|
|||||
|
|||||
Merkez Bankası faizlerine ilişkin olarak iş dünyasının ilan vermiş olması ekonomi tartışmalarını da renklendirdi. Bu ilanın temel vurgusu yüksek faiz vermeyelim, faizleri düşürelim, üretimi ve istihdamı arttıralım ve bize borç veren yabancılara fazla kaynak aktarmayalım olmuştu. Bu vurgulara bakınca ister istemez geçmişe geri gidiliyor ve insanın aklına faizler yüzde 100’lerde iken neden ilan veya ilanlar verilmediği geliyor. İlanı verenler acaba o dönemde yabancılara yüzde 100 faiz ile kaynak aktarılırken rahatsız değil miydi? Türkiye 1980’lerin ortalarından itibaren yüksek nominal ve reel faizler ödemeye başladı. 1994 krizine kadar nominal faizler yıllık ortalama yüzde 60’lar seviyesinde gerçekleşti. 1994 başında yaşanan kriz ardından 5 Nisan kararları alındı. Dönemin hükümeti 3 aylık net yüzde 50 getirili bono ihraç etti, ancak ilan veren çıkmadı. 1995 yılı Ekim ayında erken genel seçim kararı alındı ve Hazine Bonosu faizleri yüzde 80’lere çıktı ama yine ilan veren olmadı. 1995 seçimleri ardından 1996 yılının ilk üç ayında hükümet kurulamadı ve faiz oranları yüzde 120’ye ulaştı ama ilan veren yoktu. 1997 Kasım ayında yaşanan siyasi gerginlikler ile yeni bir azınlık Hükümeti kuruldu. Merkez Bankası ve Hazine ilk kez aralarında bir protokol imzaladı. IMF ile yakından izleme anlaşması imzalandı, yüksek kamu zamları ile enflasyon yıl sonunda yüzde 99 oldu, faizler yüzde 100’leri yine aştı ancak ilancılar ortada yoktu. 1999 ortasına gelindiğinde yaklaşık 15 yıllık yüksek faiz, yüksek kur artışı ve yüksek enflasyon politikası Türkiye’yi moratoryumun eşiğine getirdi. IMF ile 3 yıllık enflasyon hedefli yeni bir program başlatıldı. Program başlarken faiz oranları yine yüzde 100’lere yakındı. Program 2000 Kasım’ında yara aldı, 2001 Şubat’ında tarihi krizi yaşadık. Gecelik faizler yüzde 3000’e çıktı ama kimse ilan vermedi. O dönemlerde neden kimse yüzde 100’leri aşan faizden rahatsız değildi de şimdi yüzde 16 faizden rahatsız. Nedeni çok basit ama kamuoyuna verilen ilanlar farklı şeyleri söylüyor. 1986-2001 arasında Türkiye ekonomisi ve işletmeleri hayal alemindeydi. İşletmeler esas gelirlerini işlerinden değil yüksek faize yatırdıkları paralardan kazanıyordu ve kar ettiğini zannediyordu. Yani o dönemin yüksek faizlerinden değil rahatsız olmak herkes çok memnundu ve bu memnuniyet içinde yabancılara yüksek kaynak aktarıldığı da kimsenin aklına gelmiyordu. Kimse karlılık, verimlilik, etkinlik, teknoloji düşünmüyordu. Eximbank’tan alınan yüzde 45-55 faizli krediler ile bankaların da teşviki ile yüzde 80-90’lık Hazine Bonoları alınıyordu. Kurlar ve fiyatlar da sürekli arttığı için karlılık sorunu yoktu. İşte bu nedenle bugün ilan verenler o gün ilan vermiyordu. Ancak Türkiye bu politikalar sonucu 1999 ve 2001’de moratoryumun eşiğine geldi. Bugün ilan verilmesinin esas nedeni ise yüksek olduğu düşünülen faizler nedeni ile YTL’nin değer kazandığı savı. Çünkü değerlenen YTL karşısında işletmeler haklı olarak rekabet güçlerini kaybediyor. Ancak temel yanlış YTL’nin yüksek faizler ile değer kazandığı inancıdır. TL yüksek faiz ile değer kazansaydı faizler yüzde 100’ken değer kazanırdı. Doğrusu ise; YTLfiyat istikrarınayaklaşılması ile değer kazanmaktadır.Fiyat istikrarı kalıcı oldukça da faizler tek haneli rakamlara gerilese dahi YTL değer kazanacaktır. Burada temel eksik ise işletmelerin üretim yatırım ve rekabet çevresini iyileştirecek yapısal reformlardaki gecikmedir. Sosyal güvenlikte 5 puan prim indirimi seçim harcamalarına kurban edilmiş görülmektedir. İşte bu temel doğruları görmeden, görmek istemeden işletmeler için kalıcı rekabet ortamını sağlamak mümkün olmayacaktır.Bu işler böyle gitmez, kurlar patlar diyenlere inanlar da kapanmaya veya yabancılara satılmaya devam edecektir.Hükümet de siyasi olarak acı reçete olan yapısal reformları yapmadan iş dünyasını Merkez Bankası’na karşı kışkırtarak yerel seçimlere kadar gelebilecektir. Son söz iş dünyasına uyarı olsun; yanlış ilanlar vermeyelim, ilanları yapısal reformlar için verelim, zamanımız olursa da bir ara faizler yüzde 100’lerde iken neden ilan vermedik diye bir düşünelim. | |||||