|
|||||
|
|||||
Marian Salzman ve Ira Matathia’nın kaleme aldıkları Kapital Medya “Mediacat Kitapları” tarafından Aralık 2007 de basılan, “Sırada ne Var? Yakın Geleceğin Trendleri” kitabında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki istihdam sorununa da yer verilmiştir. Artık işlerdeki en önemli etken üretimin mi yoksa hizmetin mi olduğu değil ne kadar değer yaratıldığıdır. Üretim bir zamanlar en yüksek değeri veriyordu. ‹laç, havacılık ve uzay gibi ileri teknoloji endüstrileri hala öyledir. Bir bilgisayar programı yazmak bir bilgisayar diski üretmekten daha yüksek bir değer yaratmaktadır. Gelişmiş ülkeler için önemli olan, telafi edici sayıda iş yaratmaya yetecek kadar hızlı bir şekilde inovasyonu desteklemektir–ve gereksinim duyuldukça yeni sektörlere geçiş yapabilecek esneklikte bir iş gücü oluşturmaktır. Hepsinden öte, şu anda milyonlarca insanı istihdam eden işlerin pek çoğu bir kuşak önce yoktu ve hatta hayal bile edilemiyordu. Günümüzdeki yöneltici ve sunucu gibi ağ donanım üreticileri, web tasarımcıları ve e-ticaret uzmanlarının çoğu, 1990’lardayken ileride kendilerini neyin beklediğini bilmiyorlardı bile... Dünyanın her yerindeki bütün ekonomilerde bir numaralı düşman, toplumsal istikrarı çok olumsuz bir yönde etkileyen işsizliktir. İşsizler üretime ya da gelir vergisi sistemine katkıda bulunmazlar ve harcama yapma olasılıkları da büyük oranda düşer. İşsizlik ödemeleri de ekonomiyi tüketen bir etki yapar ve yaygın bir işsizliğin olduğu yerde yoksulluk ve kargaşa olasılığı yüksektir. Neredeyse tanımları gereği, gelişmekte olan ülkelerde işsizlik ya da kısmi işsizlikten kaynaklanan ağır sorunlar vardır. Bu ülkelerin çoğunda doğum oranlarının yüksek olduğu düşünülürse, büyüyen iş gücünün tam olarak karşılanabileceği bir hızla yeni işler yaratılması zorunludur. Tek başına Arap dünyası bile şimdiki yüksek işsizlik düzeylerini sadece yerinde tutabilmek için 2020 yılına dek 80 milyon yeni işe gereksinim duymaktadır. Bazı gelişmekte olan ülkelerde yatırım için yeni sektörler açılarak istihdamın arttırılması planlanmaktadır; örneğin Vietnam’da madencilik, Filipinler’de tarıma dayalı ticaret ve Güney Asya ve Doğu Avrupa’da dış kaynaklı hizmetler. Başka bazı ülkeler ise yasalardan ve düzenleyici kurallardan kaynaklanan, yatırımı kısıtlayan yükleri azaltmaya çalışmaktalar. Mısır hükümeti 2007 yılının sonuna doğru düşük maliyetli iş kredileri, toprağı tarıma elverişli duruma getirme ve birkaç yüz çöl kasabası inşaa etme yoluyla ülkedeki yüzde 20 oranındaki işsizlikle mücadele edeceğini açıklamıştır; bu şekilde 2011 yılına kadar 4,5 milyon yeni iş yaratmak hedeflenmektedir. Pek çok gelişmekte olan ülkede iş yaratmak amacıyla mali kaynaklar sağlamaya yönelik bir yol izleyebilmek için ne para, ne uzmanlık ne de yapı vardır. Peki başvurulacak yöntem nedir? Doğrudan yabancı yatırım (DYY). Kısa bir süre önce Dünya Bankası tarafından yapılan bir araştırma, DYY’ın iş yaratma, teknoloji transferleri, teknik ve yönetsel yeteneklerin gelişimi, verimlilik artışı ve yerel firmalar için geriye ve ileriye doğru bağlılıklar gibi birçok olumlu “serpinti” etkisi yarattığını göstermektedir. Neredeyse bütün gelişmekte olan ülkeler son zamanlarda DYY çekebilme umuduyla en azından liberalleşme yönünde birkaç reform yapmıştır. Buna ek olarak, yoksullukla mücadele konusunda yerel özel sektöre sağlanan-endüstriyel gruplar yaratma gibi- destekleme politikalarından yabancı firmalar da yararlanmalıdır. Harvard’dan Richard Freeman Çin, Hindistan ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinin Pazar kapitalizmine kucak açması nedeniyle küresel iş gücünün hacim olarak ikiye katlanmış olmasının ekonomi tarihinde bir dönüm noktası olduğunu ileri sürmektedir -Freeman 2000 yılında bu ülkelerin küresel emek havuzuna 1,47 milyar çalışan eklediğini söylüyor. Küresel ekonomiye yeni katılanlar yanlarında fazla bir sermaye getirmemiş ve bunun sonucu olarak küresel sermaye/iş orantısını aşağıya çekmiştir. Bu hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerdeki işgücünün üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Küreselleşme işlerin çalışanlara ya da çalışanların işlere doğru göç etmesi demektir. Ancak bu, hükümetler için bazı zorluklar çıkarır. İşgücünün hareketliliğinin potansiyel ekonomik yararlarını anlayabilirler ama güvenlik konusunda da kaygı duyarlar ve göçmenleri ekonomik bir tehdit olarak görürler. Gelişmiş ülkelerde yerel çalışanlar genellikle bayağı işlere çoğu zaman tepeden bakarlar ama bu tür işlerin cazibesine katılan niteliksiz göçmenler de genellikle göçmenlik hakkı almazlar ve bu yüzden yaygın bir “kaçak” istihdam oluşur. Madalyonun diğer yüzünde ise son derece iyi eğitimli, yetenekli ve bilgi toplumunun donanımlarına sahip çalışanlar için küresel bir rekabet vardır. Freeman’ın söylediğine göre, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu, “sermayeyi koruma” eğilimi göstermiş olmasına karşın artık rotalarını değiştirme gereksinimi duymakta ve uzun olması muhtemel bir geçiş dönemi boyunca, hükümetlerin çalışanlar için bu uyum döneminin maliyetini minimuma indiren politikalar geliştirmelerine yardım etmektedir. Bu yeni küresel ekonomide geri tepme ve istikrarsızlık durumlarından sakınmak için Feeman, küresel toplumu kazançların geniş bir yelpazeye yayılması gerektiği konusunda uyarmaktadır. Ve küreselleşmeye yeni yaklaşımlar olmazsa bütün dünyadaki çalışanların bundan zarar göreceği kesin. Öyle görünüyor ki önümüzdeki on yıllık bir zaman diliminde düşündüğümüzden de çok korkulacak şey var. ‹leriye baktığımızda bazı konularda bir kavşakta konumlanmış durumdayız: Korku ve kaygılarımıza teslim mi olalım, kaderci bir toplum mu olalım, kaygıları rüzgara savurup günümüzü gün mü edelim yoksa “güvenlik” adına bireysel özgürlüklerden yapılan şimdilik küçük fedakarlıkları kabul etmeye devam mı edelim? |
|||||