime uyum sağlayacak bir şekilde hızlı ve nitelikli işgücü yetiştirmek olmalıdır. Bunun formülü, eğitimin hızı ve niteliğinin, bilgi toplumundaki değişim hızı ve gereklerine göre eşit veya daha büyük olmasından geçer. Demografik bir fırsat olarak görülen genç nüfusu ile övünen Türkiye’de; 2006 yılı itibarıyla işgücünün yüzde 66’sı, istihdamın yüzde 66,7’si ve işsizlerin yüzde 59,9’u lise altı eğitim seviyesindekiler ve okuma yazma bilmeyenlerden oluşmaktadır. Ne öğrenim, ne de iş hayatında yer almayan kadınların sayısı 2,2 milyon dolayındadır. Halen 15 yaş üzerinde okuma yazma bilmeyen 6,1 milyon kişi bulunmaktadır. İlköğretim çağında yaklaşık 1 milyon 142 bin çocuk eğitim hakkından yoksundur ve okula devam edenler de bilgi çağının gerektirdiği temel becerileri kazanamamaktadır. 2007 itibarıyla Türkiye 55 ülke arasında rekabet gücü sıralamasında 48. sırada yer almıştır. UNESCO tarafından eğitimin gelişimini ölçmek için hazırlanan “Herkes İçin Eğitim Gelişme Endeksi”nde Türkiye 125 ülke arasında 77. sırada yer almaktadır. PISA “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” araştırmasında öğrencilerin problem çözebilme başarılarına göre yapılan sıralamada Türkiye, katılan 40 ülke içinde son sıralarda yer almıştır. İşsizlik yüzde 10 seviyelerinin altına alınamamaktadır. Bu veriler aslında Türk gençliğinin ve dolayısıyla Türkiye’nin büyük resimde nerede yer aldığını açıkça göstermektedir. 2023 yılına gelindiğinde, nüfusun yüzde 70’i çalışma çağında olacaktır. Küçülen dünyada büyüyen eğitimsiz gençlik, gerekli önlemler hemen alınmazsa bir tehdide dönüşecektir. Eğitim açısından dünya ortalamalarına ulaşamadığımız düşünüldüğünde, eğitimin bireysel yönelimli ve kısa erimli uygulamalara bırakılamayacak ve ideolojik kazanımlar için bir araç olarak kullanılamayacak kadar önemli bir iş olduğunun artık farkına varılmalıdır. Eğitim konusunda ülkemizdeki ana sorun, kaynak yetersizliği değil, sürekli değişen politikalar ve kuvvetler kavgasıdır. Ancak tüm paydaşların katılımıyla oluşturulacak ulusal bir eğitim programı, Türkiye’yi rekabet gücü yüksek önder bir ülke yapacaktır. |
|||||