|
|||||
|
|||||
“Türkiye`nin küresel ekonomik sisteme entegre olduğu 2002-2007 döneminde yaşanan değişimin karakterini izah etmek zor. Bu dönemde yabancı sermaye girişi, hem direk (Greenfield), hem de birleşme-devralmalarla (M&A`s) 2001`le mukayese edersek bir kaç misli arttı.Yabancı sermayenin yapısal ve zihinsel dönüştürücü etkisini hissetmeye başladık. Bir çok kanun değişti, bürokrasinin toplumla iletişimi farklı bir noktaya geldi. Öte yandan 80`lerde başlayan bir süreç ile Türkiye`nin iç dinamikleriyle ilintili bir değişim süreci sosyolojik alanda yaşandı. Türkiye`de Şerif MARDİN`in "merkez-çevre" anolojisi ile tarif ettiği taşradan büyükşehirlere göç olgusu, kapitalistleşme sürecinin yarattığı faktörlerle birleşince yeni bir orta sınıf doğdu. Bu orta sınıfı oluşturan kesimler, daha önceki gibi memur, bürokrat değil esnaf, KOBİ sahibi, girişimci bir nitelik arzediyordu. Bu "neo" orta sınıfın iktidarın sahibi olma veya paylaşma iddiası, toplumdaki bir önceki siyasi kuşağın tasfiye edilmesine ilişkin arzu ile birleşince Türkiye`de çok önemli bir siyasi çıta ortaya çıktı. Bu çıtayı en son Ecevit`in 1970`lerin sonundaki %42`si döneminde görmüştük. Şu anda AKP`nin %47`si, TBMM içindeki partilerin oy oranının toplamından 10 puan fazla. Seçim sonuçlarını neredeyse virgülüne kadar bilen Tarhan ERDEM`in Konda araştırma şirketi, seçmenleri gelir düzeylerine göre gruplayan ve bu şekilde oy verme davranışını analiz eden bir araştırma yayınlamıştı. Bu araştırmada ortaya çıkan veriler, Financial Times gazetesine isim vermeden "CHP`ye oy vereceğim, ama AKP`nin iktidarının devamını istiyorum" açıklamasını yapan işadamının görüşünü doğrular nitelikteydi. Türkiye`de merkez elitler denen sosyolojik segment, ulusal ekonominin küresel ekonomiye entegre olmasından en çok kazananlardı. Şirketlerini yabancılara sattılar, Türkiye`ye gelen yabancılarla iş yaptılar. Kişi başına düşen milli gelir, satın alma gücü arttı. Yani AKP iktidarı döneminde (daha evvelki iktidarlarla mukayese ederseniz) daha zenginleşmişlerdi. Fakat çoğunlukla AKP`ye oy vermedikleri bahsettiğim anket sonuçlarından da ortaya çıkmıştı. Bu kesim muhalefet partilerine yöneldi. Nasıl Bir Meşruiyet? Düşünün ki bir sosyal sınıf, iktidar olarak kalması ekonomik olarak işine gelen, iktidarının görece ve mukayeseli olarak devam etmesini istediği bir partiye OY vermiyor. Bunu sebeplerini analiz ettiğimizde Türkiye`de seçmenlerin davranışları ile ilgili kanıtlanabilir olmayan fakat tartışılması gereken bir noktaya gidiyoruz: Kimliklerimiz. Türkiye`de Sünni, Alevi, Laik, Dindar, Laz, Çerkez, Kürt, Türk, her türlü hemşehrilik gibi çeşitli etnik ve dinsel kimlikler var. Buna bir de cemaatleri, her çeşit camiayı eklediğinizde Türkiye aslında bir kimlikler cennetidir. Bu kimliklerin mensubu olan ve toplumu oluşturan bireyler, ekonomik çıkarlarından çok, yaşam biçimlerini belirleyen ve kendilerini ait hissettikleri kimlikleri üzerinden bir tercih yapıyorlar. Bu hipotezi bir an için doğru varsayarsak ve sosyal bilimlerin temel metodu olan mukayese edersek, siyaset bilimi açısından da ilginç olduğu aşikardır. X`i istiyorum ama Y`ye oy veriyorum!!! Böyle bir tercih kullanan insanları, yani Türkiye`deki orta-üst sınıfı anlamak gerekiyor. Hangi gerekçelerle gidişattan ekonomik olarak memnun oldukları halde, kendilerine zenginleşme vaadetmeyen bir partiye yöneliyorlar? Aslında mevcut durumun devamını isterken neden bir taraftan da "korkuyorlar"? Bunu salt "yaşam biçimine dönük kaygı" olarak okumak eksik olur diye düşünüyorum. Nilüfer GÖLE`nin Melez Desenler`de anlattığı gibi Türk Modernleşmesi değişik bir evresini yaşıyor. Batı`daki tarihsel gelişime bakarsanız toplumlar ekonomik çıkarlarına göre örgütlenir ve ellerindeki oy gücünü ekonomik çıkarlarına göre kullanırlar. Türkiye`de istatistik bilimiyle kanıtlanamayan, ancak sosyal bilimci olarak çok kuvvetli emarelerini gördüğüm "kimlikler" üzerinden oy verme davranışının siyasiler tarafından çok iyi okunması ve bunun aslında siyasi sistemimiz ve geleceğimiz için riskli olduğunu kavramaları gerekiyor. |
|||||