|
|||
|
|||
TÜSİAD, ülkemizin geleceğini ilgilendiren diğer birçok alanda olduğu gibi, Çin ile aramızdaki ilişkilerin daha da ileri getirilmesi konusunda da uzak görüşlü bir kuruluştur. | |||
Üyelerimizi, siyasetçilerimizi, hükümeti ve içinde yeraldığımız uluslararası kuruluşları uzun yıllardır Çin konusunda hem bilgilendirdik hem de bu ülke ile stratejik ortaklık konusunda erken uyarı sinyalleri gönderdik. Dış politika oluşturma sürecinde bugün
iş dünyasına çok önemli bir görev düşmektedir. Diplomaside ekonomi vurgusu, ön plana çıkmış, iş adamları birer ekonomi diplomatı haline gelmişlerdir. Türk işadamlarının Doğu-Batı kamplaşmasının yok olmasıyla bir dizi fırsat yakaladığı bir gerçektir. Öte yandan Türkiye’nin yakın çevresindeki güvenlik sorunlarının sürmesi, komşularla ilişkilere işbirlikçi ve barışçıl bir çehre kazandırmak açısından Türk iş dünyasını çok daha kritik bir konuma da getirmiştir. Bu düşünceler ışığında 2001 yılında kurulan TÜSİAD International Avrupa’nın yanı sıra Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi gelişen pazar ekonomileriyle yatırım ve ticaret ilişkilerini geliştirmeyi, Türk özel sektörünün global gücünün artmasını ve Türkiye’nin istikrarlı büyümesine katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Hepimizin bildiği gibi Türk-Çin ilişkilerinin tarihi çok gerilere gidiyor. Kuşkusuz bu tarihe damgasını vuran birçok önemli gelişmeden söz edilebilir. Ancak bugünün özlemleri ve değerlerinden hareketle geçmişe baktığımızda bunlar arasında belki de en göz kamaştırıcısı, iki bin yıl önce Çin’le Anadolu’yu birbirine bağlayan İpek Yolu’dur. İpek Yolu iletişim ve ticaretin gelişmesine bulunduğu katkının ötesinde Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bağı ve bu bağda Anadolu’nun yerini bize işaret ettiği için önemini korumaktadır.
Türkiye’nin coğrafi konumu potansiyel bir zenginliktir. Dünya haritasına baktığımızda Türkiye’nin Asya’nın batı ucu olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz Asya’nın Türk tarihinde ve kültüründeki yeri de yadsınamaz. Asya ülkeleriyle tarih, coğrafya ve kültür ortaklığı Türkiye için büyük bir şans ve avantajdır. Ancak, unutmayalım ki şans onu fark edenlerin yüzüne güler. Şansın kapımızı çaldığını fark etmek yetmez, ona hazırlanmak da gerekir. Bugün Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti ilişkilerinin geleceği konusunda hazırlık yapma durumunda olanlar, hükümet ve bürokrasi kadar iş dünyası ve akademik çevrelerdir. Hükümetlerin atacağı adımlar, iş dünyasının başlatacağı işbirliği süreçleri kadar akademisyenlerin bilgileri ve öngörüleriyle güçlendirildiği ölçüde uzun vadeli projelere dönüşebilecektir. Türkiye’nin Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirmesi bir hedef olarak ilk defa 1999’da hükümet programına konulmuştur. Ancak 1980’lerin ortasında Türk-Çin ilişkilerini geliştirme yolunda hissedilen ihtiyaç ve atılan adımlar ne yazık ki Çin’e yönelik ekonomik, siyasi, askeri alanları, enerjiyle, teknolojiyle ve kültürel/tanıtımla ilgili boyutları kapsayacak kapsamlı bir strateji ile tamamlanamamıştır. Oysa, Çin Halk Cumhuriyeti’nin içerisinde yer aldığı, batıda Pakistan’dan başlayarak doğuda Pasifik Okyanusu’na doğru açılan bir üçgen oluşturan Asya-Pasifik bölgesi dünya nüfusunun %56’sı, ulusal gelirler toplamının %25’i ve uluslararası ticaretin %22’sine sahiptir. Bu bölge içinde Çin Halk Cumhuriyeti önümüzdeki yirmi yıl içinde, satın alma değer eşitliği temelinde dünyanın en büyük ekonomisi olacaktır. Yapılan bir çalışmada, 2050’de 44 trilyon Dolar’lık GSMH büyüklüğüne ulaşarak Çin’in ABD’yi geride bırakacağı öngörüsünde bulunuluyor. Tabii ki, çok ciddi bir siyasi-ekonomik bunalım ya da doğal felaket çıkmaması ve büyümesini TÜSİAD, bugün de Çin özel sektörüyle güçlü bir ortaklık kurma arzusuyla hareket etmektedir. Bu çerçevede 2006 yılında Çin’e - geciktirilmiş - bir ziyaret gerçekleştirmeyi planlamaktadır. Temel amacımız, iki ülke arasında uzun vadeli diyalog ve işbirliği zeminlerini geliştirmek ve ilişkilerin yeni bir vizyona kavuşturulmasına katkıda bulunmaktır. Türkiye ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerde son dönemde gündeme gelen konular Çin’in giderek büyüyen ihracat potansiyeli sayesinde başta tekstil olmak üzere belirli sektörlerde dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de iç pazarları tehdit etmesi ve Türkiye’nin dış ticaret açığının büyümesidir. İç piyasaya akmakta olan ucuz ithalatın üretim, istihdam ve dış ticaretimiz üzerindeki olumsuz etkisi üzerine odaklanılması Çin ile ilgili mevcut değerlendirmelerin eksik kalmasına, erken yola çıkarak yakalanabilecek birçok fırsatın ufkumuzdan çıkmasına yol açmaktadır. Çin, Asya Pasifik ülkeleri içinde Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkelerin başında gelmektedir (2004 verilerine göre, 378 milyon dolar) ve bu potansiyeli artırmak uzun vadeli bir işbirliği vizyonunun oluşturulması gerektirmektedir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli bir küresel aktör olarak ortaya çıkmasındaki temel itici güç şüphesiz gerçekleştirmiş olduğu ekonomik atılımdır. Ancak, Çin’in küresel düzeyde artan ağırlığını devam ettirmek konusunda bazı engellerle karşı karşıya olduğu da görülmektedir. Çin büyüyen ekonomisi ve nüfusuyla enerji ihtiyacı sürekli artan bir ülkedir. Enerji ihtiyacı ve Irak operasyonu sonrasında Ortadoğu petrolleri üzerinde ABD’nin artan kontrolünün yaratabileceği dezavantajlar Çin’i alternatif kaynaklar aramaya itmiştir. Bu doğrultuda Çin’in Kazakistan’la ve İran’la gelişen ilişkileri, Çin’in, Türkiye’nin Orta Asya ve Ortadoğu’ya yönelik politikaları açısından da önemini dikkat çekici bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca, hızla büyüyen toplumunu ve ekonomisi göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin de benzer gereksinimler içinde olduğunu, bir taraftan AB Dış politikalarına entegrasyonu sağlamaya çalışırken diğer yandan da yerel ve bölgesel sinerjileri kullanmak durumunda olduğunu görüyoruz. Yine toplumsal ve ekonomik gereksinimler düşünüldüğünde, yeni iş sahalarının açılması, hizmet sektörüne yatırımlar yapılması, geri dönüşümlü/enerji tasarrufu (Reclying/Energy saving) yapabilen sanayilerin kurulması da Türkiye’nin öncelikle üzerine eğilmesi gereken konular olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye gereksinim duyduğu enerjiyi kesintisiz, güvenilir, zamanında, temiz ve ucuz yollardan temin etmek, en uygun fiyatlarla sağlayabilmek ve enerji arzının güvenliği açısından kaynaklarını çeşitlendirmek zorundadır. Türkiye’nin bir Asya-Pasifik stratejisi oluşturması üzerinde dururken aklımıza “Türkiye, Avrupa’ya doğru koşarken nasıl Asya’ya yönelebilir?” sorusu gelebilir. Oysa, Avrupalılık ve Asyalılık birbirinin karşıtı olan ve içine girenleri diğer grupla yakınlaşmaktan alıkoyan bir sınıflandırma olarak düşünülmemelidir. Buluştukça zenginleşecek kültürel zeminler olarak anlaşılmalıdır. Güncel ekonomik ilişkiler ve dış politika açısından konuya yaklaştığımızda ise pekala şunları söyleyebiliriz: AB s |
|||