|
|||||
|
|||||
Bugünlerde doğal olarak siyaset gündemi belirliyor. Parti liderlerinin ve/veya parti lideri ile birlikte birkaç kişinin belirlediği adaylar ile çok “demokratik” bir parlamento oluşturulacak ve bu çok “demokratik” yapı Cumhurbaşkanını seçecek…
Çok şikayetçi iseniz “halk seçsin” tezi de ayrı bir komedya. Parti liderleri bir adayı işaret edecek ve “parti temsilcisi” Cumhurbaşkanımız olacak… Bir dayatmalar rejimidir gidiyor. Gidiyor ama bazı gelişmeleri de siyasete odaklanırken kaçırıyoruz. Özellikle kamu maliyesindeki gelişmeler bir hayli ürkütücü. Hedeflenen vergi gelirlerini tutturmada zorlanıyoruz. Popülist seçim uygulamaları nedeniyle harcamaları da öne çektiğimiz için bütçe yapısında bozulma yaşanıyor. Yerel yönetimlerin durumunu ise şeffaf biçimde göremediğimiz için seçim ekonomisinin boyutlarını tam olarak saptayamıyoruz. Aslında son dört-beş yıldır mali disiplin konusunda atılan “olumlu” adımların nereden kaynaklandığı ülkemizde tam olarak tartışılmadı. Ayrıca son dönemde mali disiplinde yaşanan bozulma yalnızca uygulanan seçim ekonomisinden mi kaynaklanıyor yoksa geçen yılın ortasında başlayan dalgalanmanın da bunda etkisi var mı? Yani seçim olmasaydı da mali disiplinde bir bozulma yaşanacak mıydı? Öncelikle bunların tartışılması gerekiyor. 1. Geçen yılın ortasında global düzeyde yaşanan gelişmelerin etkisi ve yabancıya “stopaj” uygulaması sermaye çıkışına neden olmuş, kur ve faiz yükselişi ile çıkış durdurulabilmişti. 2. Özellikle banka kredileri ile desteklenen iç talep ağırlıklı büyüme, yüksek faiz karşısında yavaşlamaya başladı. Konut sektörü başta olmak üzere otomobil, dayanıklı tüketim malları sektörleri bundan olumsuz yönde etkilendi. 3. Vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 70’ini “adaletsiz” biçimde dolaylı vergilerden toplayan Maliye harcamalardaki düşüşten olumsuz yönde etkilenmeye başladı. Mayıs ayı verilerine göre; dahilde alınan mal ve hizmet vergilerindeki artış endişe verici. Geçen yılın Mayıs ayında yıllık yüzde 20 civarında artan bu vergiler, bu yıl yalnızca yıllık bazda yüzde 5 oranında artış gösteriyor. Bunda belki fiş uygulamasının da olumsuz etkisi olmuştur. Ama asıl sorun iç talepte yaşanan durgunluk. 4. Bunu dış ticaret verileri de doğruluyor. Geçen yılın ortasından itibaren iç talepteki yavaşlama özellikle tüketim malı ithalatının gerilemesine yol açıyor. Tüketim malı ithalatı geriliyor ama ara malı ithalatında artış eğilimi aynı. Bunun nedeni de ihracatın ağırlıklı olarak gerçekleştirilen ara malı ithalatı ile yapılabilmesi. İhracat bir anlamda iç talebin yerine ikame edilmeye çalışılıyor. Bu güzel ama burada da bir ayrıntı var. 5. Düşük kur ve yüksek maliyet, “ucuz ithalat” yoluyla üretim dengelerini bozuyor. Kısaca ihracatçı düşen rekabet gücünü “ucuz ithalat” ile artırmaya çalışıyor. 6. Görüldüğü gibi gerek vergi tahsilatları gerekse dış ticaret göstergeleri iç talepte bir sorun yaşandığını gösteriyor. Büyümenin sınırlanması cari açık sorununu çözüyor gibi görünse de bu kez vergi tahsilatlarında yaşanan sorun nedeniyle mali disiplini sağlama konusunda sorun yaşamaya başlıyoruz. 7. Tarım kesimine geçen yıl Ağustos ayında yapılan destek bu yıl ilk yarıda tamamlanacak gibi görünüyor. Bu da seçim ekonomisinin bir sonucu. Harcamalarda büyük artış olmamasına karşın harcamaların öne çekilmesi girişimi bütçedeki bozulmayı artıran bir faktör. Bu gerçek. Ancak bunun sonuçlarını seçim süreçlerinin ardından ağır biçimde ödeyeceğiz… Demek istediğimiz şu: Mali disiplinde bozulma geçen yılın ortasında yaşanan dalgalanma ile başladı. Özelleştirme gelirleri ile bu bozulma tam olarak anlaşılamadı. Seçim uygulamaları bu bozulmayı ortaya çıkardı. Bundan sonra önemli olan önümüzdeki dönemde mali disiplin konusunda yaşanacaklar. İç talepte durgunluk devam ederken vergi gelirlerinde hedeflenen rakamların yakalanması zor görünüyor. Diğer taraftan bozulan mali disiplin konusunda IMF ek kaynak yaratma konusunda bastırabilir. Bu da ya ek vergilerin gündeme gelmesi ya da harcamalarda blokaj anlamına gelir. Her iki önlem de zaten yetersiz olan iç talebi daha da sıkıntıya sokabilir. Bundan sonra ekonomi gündemi artık cari açıktan ziyade durgunluk ve kamu maliyesindeki bozulma olacak gibi görünüyor. Son beş yıl uluslararası likiditenin oldukça bol olduğu bir ortamda vergi, tarım ve sosyal güvenlik reformunu yapamadık. Kur konusunda adım atamadık. Bu süreçte özellikle kamusal yüklerin azaltılması ile birlikte maliyetleri aşağı çekip rekabet gücümüzü koruyup daha fazla katma değer yaratabilirdik. Uluslararası trendlerin uygun olduğu bir dönemi yalnızca “hazır malları satarak” ve/veya düşük katma değer ile geçiştirdik. Ekonomiyi yönetenler uyanıp her halde bir gün bunun farkına varırlar. Ama artık geç kaldık. Ne uluslararası ortam ne de mevcut ekonomik yapı birkaç yıl öncesi gibi değil… |
|||||