|
|||||
|
|||||
İçinde yaşadığımız çevre koşulları hepimizi etkiliyor, sağlıklı düşünmek, geleceğe yönelik isabetli öngörüler yapmak giderek zorlaşıyor. 2007 yılının ilk dört ayında yaşanan iç ve dış gelişmeleri yanyana koyduğumuzda bizi bekleyen belirsizliğin ne kadar ürkütücü olduğunu anlamak zor olmuyor. Bu olumsuzluklar içinde güzel sürprizler de var: milyonların içine düştüğü güvensizlikten sıyrılarak “Cumhuriyete sahip çık” mitinglerine gösterdiği ilginin ve kendi kaderi konusunda söz sahibi olma isteğinin farklı bir yere konması gerekiyor.
Evet yalnız Türkiye’de değil, küresel düzeyde işler iyi gitmiyor; dengesizlikler büyüyüp istikrarsızlık endişeleri derinleşiyor. Şubat ayında zirve yapan küresel durgunluk endişeleri, aşırı iyimserlik panzehiri ile dengelendi ve şimdilik geçiştirildi: menkul ve gayrimenkul piyasalarındaki balonlara biraz daha hava basıldı, risklerdeki tırmanış ihmal edildi. Benzer oyun Türkiye’de de sahne aldı. Fakat geniş kesimlerdeki memnuniyetsizliğin tırmanması önlenemedi. Rekabet koşulları iyice olumsuzlaşırken, gelir dağılımındaki bozulma hızlandı. Pembe tabloların önce etkisi azalmıştı, bugün ise söz konusu masalcılara yönelik tepkisellik sele dönüşmeye başladı. Son dört yılda olduğu gibi, benzer şekilde sorunların ağırlaşması pahasına günün kurtarılamayacağı anlaşıldı. Tandoğan ve Çağlayan’da küresel düzeyde ses getiren “Cumhuriyete sahip çık” mitingleri böyle bir ortamda gerçekleşti. Atatürk ilke ve devrimleri ile Türk Bayrağı geniş kesimleri buluşturup birleştiren ortak payda oldu. Bu durum içeride ve dışarıda malum kesimleri çok rahatsız etti. Sorun Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesi ile ön plana çıkarılan laiklik ilkesinden çok daha genişti fakat diğer tarafı görmezden gelinmeliydi! Bu aşamada sormak gerekiyor: Tam bağımsızlık ve anti-emperyalizm gibi iki temel ilkenin tersini savunarak Atatürkçü olunabilir mi? Devrimler bu temel ilkeden bağımsız mıdır? Bir ülke düşünün ki ekonomik açıdan yabancı sermaye kanalı ile dış güçlere tam bağımlı hale gelmiş; döviz kuru, faiz, vergi oranları, hukuki yapısı ve mevzuatı bağımlı olunanların çıkarlarına göre değiştirilmek zorunda kalınmış. İstediklerini yapmazsak kriz çıkar korkusu ile geleceğe yönelik stratejiler ve dış politika yabancı sermayenin talebine göre değişmiş. Mağdur durumuna düşürülen geniş kesimler ise masallarla uyutulmuş, gerçekleri anlamaları için hem cahil bırakılmış, hem de birbirine düşürülmüş. Böyle bir ülkede en önemli olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, erken seçim veya askerin muhtırası mıdır, yoksa geniş kesimlerin geneldeki olumsuzluğu farkederek mitinglerde tepki vermeye başlaması mıdır? Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, küreselleşmenin yarattığı tahribat geniş kesimleri geç de olsa uyandırıyor, küreselleşme kendi alternatifini yaratmaya başlıyor. Bu süreç bugünün egemenlerini çok rahatsız ediyor, zira durgunluk endişeleri derinleşmeye başlıyor, hem de kırılganlık ve bulaşıcılığın anormal seviyelere yükseldiği bir dönemde! Ne diyelim: Korkunun ecele faydası yok. Küreselciler ve onlara karşı birleşmesi şimdilik önlenemeyen mağdurların kutuplaşması bütün ulus devletleri etkileyecek. Bu gerçeğin görmezden gelinmesi ise yaşanacak sıkıntıları giderek dayanılmaz boyutlara çıkaracak. Uzun süredir devam eden yabancı sermaye destekli politikaların devamı durumunda nelerin yaşanacağı bellidir ve herkes tuzaklara düşmeden safını buna göre belirlemek zorunda kalacaktır. Rekabet gücünü kaybettiği veya büyüyen haksız rekabete ve kayıtdışılığa katlanamadığı için kapanan fabrikaların arttığı, tarımın tükendiği, işsizliğin kitleselleştiği ve sefaletin derinleştiği bir ülkede yaşamak istemiyorsanız renginizi belli etmek durumdasınız. Sorun mevcut politikaların devam veya bu ülkede yaşayanların çıkarını gözetecek şekilde önceliklerin değiştiği uygulamalardan birini tercih etmek zorundasınız. Ülkemizdeki tepkiselliği salt laiklikle bağlantılı görüyorsanız bir anlamda mevcut politikaların devamını talep ettiğiniz anlamına gelir. Gerçekten Atatürk ilkelerine bağlıysanız mevcut uygulamaları desteklemeniz mümkün olmaz. 2007 seçim yılı ve yukarıda belirttiğimiz tercih küresel düzeyde önemli. Türkiye’yi yönlendirenler ise olası kutuplaşmayı geciktirmek, kitlesel uyanışı bloke etmek yönünde çaba harcıyor ki sandıktan sürpriz çıkmasın!.. |
|||||