|
|||||
|
|||||
Küresel borsa Ocak 2134`te çatırdamaya başladı. Ortada yaklaşan bir krize ilişkin tahminler dolaşıyordu. Dünyaya ve güneş sistemine dağılmış kolonilerde yaşayan insanların çoğu için böyle bir kriz anlayabileceklerinin çok ötesindeydi. Ne de olsa dünya ekonomisi son iki yılı önceki ikiyüz yılla kıyaslanamayacak ölçüde olmak üzere dokuz yılı aşkın bir süredir büyümekteydi...” Arthur C. CLARKE’ın “Rama” isimli romanının giriş bölümünden alınma bir paragraf. İlginçtir, yaklaşık 25 yıl önce kaleme alındığında o günden 150 yıl sonrasını anlatan bu eser, sanki bugünü anlatıyor.
Nereden mi çıktı bu büyük kriz senaryosu? Çünkü ekonomistlerin kötümser olanları hem Türkiye’de hem de dünyada risk oldu-ğundan söz eder oldular son günlerde…
Kasvetli havalar Enflasyon düşüyor, faizler geriliyor, sanayi üretimi hızlanıyor, bankacılık sistemi yıllardır düşlediği istikrar ortamında ürün farklılaş-tırmanın tadını çıkarıyor… Ekonomide işler yolunda gidiyor... Ancak içten içe bastıran bir kasvet var. Özellikle üreten, ürettiğini satan, sattığını yatırıma dönüştürmeyi düşleyen kesimin içinde bulunduğu kasvetli bir hava bu. Nitekim ekonomistlerin kötümserleri de “sinyallerden” bahsedi-yorlar. İki ayrı sinyal yanıp yanıp sönüyor durmadan. “Kıyamet tefrikası” olarak sunulan ve petrol-nükleer krizlerini içine alan uluslararası senaryo bir yanda, içeride gün geçtikçe artan döviz açığı ve biraz da bu yüzden tetiklenen sürdürülebilir makro-büyüme sıkıntıları diğer yanda. Büyüme ve iç dinamikler Önce iç riskler. Ekonomik büyümenin finansmanı içeriden değil de bugün olduğu gibi dışarıdan sağlandığı sürece büyü-menin sürdürülebilirliği bir tartışma olmak-tan çıkar, gerçekleşmesi zor bir sürece girer. Yani büyümemiz durur. İlk risk bu. Büyümek için hammadde, ara mal, makine, teknoloji, AR-GE ithal edip son mamulü sınırlarımız dışına satmaya devam ettiğimiz sürece dış ticaret açığımız büyür. Tıpkı bugün olduğu gibi bizim gibi ülkeler için devasa olarak nitelendirilebilecek dış ticaret açıkları vermeye devam ederiz ve bir süre sonra bu yük taşınamaz hale gelir. İşte bu, büyük bir risk olarak addediliyor risk senaristi çoğu ekonomist tarafından… Konuya biraz farklı taraftan bakalım. Kore Modeli olarak da bilinen, “İçerideki üreticiyi açık açık destekle, o üretici uluslararası ticarete konu olan mallarını sıkıntısız üretsin, satsın, ülkeye döviz kazandırsın modeli” bir öneri olabilir. AB’ye entegre Türkiye’de Gümrük Birliği şartları altında bu yöntemin uygulanamazlığı aşikar. Ama çıkar yol yok mu, elbette var. Gümrük Birliği ile ihtilaf yaratacak türden tedbirleri hayata geçirmek mümkün değil, ama sanayicinin yıllardır yana yakıla istediği enerji desteğinin gerçekleşmesi durumunda bu soruna çözüm yolunda ilk adım da atılmış olur. Ve büyümeyi iç dinamikleri hayata geçirmek yoluyla sürdürebilir hale getirmek için böylelikle yola çıkılmış olur. Çözüm eski bir yöntem Sanayici özellikle enerji indirimini yıllardır talep ediyor. Bugüne kadar bu talebe yanıt verilmesi hiç de kolay değildi, ama bugünden sonra kolay. Çünkü artık Hazine’nin eli bugüne dek olmadığı kadar rahat. Hazine bugün faizleri düşürerek, daha da önemlisi vadeleri uzatarak, eskiden olduğu gibi üç ay, altı ay değil, iki yıl sonrasının borçlanma takvimini planlamaya başladı. Demek ki bugün yapılan Hazine borçlanma ihaleleri 2008’in hatta 2009’un borçlanma takvimini oluşturuyor. Ve tabii bu durum Hazine’nin elini rahatlatıyor. Artık kamu idaresi en azından orta vadede borçlanma riskini üzerinden atmış görünüyor. Kamunun borçlanma tarafında elinin nispeten rahat olmasının pek çok anlamından biri Hazine’nin artık daha kolay faiz dışı fazla verebileceği gerçeği. Şimdi dönelim enerji maliyetlerinde indirime gidilmesi durumunda büyümenin iç dinamiklerle karşılanabileceği önerisine. Bugün elimizde en azından 2008’e kadar borçlanmasını planlamış ve dolayısıyla faiz dışı fazlayı daha rahat verebilen likit sahibi olmaya aday bir Hazine var. O zaman, büyümeyi sürdürülebilir kılmak adına bu fazla likidi sanayi teşviki olarak kullanmak neden yanlış olsun? Bu yolla bu riski ortadan kaldırmış olmaz mıyız? Aksi yönde hareket etmeye devam edip dış piyasaya bağlı büyümeye devam edersek gün gelip sürdürülebilir büyümemizi cari açık riski yüzünden sıkıntıya sokmaz mıyız? Kıyamet tefrikası İki risk var diye başladık. Diğer risk ile bitirelim. Dünya bugün İran krizini, olası bir yeni petrol şokunu ve küresel ısınma ile ilgili felaket senaryolarını konuşuyor. Türkiye ve dünya… Gezegenin bir ülkesindeyiz. İçeride risklerimiz kadar dışarıda risklerimizi de yakından izlemek ve gelecek stratejimizi çizerken dikkatimizi ülkenin değil gezegenin gerçekleri üzerine kurgulamak zorundayız. Hoşuma giden bir örnek olduğu için alıntılıyorum, “Kıyametin Tefrikası”nı aynı adlı yazısında şu cümleyle anlatmış Ömer MADRA, “ABD Enerji Bakanlığı’nın 2005 Temmuz tarihli tahminine göre dünya çapında karbondioksit salımları 2002’den 2025’e kadar, neredeyse yüzde 60 artmış olacak! 15 milyar ton CO2 tutarındaki bu akıl almaz artışın neredeyse tamamı petrol, doğal gaz ve kömür tüketiminden kaynaklanacak! ‘Eğer bu tahmin doğru çıkarsa’ diyor Hampshire College Barış ve Dünya Güvenliği Araştırmaları Merkezi öğretim üyesi Profesör Michael KLARE, ‘o zaman dünya muhtemelen eşiği geçmiş olacak: Yani, dünyanın önemli ölçüde ısınmasının, deniz seviyelerinde hatırı sayılır bir yükselmenin ve bütün bunlardan doğacak çevre yıkımının önünü almayı mümkün kılacak eşik aşılmış olacak.’ Profesör KLARE 2025’e işaret ediyor, Arthur CLARKE ise 2134’e. Bugün dünya ekonomisi de tıpkı Türkiye ekonomisi gibi hızla büyüyor. Büyümenin önünde Türkiye için iç dinamikleri hayata geçirmek gerekliliği, dünya için ise çevre ve enerjiye sahip çıkma gerekliliği var. Yoksa 2134 erken gelecek gibi görünüyor. |
|||||