|
|||||
|
|||||
TÜGİAD bu sene 30 yaşında… Üyelerinin yaş ortalamasından daha genç bir dernek olması çok anlamlı…. TÜGİAD kurulduğunda nasıl bir dünyada yaşadığımızı ve bugün nelerin nasıl değiştiğini düşününce işte birazdan okuyacağınız satırlar ortaya çıktı…. 30 yılda nereden nereye geldiğimizi analiz edersek; 30 yıl sonra nasıl hayal edemediğimiz bir yaşama sahip olacağımızı daha iyi göreceğiz. Tam tamına 30 yıl önce; yani 1986 yılında gündelik yaşantımızda telefon vardı; evlerde yeni yeni yayılmaya başlamıştı. İstanbul gibi bazı yerlerde telefon hatları sınırlı olduğu için yüksek hava paraları, devir paralarıyla telefon hatları alınıp satılıyordu. Telefonla şehirler arası ya da ülkeler arası görüşme yapmak saatler süren bir sabırlı beklemeyi gerektiriyordu… İletişimde rahmetli Turgut Özal’ın açtığı yolda ilerleyen Türk Telekom dünya çapında bir başarıya imza attı. Ancak 1990’lardan itibaren iletişimdeki üstünlüğümüzü göreli olarak kaybettiğimizi söylemek yanıltıcı olmaz sanırım. Ki halen aslında dünya genelinde çok iyi durumdayız… Ulaşımda trenler, otobüsler ve otomobiller vardı elbette; ama Ankara-İstanbul arasını şanslıysanız 6-7 saatte, trenle de 10-12 saatte kat edebiliyordunuz. Bugün Ankara İstanbul arasını 45 dakika ile 5 saat arasında kat etmek mümkün… Bilgisayarı Uzay Yolu gibi bir iki filmde görmüşlüğümüz vardı. Bugün cep telefonumuzun kapasitesinden çok daha düşük bir bilgisayarın ODTÜ’de olduğu ve kocaman bir oda büyüklüğünde olduğu söylenirdi… 2 kutuplu bir dünya, SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) diye bir gerçek vardı. Bugün Rusya ile kritik yakınlaşma yaşayan Türkiye’de o yıllarda “Komünistler Moskova’ya” diye sloganlar atılırdı. Ne zaman ki Ruslar ülkemize gelmeye başladı o kadar da kötü olmadıklarını anladık. Bugün Türkiye’de ve Rusya’da (karşılıklı) çok ciddi bir Slav-Türk ırkı oluştu ve bu Türk/Rus çocuklar giderek büyüyor ve çoğalıyorlar… Bir yerden bir yere posta göndermek 3-10 gün sürüyordu. Bugün verdiğimiz paket yarın hedefinde… Sadece 1 tane tv kanalımız vardı; TRT’nin uzun ve kısa dalda radyoları ve polis radyosu… Plaklar çalardık pikaplarda; kasetçiler şarkı listeleri hazırlardı ve kaset doldurup satın alırdık… Şimdi kasetçiler oldu itunes… 30 yıl önce bazı meslekler vardı, bugün yok; bugün muteber olan pek çok meslek ise 30 yıl önce asla bilinmiyordu… 30 yılda ekonomik tablo nasıl değişti ? 30 yıllık süreçte Türkiye ekonomisinin analizini yapacak olursak 1994 ve 2001 krizlerinde iki derin darbe yiyen ekonomi, özellikle 2001’den itibaren Kemal Derviş’in liderliğindeki uygulamalarda ciddi bir toparlanma gösterdi. AK Parti iktidarının da bu süreci istikrarlı bir şekilde uygulamasıyla ekonomide önemli bir dönüşüm yaşandı. Önce rakamlara bir bakalım… 40 yıl önce 50 milyon kişiyken yüzde 50’nin üzerinde artışla bugün 77 milyon kişi olduk… Ki buna ülkemize bir şekilde göz etmiş mülteciler, kaçak ikamet edenler dahil değil… 1986 yılında % 6,8 oranında büyüyen ekonomimiz son çeyrekte % 1,8 küçülürken 2016 tahminleri % 1,7‘lere revize ediliyor… 1986 yılında % 30,67 olan enflasyon bugün % 8,20’lere düşerken kamu borçlanma faizi % 37’den % 8,50’lere geriledi. İşsizlik rakamları ise tam tersi bir ivme gösteriyor. 1986 yılında % 8,3 olan işsizlik oranı % 30 artarak bugün % 11,3’lere yükseldi. Nüfus artışını da dikkate aldığımızda 4 milyon 150 bin kişi 1986 yılında işsizken bugün bu sayı yüzde yüzün üzerinde artışla 8 milyon 760 bine yükselmiş durumda… Rakamları okuduğumuzda, reel sektöre bağlı olmayan, kalkınmadan büyüme modelinin ne kadar yanıltıcı olduğunu görüyoruz. Türkiye ekonomisinde büyüme rakamlarında özel sektör yatırımlarının payı ne kadar artarsa; tüketim/tasarruf dengesinin payı ne kadar tasarruf ve yatırım lehine bozulursa büyüme rakamları da o kadar kaliteli olacaktır. Niteliksiz büyüme yapısal sorunlarımızla birleşince giderek bozulan bir tablo da kaçınılmaz oluyor. Aslında cari açığın başarıyla azaltılması ve bütçe istikrarının sağlanması çok değerli bir veri… Bütçe açığının GSMH’ya oranı 1986’dan 2016’ya % 3,1’den – (eksi) 1,8 gibi başarılı bir orana gerilemiş durumda. Toplam borcumuzun GSMH’ya oranı % 81,7’lerden %27,5’lere gerilemiş durumda ki bu veriler gerçekten sevindirici… Tablo böyle olunca 30 yıl sonrası için projeksiyon yapınca iyimser olmak zorlaşıyor. Nüfusun 110 milyonu aşması şaşırtıcı olmayacak. İşsizlik oranlarını korumamız halinde 12,5 milyon işsizimiz olması kaçınılmaz… Dolayısıyla eğitim ve üretim için daha fazla yatırım yapmamız gerekiyor. Tabi ortalama insan ömrünün uzamasıyla beraber daha yaşlı bir toplum olmanın getireceği yeni dengeler olacak. Kesin olan şey şu ki; bu kadar çok insanın ihtiyaçlarını karşılamak için mevcut koşullarımıza yeterli olmayacağı için çok farklı bir sistem ve yapısal dönüşüm geçirmemiz kaçınılmaz… Bu arada üreten nüfus ile üretemeyen nüfus arasında da kırılma yaşanması söz konusu olacak. 30 yıl sonra nasıl bir hayatımız olacak? 30 yıl önce TÜGİAD’ın kurulduğu yıldaki iletişim; yani bilginin üretildiği kaynaktan tüketildiği kaynağa iletim hızını dikkate aldığımızda geldiğimiz noktayı iyi analiz edelim… 30 yıl sonra nasıl bir dünyada yaşayacağımızı düşünüyoruz? 1970’li yıllarda 2000 yılını hayal ederdim. Tam 35 yaşında olacağımı hesaplıyordum ve kendim için 2000 yılında ne yapacağımı kurguladığımda “evleneceğim” dedim; 2000 yılında evlendim… Hayal etmeye çalışıyorum… 30 yıl sonrayı… Eğer kaza, deprem gibi şeyler olmazsa gayet sağlıklı biri olarak yaşayacağımı düşünüyorum… Çünkü geldiğimiz noktada sağlık teknolojisi ve endüstrisi ortalama insan ömrünü uzattı…. Ortalama insan ömrünün 100 yıl sınırına yaklaşması kaçınılmaz…. Demek ki bugün 60-65 yaş olan emeklilik yaşı 70’li yaşlara çıkacak… Yeryüzündeki insan nüfusunun 4 milyardan 8 milyara yükseldiğini düşünürsek 16 milyar olması şaşırtıcı olmaz; ama bu süreçte acı şeyler yaşayacağız ve benim tahminim popülasyonun 12-13 milyara yükselmesi… Sınırlı bilgi ve birikimini kendisinden sonraki nesle aktarıp 40-60 yaş arası bu dünyadan kopan insanlık bugün 70’li yaşlarına kadar profesyonel iş yaşamı içinde birikimini değerlendirmeye devam ediyor. O zaman ihtiyaçlar, sorunlar bu çerçevede değişim geçirecek diyebiliriz kolaylıkla… Kentlerimiz gerçekten çok değişecek. Sürücüsüz ve uçan otomobiller fantezi olmaktan çıkacak. Bu da kentleşmeyi etkileyecek. Yüzlerce metre yüksekliğindeki kulelerin tepelerinde kurulu koloniler halinde yaşayacağız. Her kulede 10 binden fazla insanın yaşayacak olması hem o kulelerin inşaasında kullanılacak materyali hem de işletmesi sürecinde yepyeni hizmet alanlarını gündeme getirecek. Bugünkü pilotlar taksi şoförü olacak ve Jetgiller çizgi filmindeki hayat artık gerçek olacak. İnsanlar daha fazla evden çalışacaklar. Özellikle kirli endüstriler için uzayda üretim kolonileri oluşturulacak. Ay, Mars, Jüpiter gibi gezegenlere ulaşım önümüzdeki 30 yılda sorun olmaktan çıkacak. Nesnelerin interneti, yapay zeka, Sanayi 4.0 gibi parçaları birleştirdiğimizde, 12-16 milyara yaklaşan ve ortalama ömrü 100 yıla ulaşan insanları nasıl bir yaşamın beklediğini öngörebiliriz. 30 yıl sonrasını hayal edecek isek gerçekçi olmaya hakkımız yok... Zira bugün gerçek olan şeylerin çoğunu 30 yıl önce filmlerde bile hayal edemiyorduk… 30 yıl sonrasının bugün hayal ettiğimizin ve edebileceğimizin çok ötesinde olacağını söyleyebilirim… Peki dünyanın doğal yaşamı…. Yani nefes alıp verirken kullandığımız hava, içmek sorunda olduğumuz su, beslenmek için tüketmek zorunda olduğumuz gıdaların yetiştiği toprak?.. Ne yazık ki kirlettiğimiz hava, su ve toprak yüzünden dünyanın pek çok yerinde çok fazla ölümler yaşayacağız… 1.000 metre ve üzerinde kurulu kulelerde yaşayacak olan insanlar ancak o yükseklikte temiz hava soluyabilecekler. Atmosferi temizlemek üzere teknoloji geliştirip dünyadaki yaşam için bir reanimasyon programı uygulayacağız… Bugün olmayan meslekler doğacak… Kulelerdeki su ihtiyacı denizlerden çekilen suların ve atık suların arıtılması ile karşılanacak. Hatta belki de bulutlardaki suyu doğrudan kullanacak teknolojiler gelişecek. Toprak tarımı yerine toprağın yerini tutan maddeler kullanılarak tarım yapılacak. Hayvansal gıda için 2000 metre irtifa üzerinde yaşayabilen hayvanların beslenme zincirindeki payının artacağını öngörebiliriz. Kirlettiğimiz dünyanın bazı alanlarının yeniden doğal amacına uygun kullanımı için ne kadar zamana ihtiyacımız olacak bunu kestirmek güç ama bunu başaracağız; çünkü torunlarımızın yaşama tutunma dürtüsü bunu başarmalarını sağlayacak. Verimli su kaynakları ve tarım alanlarının değeri o kadar yüksek olacak ki, doğal bir tavuk yumurtası çeyrek altın değerinde olacak; çünkü çeyrek altın bizim yaşamamızı sağlayacak proteini içermez. Varlıklı ve eğitimli insanlar geleceğin ekonomik ve toplumsal sistemindeki konumlarına uygun olarak kulelerdeki kolonilerde yaşarken; yoksullar ve sistemin dışladığı insanlar yüzeydeki kötünün iyisi diyebileceğimiz bölgelerde yaşamlarını sürdürmeye çalışacaklar. İnsan vücudu 3.000 metre ve üzerindeki irtifada yaşama alışacak ve deniz seviyesi göreli olarak yükseleceği için bugün milyarlarca insanın yaşadığı kıyı kentleri artık yaşam alanı olmaktan çıkacak. Karbon fiber olarak günümüzde başlayan teknoloji, gelecekteki yüksek kule kolonilerin inşaatında kullanılacak malzemelerin geliştirilmesini sağlayacak. Tıpta uzaktan hekimlik ve basit müdahaleler mümkün olacak. Demokrasi nasıl olacak? Düşünsenize evinizde oturuyorsunuz ve size sistemden bir soru geliyor: “Su kaynaklarının temizlenmesi için 36 milyar X para gerekiyor. Bu bütçeyi onaylıyor musunuz?” Yani artık milleti temsilen/vekaleten kimsenin birbirini yemesi gerekmiyor. Ülkeleri temsilen senatörlerin oluşturduğu bir küresel kongre bazı ortak kararları alıyor. Avrupa Birliği dağılıyor ve Birleşmiş Milletler değişiyor, yerine bu karar mekanizması kuruluyor. Yukarıda yazdıklarımı ve yazmadıklarımı “hata yaparak” mantık filtresinden geçirmeye çalıştım. Aslında yazdıklarımın çok daha ötesini kurgulayabiliriz ama sahip olduğumuz bilgiler ve deneyim bizi sınırlıyor. Bazen eğitim gerçek bir pranga halini alabiliyor. Hayal kurmak zorundayız, sınırları zorlamak zorundayız. Gelecek, yani 30 yıl sonrası 50 yıl 100 yıl sonrası bizim hayal edemeyeceğimiz o kadar çok şeye sahip olacak ki; şimdiden gelecekteki hayal bile edemeyeceklerimizi kurgulamaya başlamakta yarar var…. |
|||||