Merkezi Lüksemburg’ta bulunan Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) Avrupa Hukukunu yorumlamaktan sorumludur ve üye ülkelerden gelen 15 hâkimden oluşur. Avrupa Hukuku’nu uygulamasını gözetleme ve murakabe etme yetkisi de Avrupa Birliği Komisyonu’nundur.
Türkiye’nin AB ülkeleriyle imzaladığı 1963 tarihli Tam Üyeliğe Dönük Ön Üyelik Antlaşması (Ankara Antlaşması) ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol Avrupa Hukukunun bir parçasıdır. Bu nedenle akit taraflar, kurumlar, firmalar ve şahıslar arasında bir sorun çıktığı zaman bu sorunu çözmede yetkili olan kurum üye ülkelerin en yüksek ve en son yargı merci olan Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’dır.
ATAD verilen bu yetkiye dayanarak, Ortaklık Hukuku konusunda günümüze kadar 37 davaya bakmış ve sonuçlandırmıştır. Bunların sonuncusu da 20 Eylül 2007 tarihli karardır.
Mevcut durumu kötüleştirmeye dönük uygulamalar hakkında Avrupa Adalet Divanı 1964 yılından başlayarak, günümüze kadar (2007’ye kadar) 7 değişik karar vermiş bulunmaktadır. Tüm bu kararlarda ilişkilerde geriye dönmenin, kötüleştirmenin hukuken mümkün olmadığının altını çizmiştir. Bu alanda kötüleştirme yollarına başvuran ülkeleri de yargılayarak, suçlu bulmuştur.
Avrupa Adalet Divanı’nın bu alanda verdiği 7 karardan 3’ü Türkiye Cumhuriyeti’ne ve vatandaşlarına dönüktür. Bu üç kararında da Avrupa Adalet Divanı, aleyhine dava açılan ülkelerden olan Almanya ve İngiltere’yi yargılayıp suçlu bulmuştur.
Önümüzdeki 12-18 ay arasında bu konuda yeni bir karar daha bekliyoruz.
Hollanda da yaşayan Türk işçilerinin mevcut hukuki statülerini kötüleştirdiği için Şubat 2007’de Avrupa Komisyonu bu ülkeyi mahkemeye vermiştir. İlk kez Komisyon Türkiye söz konusu olduğunda kendiliğinden hareket etmiştir. Bu adımıyla da ilk kez adil ve hâkim olma görevini hatırlamıştır. Komisyon’un atmış olduğu bu doğru adımı yeni doğru adımların takip etmesini beklemekteyiz. Ancak bu yolla Türkiye’de doğru bir Avrupa bilincinin oluşması sağlanır.
Bu üç kararla da mevcut hakların kötüleştirilmesine set çekmek için Yüksek Yargı açıklayıcı ve belirleyici yorumlar getirmiştir. Uygulamada üye ülkelerin bu doğrultuda karar almasını beklemek ortak partnerliğin bir gereğidir. Hukukun üstünlüğünü Türkiye söz konusu olunca haklı olarak sürekli vurgulayan Avrupa Ülkeleri bu konuda ortaya koyacakları tutumla ne kadar samimi olup, olmadıklarını bize göstereceklerdir.
Eğer Avrupa üye ülkeleri hukukun üstünlüğüne gerekli saygıyı göstermezlerse, bu ülkelerde hukukun üstünlüğünü kabul ettirmek için Türk sivil toplum kuruluşları organize olmalı, davaları dosyalayarak, Avrupa Komisyonu’na sunmalıdırlar. Gerekirse dava açmalıdırlar. Zarar gören işverenlerimizin de tazminatlarının karşılanması için de tazminat davaları yürütülmelidir.
Bu şekilde bir çalışma yürütmek zorunda kaldığımızda önümüzde başarılı bir örnek olan İtalyan örneği vardır. İtalyan Hükümeti 1970’li yıllarda böyle bir durumla karşı karşıya kalınca, Patronati isimli özel bir teşkilat kurarak, “Nerede bir İtalyan vatandaşı varsa, İtalyan Devleti oradadır” sloganıyla hizmet sunmuştur. Bugün, 1500 avukatlık bürosuyla çalışmaktadır.
Bu uğraşımız sadece vizeyi kaldırmaya dönük sığ bir görüşü içermemektedir. Ana amacımız, Avrupa’ya da hukukun üstünlüğünü kabul ettirmek, vize yoluyla işverenlerimize uygulanan haksız rekabeti ortadan kaldırmak ve Türkiye’yi Avrupa’ya taşımada önemli ve büyük bir adımı atmaktır. Bir başka deyimle, meşru haklarımızı savunmak, almak, hayata geçirmektir. Unutulmamalıdır ki, meşru haklarını kullanamayanların yeni haklar alma şansı yoktur.
ATAD Kararlarına hiç bir üye ülkenin itiraz hakkı yoktur
Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) karar vermeden önce üye devletlerin konu ile ilgili görüşlerini alır ve kararını sonra verir. Bu karar tüm üye ülkeler için geriye dönüşsüz, itiraz hakki olmayan ve bağlayıcı karardır. TUM / DARI kararı da bu süreçlerden geçerek karara bağlanmıştır. Bu çerçevede, ATAD Kararlarıdiğer 26 devletin hukukunun üstünde olduğu gibi Alman Devleti’nin ulusal hukukunun da üstündedir. Bu nedenle, Federal Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan “Avrupa Toplulukları Adalet Divanı’nın “Tüm ve Darı Davası” ile ilgili “işyeri açma hakkı” konulu kararın Almanya’da uygulanmayacağı”açıklamasının hiçbir hukuki temeli yoktur.
Federal Dışişleri Bakanlığı, “Ankara Anlaşması Katma Protokolü’nün hayata geçirildiği 1973 yılında Almanya’nın çalışmak amacıyla Almanya’ya gelecek Türk’lere vize uyguladığı” açıklaması hatalıdır. Çünkü Almanya, Türk vatandaşlarının hizmet sunumu ve edinimi amaçlı seyahatlerine 1980 yılında vize koymuştur. Bizler,başta Almanya olmak üzere tüm AB ülkelerinin hukuku uygulayarak, hukukun üstünlüğü prensibine uymasını bekliyoruz.
Federal Almanya bu gibi yanıltıcı açıklamaları hep yapıyor
Federal Alman Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı yanıltıcı açıklamalara şu örnekleri sıralayabiliriz;
1. Federal Almanya Dışişleri BakanlığıATAD’ın ilk kararı olan 1990 tarihli, Hollanda’da açılmışSalih Zeki Sevince kararı karşısında da, “Bu karar Hollanda’yıbağlar, bizi bağlamaz” demişti.
2. 1992’de KUŞ kararı verilince; “Bu karar sadece Alman eşli Türk’leri bağlar”dedi.
3. 1994 tarihli Eroğlu kararında ise, ”Bu karar Türkiye’den gelen ve yaşları 21’ i geçen gençleri bağlamaz” dedi.
4. 1995 tarihli Bozkurt ve Tetik kararlarında, “Haftada 10 saat çalışan insanlar işçi sayılmazlar” şeklinde bir açıklamada bulundu.
5. 1996 tarihinde zamanın Çalışma Bakanı Nobert BLUM, Alman işverenlerinden Türk Pasaportlu TIRşoförlerinin işlerine son verilmesini istedi.
…Ve1980’den beri her yıl 10 binden fazla Türk’ü sınırdışı etti. Oysa, ATAD’ın Ömer Nazlı Kararı ile bunun da hukuki olmadığı ortaya çıktı. Buna rağmen, Almanya ulusal hukuka dayanarak Türk’leri sınır dışı etmek kriterinde AB normlarını kullanmamaya devam etmektedir. Bu uygulamalar büyük tepki görünce zamanın İçişleri Bakanı Otto Schily, 33 maddelik bir iç yönetmelik yayınlayarak memurlarından bu hukuksuzluğa son vermelerini istedi.
Ancak buna bir cümle eklemeyi unutmadı; ``Eğer Türk’ler itiraz ederler ise…”
Son olarak, 2000 tarihli AbdülnasırSavaş Kararı ve 2003 tarihli Abatay/Şahin Kararı çıkınca yine Federal İçişleri Bakanlığı bir iç yazı yayınlayarak mevcut haklarda kötüleştirme prensibine uyduğunu vurgulamakla beraber, şu yanlış yorumu da kamuoyu ile paylaşmıştır: ``Bu hak 1973’ten önce Almanya’ya gelen Türk’ler için geçerlidir ve vize uygulaması mevcut hakları kötüleştirilmesi anlamına gelmez``
|