|
|||||
|
|||||
Zimbabwe hiperenflasyon cehennemine girdi. Bu ülkedeki enflasyon, hiperenflasyon eşiği olan ayda % 50’nin üzerinde eşiğinin üzerine çıkmış durumda. Zimbabwe’nin bu sıkıntılı durumundan bahsedenler mutlaka aylık enflasyonun %32.400’e kadar çıktığı 1922-23 yıllarının Weimar Almanya’sına gönderme yapıyorlar. Aslında Weimar’a atıfta bulunulması biraz ilginç, çünkü dünyadaki en yüksek aylık hiperenflasyon 1946 yılında Macaristan’da kaydedilmişti ve Weimar Almanya’sındakine göre 12 kat daha yüksekti. Pek çok ekonomik ve finansal verilerde olduğu gibi, Macarların bu yüksek enflasyonu George ORWELL’ın “hafıza boşluğu” dediği yerde kayboldu.
Bu bana, sık tekrarlanan Weimar hikayesine göre çok daha yıkıcı bakla bir hiperenflasyonu hatırlattı. Bu hiperenflasyon 1990’larda Yugoslavya’da gerçekleşti ve kayıtlara girmemiş gibi görünüyor, ama ben kaydettim. 1999-Haziran 1991 arasında Yugoslavya Cumhurbaşkanı Vekili’nin danışmanı olarak çalışırken, gelen fırtınayı haber verdim ve gelişen olayları şaşkınlık duymadan kaydettim. Peki ne oldu? Yugoslavya’nın 1971 ile 1991 arasında yıllık enflasyon oranı % 76 idi. Bu korkunç performansın üzerine yalnızca Zaire ve Brezilya çıkıyordu ve Türkiye, % 40.9’la, dünyanın en yüksek enflasyonlu ülkeler sıralamasına yedinci sıradaydı ve Yugoslavya’dan çok da geride değildi. 7 Ocak 1991’de Başbakan Ante MİRKOVİÇ’in federal hükümeti, Slobodan MİLOSEVİÇ’in kontrolündeki Sırp Parlamentosu’nun Sırp Ulusal Bankası’na (bölgesel bir merkez bankası) MİLOSEVİÇ’in arkadaşlarına 1,4 milyar dolar kredi vermesi için gizli bir emir verdiğini keşfetti. Bu yasadışı yağma, Yugoslavya Ulusal Bankası’nın 1991 yılında dolaşıma sokmayı planladığı yeni para miktarının yarısından fazlasına denk düşüyordu. Bu soygun MARKOVIC hükümetinin ekonomik reform planlarını sekteye uğrattı ve Hırvat ve Sloven liderlerin Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti’nden ayrılma kararlılıklarını arttırdı. Hırvatları ve Slovenleri soyamayan MİLOSEVİÇ intikamını kendi halkında aldı. Ocak 1992’den itibaren, Yugoslavya’dan geriye ne kaldıysa dünya tarihinin ikinci en yüksek ve ikinci en uzun hiperenflasyonunu yaşadı. Hiperenflasyon Ocak 1994’de resmi rakamlarla aylık yüzde 313 milyonla tepeye vurdu; bu Weimar hiperenflasyonundan daha yüksek, ama Macaristan’da yaşanandan çok daha düşüktü. Yugoslav hiperenflasyonu, Sovyetler’de 1920’lerin başında yaşanan hiperenflasyondan yalnızca iki ay daha kısa, yani dört ay sürdü. Sonuçları ise çok yıkıcı oldu. MİLOSEVİÇ’in para politikası, NATO’nun 1999’daki müdahalesinden çok önce ülke ekonomisini zaten yok etmişti. Ekonomiyi enkaz haline getir, sonra da bir savaş başlat; eski bir iktidar koruma manevrası. Bu 24 aylık hiperenflasyon döneminde, kişi başına gelir % 50’den fazla düştü. Sıradan insanlar nakit tasarruflarını tüketmek zorunda kaldılar. İnsanlar piyasadan yiyecek satın alamıyorlardı; düzensiz bir şekilde tedarik edilen düşük kaliteli temel gıda maddelerini alabilmek için devlet mağazalarında uzun kuyruklarda bekleyerek veya kırsal bölgede yaşayan akrabalarından destek alarak açlıktan ölmekten kurtuldular. Belgrad’daki tüm benzin istasyonları, yabancılara ve diplomatik personele satış yapan bir istasyon dışında uzun süre kapalı kaldı. İnsanlar ayrıca neredeyse hiç değeri olmayan deste deste dinarı tek bir Alman markı veya ABD doları ile değiştirebilmek için döviz karaborsasında haddinden fazla zaman harcadılar. Güç durumdaki tüm devlet başkanlarının yaptığı gibi, MİLOSEVİÇ de dış güçlerin kurbanı olduklarını iddia etti. Hiperenflasyonun ve neden olduğu güçlüklerin Birleşmiş Milletler’in Mayıs 1992 ve Nisan 1993’teki ambargo kararlarından kaynaklandığını anlattı. Gerçekte olan şey ise, MİLOSEVİÇ’in savaş makinesini finanse edebilmek için para makinesini aşırı çalıştırmasıydı. Yugoslavya bütçesinin % 80’inden fazlası ordu ve polise tahsis edilmişti ve Aralık 1993’te tüm hükümet harcamalarının neredeyse % 95’i yeni basılan dinarlarla finanse ediliyordu. Bu korkunç hikayeyi dinarı sürekli değersizleştiren öldürücü devalüasyonlardan daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Ekteki tablonun gösterdiği gibi, Asya, Brezilya, Rusya ve Türkiye’ye hasar veren devalüasyonlar Yugoslavya’daki devalüasyonların yanında cüce kalmaktadır. 1 Ocak 1991 ve 1 Nisan 1998 arasında, dinar resmi olarak 18 kez (% 99’un üzerinde) devalüasyona uğradı ve bu para biriminden 22 sıfır atıldı. Bunun halk üzerindeki etkisini algılayabilmek için, bankadaki paranızın virgülünü 22 basamak sola kaydırın ve bir şey satın almayı deneyin. Yugoslavya’nın bu mali çılgınlığı Topcider darphanesi artık para basamaz hale geldiğinde sona erdi. Hiperenflasyon 500 milyar dinarlık banknotları daha mürekkepleri kurumdan bozuk paraya dönüştürüyordu. Ancak MİLOSEVİÇ’in kurnazlığı yeni bir şey de değildi. Eski Sırp kralları kalpazanlıklarıyla biliniyorlardı. Daha 14. yüzyılda Kral Milutin bugünkü Kosova sınırları içinde bulunan Novo Brdo ve Prizren’de Venedik gümüş paralarının taklitlerini bastırmıştı. Bu sahte paralarda yalnızca yediye sekiz oranında gümüş bulunuyordu. Venedik sahte paraları yasakladı ve Dante “İlahi Komedya”da “Rascia Kralı”nı kalpazan ilan etti. Eski Alman Şansölyesi Ludwig ERHARD bir keresinde sağlam bir para biriminin temel bir insan hakkı olduğunu söylemişti. Bu standarda göre, Zimbabwe Devlet Başkanı Robert MUGABE’nin insan haklarını ihlal ettiği söylenmelidir. |
|||||