|
|||||
|
|||||
ABD Başkanı, seçimlere iki hafta kala özel ilişkilerinden kaynaklanan bir skandalla karşı karşıya kalınca, danışmanları kamuoyunun dikkatini başka bir konuya çekmek üzere seferber olur. Medya danışmanı rolündeki Robert de Niro, Hollywood yapımcısı rolündeki Dustin Hoffman’a Balkanlar’da bir kuytu bölgede savaş ortamını yansıtan görüntüler ısmarlar. İstihbarat ve askeri kurumlar da devreye sokulur ve istenen durum yaratılır.
Clinton daha ‘Monica Skandalı’na bulaşmadan ve W.Bush Irak’ı işgal etmeden önce çekilen bir film bu (Wag the Dog, 1997). Beyaz Saray’da başkanın çevresi medya kanalıyla kamuoyunu yönlendirme harekatını başarı ile yönetmektedir. Ülke savaş havasına girmiştir ve seçimlere kadar bu durumun sürmesi planlanmıştır. Filmin ismindeki gibi, köpek kuyruğunu değil, kuyruk köpeği sallamaktadır. Bu sırada, kurumlar arası bir yanlış anlama sonucu, bir anda televizyonlara savaşın bittiği haberi yansır. Şaşkınlık içindeki başkanın danışmanları arasında aşağı yukarı şu diyalog geçer: - Ne yapacağız şimdi? - Duydun, savaş bitti. - Nasıl olur? Savaşı biz yarattık, zamanı geldiğinde biz bitireceğiz. - Savaş bitti. - Bitmedi. - Televizyon öyle diyor. Bitti. Bilgi çağına uyum Pazarlama çağındayız. Bilgi çağındayız. İletişim ve medya çağındayız. Ekonomik ve sosyal kalkınma ile eşzamanlı olarak, yeni teknolojiler ve toplumsal davranış biçimleri siyasal alana da yansıyor. Matbaanın icadından bu yana, kitlesel iletişim araçları muazzam yol kat etti. Yirmidört saat yayın, internet ve cep telefonu çağında bilgiye ulaşımın kolaylaşması ile insanlık uygarlığında yeni bir dönem başladı. Daha doğrudan ve etkin bir demokrasi olasılığı doğdu. Daha bilgili seçmenlerin, daha bilinçli siyasal seçenekleri daha etkin bir şekilde siyasal yetkililere iletmeleri kolaylaştı. Fakat bilgi bolluğunun yarattığı taşma veya sapmalarla, yüzeysellik eğilimleri de belirdi aynı zamanda. Sonuçta siyasetin yeni bir döneme girdiğine kuşku yok. Toplumların siyasetle ilgilenme yoğunluk ve derinliği inişli çıkışlı bir seyir izlemekte. Seçimlere katılım oranlarından, adayları değerlendirme kıstaslarına veya uluslararası gelişmelere gösterilen ilgiye uzanan birçok gösterge var bu konuda. Siyasetçiler karmaşık konularda hızlı hareket etmek, karar vermek ve bunu kamuoyuna anlatmak, desteğini almak zorundalar. Baskı grupları, sivil toplum kuruluşları ve lobiler değişik yöntemlerle sistemin işleyişinde rol almaktalar. Küreselden yerele uzanan ölçeklerde hangi konunun ne zaman siyasal gündeme hakim olacağını kestirebilmek zorlaştı. Demokrasi ve iletişim Demokrasilerde siyasal iletişim giderek belirleyici bir etken haline geldi. Avrupa’ya göre Amerika’da bu çok daha önemli bir boyut. İmaj çağında içerik geri plana düşebiliyor. Türkiye dahil her demokratik ülkede bazen bir görüntü, bir fotoğraf, bir slogan gündemi belirler hale gelebiliyor. Toplumların eğitim seviyesi artar ve hareketli bilgi teknolojileri ilerlerlerken, siyasal yönetim konuları da karmaşıklaşıyor, teknik derinliklerde boğuluyor. Siyasetçi ile seçmeni arasındaki ilişkide iletişimin yüzeysel katmanı baskın çıkıyor. Bugün ABD’de birçok üniversitede siyasal iletişim kendi başına bir uzmanlık dalı. Bu konuda artık özerk bir mesleki kariyer alanı var. Tabii ki görüntü münhasıran her şeyi belirleyemiyor. Ayrıca, medyaya yön vermek veya istismar etmek süreklilik içinde izlenebilecek bir başarı yolu değil. Çoğulculuk, saydamlık ve bilginin hızlı akışı buna engel. Fakat hiç kuşku yok ki iletişim gücü yetersiz olan siyasal projeler başarısızlığa mahkum. Türkiye bu konuda iç siyasette uluslararası ilişkilerine göre daha hızlı gitti. Özel sektörde, turizmde, kültürel etkinliklerde ve sporda iletişimin uluslararası boyutu daha iyi kavranırken, dış politikada zaaflar gözlemleniyor. Medya çağı Günlük yaşamda, pazarlama, iletişim ve medya çağını giderek daha yoğun bir şekilde yaşıyoruz. Alışveriş yaparken, iş yaşamında kararlar verirken, kişisel ilgi alanlarında, eğlencede, dinlenmede, gezide, sosyal ağlarda, çocuklarla ilgili konularda bu çağın içindeyiz. Toplumsal yaşam buna göre bir dönüşüm içinde. Uluslararası ilişkilerde de bu boyut paralel bir gelişme yaşıyor. Bir ülkenin politikalarını daha iyi savunabilmesi, bu gerçeği anlamasına, kabullenmesine ve gereğini yapmasına bağlı. Türk devleti dış ilişkilerde siyasal iletişim açısından çağı henüz yakalayamadı. Pazarlama mantığı yok. Medya bilinci zayıf. Bilgi teknolojileri yetersiz. Örneğin Kıbrıs ve terörle mücadele gibi konularda haklıyız. Bu alanlardaki politikalarımız mutlaka daha etkin içerik, stratejik ve taktik ilerleme alanlarına sahipler. Ayrıca, ülkede ekonomi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, hukuk devleti, kadın hakları ve eğitim gibi temel alanlardaki gelişmeler, dış politika dosyalarını doğrudan etkilemekte. Türkiye kendi içinde ilerledikçe, dünyada daha güçlü olacak. Fakat bir diğer boyutta, mevcut ve gelişmekte olan politikaların uluslararası siyasal iletişimi de belirleyici bir etken. Dış politikada her ülke için olduğu gibi, Türkiye’nin de ulusal çıkarları bazı öncelikler içeriyor. Bu çerçevede değişik ülke gruplarına yönelik olarak farklı hedef kitle katmanları var: siyasetçiler, düşünce liderleri ve kuruluşları, sivil toplum, medya ve kamuoyu. Artık demokrasiler arası ilişkilerde, siyasetçiden siyasetçiye, hükümetten hükümete iletişim çağı bitti. “Bizim bakan gitti, o ülkenin bakanı ile görüşü, tutumumuzu anlattı, dosya verdi” çağı bitti. Tutanak, telgraf ve kripto çağı da bitti. Tabii ki, olağan diplomatik ilişkiler, kapalı kapılar arkasındaki pazarlıklar, güçler dengelerinin kamuoyunun gözleri önünde olmayan unsurları önemli olmaya devam ediyor. Fakat sonuca ulaşmak için yetersiz. Sorunu kabullenmek Artık en önemli etken, karşı taraftaki siyasetçinin seçmeni ile olan ilişkisi. Eğer gündemdeki dış ilişkiler konusu bu boyutta devreye girmiyorsa sorun yok. Fakat özellikle, Avrupa Birliği, transatlantik ilişkiler, terörle mücadele, insan hakları, savaşlar, Çin ve Hindistan gibi ülkelerle dış ticaret gibi demokratik ülkelerin yurttaşlarının ilgisine odak olan konularda siyasal iletişim kaçınılmaz bir başarı kıstası. Bizim bakan bir AB başkentindeki muhatabına istediği kadar anlatsın meramını, cilt cilt dosya da versin; sonuçta o bakanın seçmeninin kendi basınında ne okuduğu ve televizyonunda ne gördüğü daha belirleyici oluyor. Örneğin Kıbrıs konusunda, AB ülkelerindeki resmi temaslarda, konferanslarda, uluslararası platformlarda, internet ortamında ve diğer etkinliklerde, Türkiye’nin barış politikasını çarpıcı şekilde özetleyen, insan etkenini ön planda tutarak Kıbrıslı Türkler’in bir fotoğrafı ile “Barış ve Avrupa için oy verdik” gerçeğini hatırlatan bir sayfalık bir belgenin dağıtılmıyor olmasının bir gerekçesi var mıdır? Veya, terörü destekleyen medya kuruluşlarına karşı haklı olarak tepki gösteriyorken, bu konuda Türk halkının duyarlılığını, konunun tüm dünya demokrasilerini ve yurttaşlarını ilgilendiren ortak kader boyutunu, haklı gerekçelerimizi ve kanıtlarını çarpıcı bir iletişim gücü ve görsellikle işleyen bir belge, bir broşür, e-posta eki olabilecek bir bilgi notu ve bir basın dosyası neden kitlesel olarak Avrupa ve ABD’de dağıtılmaz? Yoksa bu konuda sonuca ulaşmak mı önemli değildir? Ya da sonuca ulaşmak için kamuoyu, seçmen-siyasetçi ilişkisi, karşı lobilerin bu alandaki yoğun etkinliği ve medyanın önemi gibi etkenler göz ardı mı edilmektedir? Yoksa bireyler ve toplum olarak yaşadığımız yeni çağın gereklerinden devletin dış ilişkileri muaf mı sanılmaktadır? … ve çözmek Sorun tek tek siyasetçilerle veya bürokratlarla ilgili değil. Sorun bir sistem sorunu. Kamu reformu ve siyasal kültür devrimi sorunu. Bu gerçeği kabullenmek Türk devleti için dönüm noktası olacak. Bunun gereği ise uzun bir liste: • Siyasetçilerin ve ilgili |
|||||