|
|||||
|
|||||
Kim ne derse desin. 1950’li ve 1960’lı yıllardaki finansal ve ekonomik istikrarı aramamak mümkün değil. Hele bugünkü devasa çöküşleri gördükten ve ülkelerin finansal kurumları kurtarmak için bu kurumlara akıttıkları milyarlarca doların yarattığı sıkıntıları gördükten sonra. O yıllarda yaşanan istikrarın temelinde 1944 yılında kurulan bir çeşit altın standardı olan Bretton Woods sistemi yatıyordu. Tabii ki bu sistem; altın standardına kıyasla daha esnek, zaman zaman kurların ayarlanmasına izin veren bir sistemdi. Bu sistemde kur ve faiz riski yoktu. Finansal kurumlar ne bu kadar büyüktü ne de bugünkü kadar çok finansal ürün vardı. Ticaret ve yatırım bankacılığı birbirinden ayrıydı. Finansal gelişmeler yavaştı ve kurallar oldukça sertti. Reel ve finansal kesim iç içe yaşamak durumundaydı ve genelde herkes kendi işine konsantre olmuştu. Ama kapitalizmin doğasında olan kriz yine gelip çattı. Başta ABD olmak üzere ülkeler altın karşılığı para basma yerine Hazine finansmanı için para basmaya başladı ve enflasyon devreye girdi. İlk çöküş işaretleri 1970’li yılların başında İngiltere’den geldi. Ev fiyatları çökmeye başlamıştı. Enflasyon nedeniyle rekabet gücü düşen bu nedenle sanayisi çökme noktasına gelen İngiltere sistemi ilk terk eden oldu. Daha sonra da Bretton Woods sistemi tamamen çöktü. Dalgalı kur sistemi artık yeni tercihti. Bu sistem faiz ve kur riskini de beraberinde getirdi. Daha önce fiziki mallar üzerine varolan türev (vadeli) sözleşmeler (forward, futures, options, swap), Finansal ürünler için de yapılmaya başladı. Aslında 1970’li yılların başından itibaren bakıldığında göreli istikrarın yerini istikrarsızlığa bıraktığı görülecek. Bunun nedeni ise finansal piyasaların ulaştığı devasa boyutlar. Artık finansal ürünler eskisine kıyasla çok çeşitli, karmaşık ve kaldıraç etkisi ile büyük tutarlara ulaşmış durumda. 1970’li yılların başından itibaren ortaya çıkan finansal krizlerin temelinde de; zamanla değeri hızla çökebilen menkul kıymetlere ve benzeri ürünlere yapılan aşırı yatırımlar yatıyor. Para sisteminin çöküşü ile birlikte ortaya çıkan kriz sonucu; İngiltere Merkez Bankası 1970’li yılların başındaki çöküşte 30 bankayı kurtarıyor. Bu işin teorisyeni ise 19. yüzyılda The Economist Dergisinin editörü olan Walter Bagehot. Bagehot, Merkez Bankalarının asla önemli bankaların batışına izin vermemesi gerektiğini savunmuş ancak bankacıların “bir şey olursa nasılsa kurtaracaklar” gibi bir “ahlaki riziko” olasılığına karşı kurtarma operasyonlarında “cezai bir fiyat” uygulanması gerektiğini belirtmişti. Bankalar kurtarıldıkça istikrar yeniden sağlanıyordu. Bu görüş uzun yıllar uygulandı. Bir anlamda Merkez Bankaları bu teori doğrultusunda hareket etti. Tabii ki Almanya’da 1974 yılında Herstatt Bank’ın sonu böyle olmadı. Yani her zaman teori işlemedi. Günümüzde ise bu teoriye uygun hareket etmek bir hayli zor ve maliyetli.Çünkü bankalar ve finansal kesim o kadar büyüdü ki bazı bankaların varlıklarının değeri o ülkenin yıllık Milli Gelirinin birkaç katını aşıyor. Kurtarma operasyonları da kamuya büyük yükler getiriyor. Bugün dünyada kriz etkisini azalttı, artık toparlanma başladı derken başka bir gerçek ile karşı karşıyayız: Devasa boyutlara ulaşan kamu borçları… ABD, İngiltere, Japonya, İtalya, Belçika, Yunanistan gibi birçok ülkenin kamu borcu Milli Gelirini aşmış durumda. Kurtarmalar nedeniyle hızla bozulan kamu dengeleri ve devasa boyuttaki borçların nasıl kontrol edileceği ise büyük sorun ve şimdilik de çözümsüz. Kriz artık bitti diyenlere duyurulur… |
|||||