|
|||||
|
|||||
Son günlerde “kimlik sorunu” tartışması, toplumsal yaşam gündemimize damgasını vurmuş durumda. Alt kimlik, üst kimlik, ana kimlik, baba kimlik vs tartışmaya başladık şimdi. Nedir bu tartışmanın altındaki gerçek acaba? Neden böyle bir tartışma gündeme oturtulmaya çalışılıyor? Nedeni çok basit bence. Toplumda bunalım sayısını ve çeşidini arttırmak. Buradan, bilinç altında yatan gerçek amaçlara doğru uzanmak.
Demokrasiyi hedefe doğru yürümede, sadece bir araç olarak kullanmayı yeğleyen düşüncenin “kimlik sorunu” yaratma çabalarının altında, ulus devletten, ümmete geçme arzusunun bir provası olamaz mı acaba? Asırlardır süren ve bugün de devam etmekte olan bireyin, toplumla etkileşimindeki kişilik arayışına ve çatışmasına, ayrıca kimlik arayışını eklemek, toplumda kaos yaratmaktan ve yaratılacak kaostan hedeftekigizli düşüncelere yaklaşabilme amacından başka ne gaye olabilir ki? Pek düşünmek istemiyorum ama her hangi bir başka amaç yok ise müthiş bir aymazlık ve bilgisizlik olabilir belki… “Ne mutlu Türküm” diyebilene cümleciği ile çözülmüş olam kimlik konusunu, ikincil, üçüncül aidiyetlerle yeniden kaşımak, toplumda bireyleri birbiriyle çatışır hale getirmekten başka hiç bir işe yaramaz, yaraması da beklenemez. Din birliğinin tek başına, toplumu bir araya getiren unsur olarak düşünülmesi, ümmetçilikten başka bir düşünce olamaz. Önce kimlik sorununun ortaya atılıp, arkasından da din birliğinin tek bağlayıcı ve birleştirci bir unsur olduğunu düşünmek, bilgisizliğin ötesinde amaçlı bir düşünce olduğu tartışmasızdır bana göre. Ümmetten, millete geçişte toplumumuzun, daha doğrusu atalarımızın yaşadığı sıkıntı ve acıları iyi bilmeden ve öğrenmeden Cumhuriyet öncesine özlem duyulmasında ve giderek yüksek sesle konuşulmaya başlanılmasının altında yatan gerçek hiç şüphesiz ki, 1946 yıllarında başlayan “karşı devrim” hareketinin toplumumuzu götürdüğü eğitimsizlik sürecinin sonuçlarıdır. Kurtuluş savaşıyla başlayan aydınlanma devriminin, en önemli halkası,bireysel ve toplumsal eğitimdi. 1946 yılından itibaren yönetimlere gelen karşı devrimcilerin,kasıtlı çabalarıyla, çağdaş eğitimden, ulema yetiştirmeyi amaçlayan eğitime dönüşme çabaları ve bunda da başarılı olmaları, bu gün karşı karşıya kaldığımız düşünceleri dillendirenleri yetiştirmiştir. Toplumumuzu kimlik bunalımına sürükleme arzuları aslında yeni değildir. 1950 yılından bu yana çeşitli dönemlerde farklı biçimlerde piyasaya sürülmüş çok çeşitli bunalım yaratma konuları seçilmiştir. “vatan cephesine girenle, girmeyenler”, “sağcılar, solcular”, “aleviler, sünniler”, “laikler, antilaikler”, “türbanlılar, türbansızlar”, “ kürtler, türkler” vs gibi. Bugün alt kimlik üst kimlik savsataları da bu oyunun bir parçasıdır. Şüphesiz ki bu devam edecektir. Bunun sinyallerini de, bir kısım kendini bilmez, yaşanan dünyanın gerçeklerinden bi haber belediye başkanları verdi zaten. Kırmızı içki haritaları lV.Murat yasakçılığının bir uzantısı gibi duruyor. Hatta aynı düşüncede olmasına rağmen, bu davranışlara kendi içlerinden bir başka belediye başkanı “bazı belediye başkanlarının davranışlarında rüküşlük mevcut” şeklinde serzenişte bulunma ihtiyacını da göstermiştir. Aslında kimlik sorununun hemen öncesinde, AİHM’ nin türban ile ilgili olarak verdiği karara karşı “ulemayı” devreye sokma ve ona danışma taktiği ile üst kimlik - alt kimlik tartışması yanyana gelince “islamı siyasallaştırma” formülünün bir kez daha yeniden denendiği anlaşılmaktadır. Görünen şudur ki, bu tür denemeler hiç aksatılmadan ve fırsat bulundukça gündeme gelecektir. Milli Eğitimde son günlerde çaktırmadan yapılmak istenen de budur zaten. AİHM’nin türban ile ilgili kararında nasıl hemen hülleye geçildiyse, hiç kuşkunuz olmasın her konuda hülleyle karşılaşacağız bundan böyle. Hele seçimler biraz daha yaklaşsın görün siz cambazlıkları. İslamı siyasallaştırma isteği konusunda, verdiği mesajlar giderek sıklaşacaktır şüphesiz. İşte, genel seçimler yaklaştıkça, yönetimdeki başarısızlıklar bu tür davranışlarla örtülmeye çalışılacaktır. Burada emaneten, tepkiyle verilen oylar önem kazanmaktadır. İslamı siyasallaştırma isteği ve düşüncesi oy sandığında boğulduğu takdirde, nice canlar pahasına ulaşılan “Ulus Devlet“ şuuru, atalarımızın döktüğü kanları helal ettirecektir. Aksi halde, ilmiye sınıfı (ulemaların oluşturduğu) verdiği fetvalarla ülkemizi yönetmeye talip olacaktır. AB’deki tavizkar davranışlar, olmayacak duaya amin demek gibidir bu düşünce sahipleri için. Ancak, düşündükleri, samimiyetle AB’ne dahil olmak isteyenlerin de farkettirmeden oylarını almak ve milletimize çok güçlü oldukları mesajını vermektir. Zaman zaman ve farkında olmadan bilinç altında beklettikleri düşüncelerini (ulaştırma bakanı ve eşinin bir yemekte, aynı yerde ama ayrı ayrı yemek yerken resmedilmeleri gibi) dışarı fırlatmaları, tüm toplumumuzun Cumhuriyet ilkelerinin korunması ve yüceltilmesi konusunda daha duyarlı davranmaları gerektiğinin işareti olmalı. Aksi halde, bir anda, İran usulü bir yaşam biçiminin güzelim ülkemizde oluşmasını engelleyemeyiz. Ülkemiz gibi, bir çok açıdan çeşitliliğin bulunduğu bir başka benzer ülkenin yer yüzünde var olduğunu söyleyemeyiz. Bizi bir arada tutan ve bugünlere ulaştıran en önemli unsur, hoş görü, inançlara ve düşüncelere saygıdır. Yoksa tek başına din ve ırk birleştirici üst kimlik olamaz. Hepsi bir arada bir bütün olarak birleştirici olabilir. Buna da eklenecek önemli unsurlar, ortak hedefler ve idealler olmalıdır. İşte Gazi Mustafa Kemal’in yaptığı ve başardığı da budur. Devrimlerin ana amacı da budur. Toplumumuz bu amaçlardan uzaklaştıkça, islami kimlik tek başına boşluğu doldurmaya çalışacaktır. Bugün yapılmak istenen de işte budur. Buna verilebilecek en önemli yanıt: Önce Türk’üm, sonra Müslüman, ya da önce Türk’üm sonra Hıristiyan vs diyebilmektir. Ulu önder o nedenle, hiç bir alt kimlik ve inancı öne çıkarmadan “Ne Mutlu Türküm“ diyene demiştir. İşte kimlik arayanlara kesin yanıtım. Ne mutlu ki Türküm... |
|||||