|
|||||
|
|||||
TÜBİTAK’ın yayınladığı Bilim ve Teknik Dergisi’nin Mart 2007 sayısında Elif YILMAZ dünya nüfusunun geleceğine ayna tutmaya çalışmıştır. Bu yazısında Elif YILMAZ dünya nüfusunun 2050’de ulaşacağı dengelere dikkat çekmektedir. Birleşmiş Milletler Nüfus Dairesi’nin hesaplamalarına göre 2005 yılında dünya nüfusu 6.5 milyar ve yapılan öngörülere göre, 2050’de ise yeryüzünde yaşayan insan sayısı 9.1 milyar olacak. Yani milyonlarca yıl sonunda eriştiğimiz nüfus, sadece 50 yıl içinde %50 artacak.
Genel tabloya baktığımızda, 2050’ye gelindiğinde, toplam nüfusun yıllık artış oranının %0.38 olacağı öngörülüyor. Yoksul ülkelerde nüfus %0,4 oranında artacak, ancak zenginlerin nüfusu 20 yıl boyunca azalacak ve -%0.14’lük bir artış oranı gözlenecek. En gelişmiş 30 ülkenin nüfuslarının 2050’de bugünkünden daha az olacağı düşünülüyor. Örneğin, Japonya’nın %14, İtalya’nın %22 ve Rusya Federasyonu’nun %29 nüfus kaybı yaşayacağı tahmin ediliyor. Bunun tam tersine, yoksul ülkelerde nüfusun, 2050’de 7,7 milyara çıkacağı söyleniyor. Az gelişmiş ülkelerde doğum oranlarının 2030-2035’te beklenen düzeye inmesi bekleniyor. Ancak, kimi geri kalmış ülkelerde doğum oranlarının planlanandan yüksek olacağı düşünüldüğünde, 2050’de bir kadına düşen çocuk sayısının fazla olacağı öngörülüyor. Ayrıca, zengin ve yoksul ülkelerdeki ölüm oranlarının birbirlerine yaklaşacağı, aradaki farkın azalacağı söyleniyor. Ancak, bunun için az gelişmiş ülkelerdeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi şart. Tüm dünyada ortalama yaşam beklentisi 2000–2005 için 65,4 yaş olarak kabul edilirken, 2045-2050’de bu, 74,2’ye çıkacak. Elbette zengin ülkelerde bu yaş çoktan yakalandı ve geçildi bile. Bu ülkelerde 2000–2005 için 76 olan doğuşta yaşam beklentisi 82’ye çıkacak. Son yıllarda bilim adamları dünyanın “kalabalıklığı” konusunda daha öncekilerden farklı öngörülerde bulunmaya başladılar. Son veriler nüfus artış oranında genel olarak bir düşüş eğilimi göstermektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde doğurganlık oranının düşmesi, yetkililerce neredeyse tehlikeli olarak bile tanımlanmaya başlandı. Ekonomik yaşama aktif olarak katılabilir genç nüfus oranı gelişmiş ülkelerde her geçen yıl azalırken, nüfusun ağırlıklı olarak büyük oranını yaşlılar oluşturmaya başladı. Tabii ki bunun çok farklı etkileri olacak. Her şeyden önce, tüketim harcamalarını bugünkü düzeyde tutacak sayıda tüketici olmayacak. Ayrıca, çalışan işgücünde de belli bir oranda azalma olacak ve çalışan sayısı azalacağı için ücretler yükselecek. Ülkeleri korumak için daha az sayıda asker bulunacak ve bu ülkeler “saygınlık” kaybına uğrayacak. Bilimadamları bu veriler ışığında, nüfustaki küçük gediğin, ekonomide durgunluğa hatta ciddi ve büyük bir krize yol açabileceğini söylüyorlar. Ayrıca, yaşlı nüfus oranı arttıkça, emeklilerin de sayısı artacak. Ne var ki, işgücüne katılan nüfus artmadıkça, artan emekli nüfus için gereken prim miktarı da artacak. Bir başka deyişle, çalışan başına düşen emekli sayısında artış olacak. Bu durum da, gelişmiş ülkelerin emeklilik uygulamalarını ve sosyal güvenlik sistemlerini gözden geçirmelerine yol açıyor. Öte yandan, gelişmiş ülkeler için genç nüfusun azlığı kimi yararlar sağlamıyor da değil. Gelişmekte olan ülkelerde neredeyse nüfusun yarısını oluşturan 15 yaş altındaki çocuk ve gençler, gelişmiş ülkelerde nüfusun %20’sinden azını oluşturacak. Genç nüfusun azlığı ise, her şeyden önce eğitim ve diğer destekler için daha az kaynak harcanacağı anlamına geliyor. Bunun yanı sıra, suça yatkınlığın 15–30 yaş arasında en yaygın biçimde görüldüğü düşünülürse, suç oranının da düşük olacağı söylenebilir. “Büyümeyen” nüfusun bir diğer üstünlüğü ise, yol, bina, okul gibi altyapı gereksiniminin daha az olması ve yeni iş alanları açılması için daha az baskı hissedilmesi biçiminde sıralanabilir. Başa çıkılması gereken sorunlar dışında, gelişmiş ülkelerin nüfuslarındaki bu azalma eğiliminin dünyanın geri kalanına faydası büyük. Hızlı nüfus artışının, doğal yaşam alanlarının kaybı, kirlilik ve yüksek düzeyde enerji tüketimi anlamına geldiğini biliyoruz. Bu da, Avrupa ve Asya gibi nüfus yoğunluğu yüksek yerler için daha fazla sorun yaratıyor. Örneğin, dünya nüfusunun sadece %4,6’sını barındırdığı halde ABD, doğal kaynakların %25’ini kullanıyor ve toplam çöp ve atığın %25-30’unu üretiyor. Ortalama bir Amerikalı, ortalama bir Hintli’ye oranla 50 kat daha fazla çelik, 56 kat enerji, 170 kat yapay kauçuk ve kâğıt, 300 kat da fazla plastik tüketiyor. Her Amerikalı, 5 Kenyalı’nın tükettiği kadar tahıl, 35 Hintli, 150 Bangladeşli ya da 500 Etiyopyalı kadar da enerji tüketiyor. Bu da, gelişmiş ülkelerde nüfus ne kadar az olursa doğal kaynak tüketiminin, biyoçeşitlilik kaybının, kirliliğin ve zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun o kadar az olacağı anlamına gelebilir. Aslına bakarsak, nüfusun hiç durmadan artacağını düşünmek biraz hayalcilik olurdu. Eğer kaynakları kısıtlı olan bu gezegen üzerinde uygarlığımızın sürmesini istiyorsak, eninde sonunda insanoğlu nüfusunu azaltma eğilimi gösterecekti. Stanford Üniversitesi’nden bir grup araştırmacının yaptığı bir araştırmada, dünyanın kaldırabileceği en uygun nüfus miktarı hesaplanmış. Çağdaş yaşamın gereklerinin yerine getirildiği, yüksek verimlilikte enerji sistemlerinin ve kaynakların kullanıldığı ve zenginle yoksul arasındaki uçurum kapanmaya başladığı bir toplum düşünüldüğünde, bu koşullar altında ancak 2 milyar kişinin rahat rahat yaşayabileceğini hesaplamışlar. Bugünkü nüfusumuzun üçte biri. Türkiye’ye gelince, 2000 sayımına göre 67,8 milyon kişiyiz. 2005 tahminlerine göre 73 milyonu bulduk. 1927’den bugüne nüfusumuz 5 kat artmış. Ancak, dünyadaki yaygın eğilime uygun olarak nüfus artış hızı bizde de son 15 yıldır azalma gösteriyor. Bununla birlikte, Birleşmiş Milletler’in yaptığı çalışmalara göre, 2025’te nüfusumuz 90,5, 2050 de ise 100 milyon sınırını aşıp 101,2 milyona çıkacak. Nüfus artış hızımız 2005–2010 1.29 iken bu oran 2045-2050’de 0,2 olacak. Nüfus artış hızımız düşerken, doğuşta yaşam beklentimiz artıyor. 1950-1955’te bir kişinin ortalama ömrü yaklaşık 43,6 yıl iken, 2000’lere geldiğimizde 68’e çıkmış, 2045–2050 için yapılan öngörülerde ise, ülkemiz için doğuşta yaşam beklentisi 77,7’ye çıkıyor. Artık eskisi gibi genç nüfusa sahip bir ülke olmaktan çıkıyoruz. Bunun olası sonuçlarının başında yaşlı nüfusa yönelik sağlık ve sigorta hizmetlerinin yeniden yapılandırılması ya da gözden geçirilmesi geliyor. Genç nüfusun artış hızının düşmüş olması ise, eğitimde daha çok nicelikle ilgilenme döneminin bittiğini ve artık niteliğe de gereken önemin verilebileceğinin bir göstergesi. Nüfus artış verilerine göre, bundan sonra ilköğretime başlayacak çocuk sayısında geçmişe oranla bir artış olmayacağı için, eldeki mevcut okulların iyileştirilmesi ve eğitim kalitesinin yükseltilmesi başlıca hedef haline gelebilir. |
|||||