|
|||
|
|||
Teknoloji geliştikçe açık ameliyatlar tarih olmaya başlıyor. Apandisit, safra kesesi, fıtık ameliyatlarının yanı sıra artık reflü, obezite, dalak ameliyatlar tümör ameliyatları da minimal invazif yöntemlerle (en az girişimle vücudun bütünlüğüne zarar verilmeden) ve çok küçük kesilerle yapılabiliyor. | |||
Sağlık teknolojisindeki gelişmeler cerrahi tekniklerinde de büyük kolaylık sağladı. Yaklaşık 25 yıllık bir geçmişe sahip olan ve başlangıçta basit ameliyatlarda uygulanabilen laparoskopi (hastanın karından küçük delikler açılarak ameliyat edilmesi) günümüzde daha ileri bir teknolojiyle, daha büyük ameliyatlarda ve vücudun farklı bölgelerinde kullanılabiliyor. Minimal invaziv cerrahi olarak adlandırılan ileri laparoskopik cerrahi; ameliyat kesişinin çok daha küçük olması, ameliyat sonrası daha az ağrı, hastanede kalış süresini azaltması ve daha çabuk iyileşme sağlaması gibi avantajlarıyla günümüzde pek çok ameliyatta tercih ediliyor. İleri laparoskopik cerrahide gelinen son noktayı Anadolu Sağlık Merkezi (ASM) Tıbbi Hizmetler Direktörü ve Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı anlattı. Artık en az travmayla ameliyat mümkün Klasik cerrahide, hasta ve cerrahi ekip açısından birçok güçlükler bulunuyor. Öncelikle karın duvarının kesilmesi ve karnı açık tutmak için özel aletler, konulması gerekiyor. Bunların yanı sıra girişim yapılacak alana erişmek için diğer organlara zarar verilmeden işlem yapılma güçlüğü ve tüm bu alanı çıplak gözle görebilme gibi zorluklar yeni tekniklerle en aza indirgenmiş durumda. Artık, yapılacak ameliyata bağlı olarak vücudun herhangi bir yerinde çok küçük kesiler açılarak fiberoptik kameralar ve özel aletler yardımıyla yapılan cerrahi sayesinde hastalar en az travmayla tedavi olabiliyorlar. Yöntemin diğer bir faydalı yanı da, görülmesi zor olan cerrahi alanın, göz yerine açılı kameralar aracılığı ile kat kat büyütülerek monitörden izlenmesi. El ve açık cerrahi aletler yerine özel laparoskopik aletlerin kullanıldığı bu yöntem, sağladığı avantajlar nedeniyle günümüzde pek çok karmaşık ameliyatta da kullanılmaya başlandı. Laparoskopik cerrahi, ileri uygulamaların gelişmesiyle birlikte genel cerrahinin yanı sıra jinekoloji, göğüs cerrahisi, üroloji ve diğer cerrahi branşlarda da artan sıklıkta kullanılıyor. Bu hastalıkların tedavisinde, daha sık kullanılıyor İleri laparoskopik cerrahi uygulamaları günümüzde gelişmiş merkezlerde, işin eğitimini almış uzmanlar tarafından başarıyla uygulanıyor. Geçmişte zor bir cerrahi girişim olarak kabul edilen reflü (midedeki asitlerin yemek borusuna geri kaçıp yemek borusunu zedelediği hastalık) minimal invaziv cerrahi yöntemiyle başarıyla tedavi edilebiliyor. Reflünün yanı sıra safra kesesi ameliyatları, apandisit ameliyatları ve kasık fıtığı ameliyatlarının neredeyse hemen hemen tamamı, gelişmiş merkezlerde laparoskopik yöntemlerle yapılıyor. Bunların yanı sıra dalağın çıkarılması gereken bazı kan hastalarında uygulanan dalak ameliyatları, mide ve yemek borusu ameliyatları, ülser delinmeleri, obezite ameliyatları, "Akalazya" ve "Crohn" gibi bazı Özel hastalıklar, kalın barsak tümörlerinin çıkarılması gereken ameliyatlar, böbrek üstü bezi tümörü ameliyatları da büyük merkezlerde minimal invaziv yöntemlerle başarıyla gerçekleştiriliyor. Yaş sınırlaması yok. Minimal invaziv cerrahi için herhangi bir yaş sınırlaması bulunmuyor. Bu yöntem yenidoğan döneminden ileri yaşlara dek her yaşta yapılabiliyor. Ancak ameliyata karar verilmeden önce, seçilen merkezin donanımı ve ameliyatı yapacak cerrahın tecrübesi gibi faktörlerin sorgulanması gerekiyor. Daha karmaşık ameliyatlarda da kullanılıyor ASM Tıbbi Hizmetler Direktörü ve Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Metin Çakmakçı: “Laparoskopik cerrahinin ciddi yararları var. Ameliyat sonrası ağrı çok daha az ve daha hızlı bir iyileşme oluyor. Vücuttaki kesiler daha az olduğu için ameliyat izi gibi kozmetik sonuçlar açısından da avantajlı. Bunların yanı sıra bazı ameliyatlardan sonra rastlanabilen fıtık ve enfeksiyon gibi riskler çok daha az. Diğer yandan karın içini açıp ameliyat yaptığımız zaman karın içi olumsuz olarak etkileniyor. Örneğin karın içindeki organlar nemlerini kaybedip, soğuyorlar ve mekanik olarak ellendiği için fonksiyonları etkileniyor. Açık ameliyatlarda görülebilen bu sorunları yaşamıyoruz. Aksine aynı iş çok daha mükemmel olarak yapılabildiği için olanak varsa laparoskopik cerrahi yöntemleri tercih ediyoruz. Bu sistemle son yıllarda daha karmaşık ameliyatları yapar olduk ve bu sayı gittikçe artıyor.” Alzheimer’a yakalanma riskinizi öğrenebilirsiniz Genç yaşlı herkes unutkanlıktan şikayet ediyor ve Alzheimer hastası olmaktan kaygı duyuyor. Bu kaygı nedeniyle keyfiniz kaçıyorsa, size bir haberimiz var: “Alzheimer Risk Belirleme Testi” ile günlük unutkanlıklar ve Alzheimer belirtilerini birbirinden ayırmak mümkün. Alzheimer hastalığını duymaya başladığımızdan beri, günlük basit unutkanlıklarımız bile bize endişe vermeye başladı. Genç nüfusun ağırlıkta olduğu toplumuzda bu kadar çok kişinin Alzheimer’ a yakalanma endişesi taşıması, hastalıkla ilgili risk analizi ve tanı yöntemlerini de daha önemli kılıyor. Alzheimer hastalığıyla ilişkisi kanıtlanan “A Beta 42” adı verilen bir proteinin, beyin hücresi olan nöronlarda birikerek hücrenin normal çalışmasını bozduğu biliniyordu. 2008 yılında bilim adamlarının elde ettiği veriler, bu proteinin çok erken dönemlerde ailesinde (özellikle birinci dereceden yakınlarında) Alzheimer olan kişilerde daha yüksek olduğu tezini güçlendirdi. Bu veriden yola çıkan bilim adamları A Beta 42 proteinine kan (plazma) testiyle bakarak, hastalık riskini ölçmek ya da erken dönemde tanı koymak için önemli bir avantaj sağlanacağını ortaya çıkardılar. Anadolu Sağlık Merkezi (ASM) Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Türker Şahiner, uygulamaya başladıkları “Alzheimer Risk Belirleme Testi” ve hastalık hakkında önemli bilgiler verdi. Alzheimer neden olur? A Beta 42 proteinin Alzheimer hastalığıyla ilişkisi 1990’lı yılların başında ortaya çıktı. Bu protein aslında beynin ve aynı zamanda tüm vücudun sağlıklı çalışması için gerekli olan birçok proteinden biri ve beyin hücresi zarında kullanılıyor. Alzheimer hastalarının ölümünden sonra yapılan araştırmalarda bilim adamları, bu hastaların beyninde biriken ve “plak” adı verilen yapılarda A Beta 42 proteinine bol miktarda rastladı.Plaklar içindeki bu proteinin zamanla çoğalarak beyin hücrelerinin yavaş yavaş ölümüne, dolayısıyla Alzheimer’a yol açması, kişinin taşıdığı protein değerine bakılarak hastalık riskinin ölçülebileceği tezini doğurdu ve geçtiğimiz yıl yapılan araştırmalar da ailesinde birinci derecede Alzheimer olan kişilerde A Beta 42 proteininin yüksek olduğunu ortaya çıkardı. Türkiye’de ilk kez Anadolu Sağlık Merkezi’nde uygulamaya başlanan Alzheimer Risk Belirleme Testi, kandaki A Beta 42 proteininin seviyesinin belirlenmesini sağlıyor. Bu proteinin yüksek olması, kişinin hastalığa yakalanma olasılığıyla ilgili ciddi bilgiler veriyor. Ancak bu bir tarama testi değil, risk faktörü belirleme testi. Bu test sonucunda A Beta 42 proteini yüksek olan kişiler mutlaka Alzheimer’a yakalanacak anlamına geliyor.Testin yanı sıra uzman tarafından önerilebilecek olan MR, Pet-CT ve EEG gibi görüntüleme teknikleri ve nörolojik muayene ile unutkanlıkların, herkesin yaşadığı basit unutkanlıklar mı yoksa Alzheimer belirtisi mi olduğu anlaşılabiliyor. Bu testi kimler yaptırmalı? Hafif bilişsel bozukluk yaşayan kişiler Alzheimer Risk Belirleme Testi yaptırabilir. Bu gruptaki kişiler günlük yaşam aktivitelerini ve her tür sosyal ilişkilerini kolayca sürdüren ancak unutkanlık nedeniyle yoğun kaygı yaşayan kişilerdir. Unuttukları için aynı işi birden fazla yapmak ve halletmeleri gereken işleri sürekli not etmek ihtiyacı duyarlar. Unutkanlığı olan herkes bu hastalığa yakalanmaz Unutkanlık sadece yaşlıların sorunu değil. Günümüzde öğrencilerden her kademedeki çalışanlara kadar bu sorundan şikayetçi olmayan ve Alzheimer endişesi taşımayan kimse yok gibi. Bu durum başka bir soruyu da akla getiriyor: Bir kişinin Alzheimer’a yakalanma yaşı kaçtır ve hangi oranlarda bu hastalığa rastlanıyor ki, adından bile bu kadar korkar hale geldik. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Türker |
|||